22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 20 KASIM 2005 / SAYI1026 Yanlışlıklar komedyası Ataol Behramoğlu AİLE İÇİ ŞİDDETE SON! Feminizmin en önemli sloganı "Ozel olan politiktir" olsa gerek. Çünkü aile içi şiddet "mahrem" sayılan özel alanlarda yaşanıyor. Giderek daha görünür hale gelen şiddetle mücadelede, hükümetlere büyük görev düşüyor. Avusturya ise bu konuda örnek... Özgür Erbaş ile içi şiddet, dünyantn en / yaygın ve ne yazık ki en görünmez hak ihlallerinden. Jandarma Genel Komutanlığf nın rakamlarına göre son 5 yılda 61 bin 241 kadın ve çocuk şiddete maruz kaldı. Aile içi şiddet nedeniyle 1230 kadın ve çocuk öldü, 32 bin 267 kişi yaralandı. Ancak kadına yönelik şiddet ne bölgesel, ne de bazı kültürlere özgü. Örneğin lngiltere'de haftada 2 kadın eşleri tarafından öldürülüyor. Hollanda'da aile içi şiddet oranı yüzde 43. Rakamlar ülkelere göre değişse de kadına yönelik şiddet, yaygınlık ve benzerlik açısından fark gözetmiyor. Artık herkesin bildiği gibi şiddet, eğitim, ün, zenginlik de tanımıyor. Konuya ilişkin Türkiye'de bir ilk gerçekleşti ve Hürriyet gazetesi, BM ve tstanbul Valiliği'nin ortaklaşa düzenledikleri "Aile içi Şiddete Son" başlıklı uluslararası bir sempozyum yapıldı. Sempozyuma dünyanın farklı bölgelerinden örgütlerin temsilcileri katıldı. Anlatılanlar da gösteriyor ki Avrupa'da remınist hareketin yıllardır verdiği mücadele sonucu, hükümetler birer birer şiddeti durdurma kararı alıyorlar. Uygulamaya en iyi örnek ise Avusturya. Hem yasa hem de uygulama en ince ayrıntısına kadar planlanmış. Şiddeti durdurmakta kullanılan yeni yöntemlerden biri de erkeklere eğitim vermek. Hollanda'da TransAct örgütü, hükümetin desteğiyle böyle bir kampanya yürütüyor. Projenin koordinatörü Dr. Sezai Aydoğan, şiddetın temelinde kültürel olarak yaratılan erkek rolünün yattığını, söylüyor. Aydoğan'a göre şiddet, güvensizlikten kaynaklı kontrol duygusunun bir sonucu. Projenin amacı, erkeklerin bunun bilincine varıp, öğrenilmiş davranışlarını terk etmeleri. Avusturya vusturya'da feminist aktivistlerin ve hukukçulann uzun mücadeleleri sonucunda çıkan "Aile içi Şiddete Karşı Korunma Yasası" uygulamasındaki başarıyla da büyük önem taşıyor. Tamar Çıtak, Viyana Şiddete Müdahale Merkezi'nde sosyal danışman olarak çalışıyor. Kadın ve Içişleri bakanlıklarının ortak finanse ettiği bu merkezler, asknda özerk birer kadın örgütü. Çıtak'la yasayı ve uygulamasını konuştuk: Şiddete Karşı Korunma Yasası'nın kapsamında kimler ' var ? Polisin yetkisiyle 10 günlük evden uzaklaştırma yasağı aşamasında, aynı çatı altında oturan herkes var. Ama aile mahkemesinde yasağı uzatmak için herhangi bir aile bağı olması gerekiyor. Ama kast edilen nikâhlı birliktelik değil. Kardeş, kayınvalide ya da sevgili olabilirler ve sevgililer eşcinsel olabilir. Polislere de eğitim veriyorsunuz. Bu eğitimin kapsamı ne? Aile içi şiddet eğitimi veriyoruz ve temelde şiddet algılarının değişmesi için çalışıyoruz. Çünkü ilk 10 günlük yasak, İa, yetki tamamen poliste. Eve gittiklerinde etrafta neye balcacakları, nasıl ifadc alacakları ve buradaki teknik aynntılar çok önemli. Yasa 1997'de yürürlüğe girdi. ilk yıl 600 başvuru aldık, bu rakam geçen yıl 2 bin 600'e çıktı. Ancak bu şiddetin arttığının değil, sistemin oturduğunun, kadınların polise güvenmeye başladığının göstergesi. Başlarda savcılar, hâkimler de konuyu kavrayamamıştı. Ama STK'lerin baskısı ve medya çok etkili oldu. Yasanın uygulamasına bir örnek verebilir misiniz? Örneğin sabah evde bir ağız dalaşı oldu ve kadın akşama bu olayın büyüycceği korkusunu yaşıyor. Burada kadının bu korkuyu taşıması yeterli. Polis uzaklaştırma vermek zorunda. Bu durumda, erkek kısa bir süreliğine polis nezaretinde eve gelir ve kişisel birkaç eşyasını alabilir. Ortak eşyalara dokunamaz, evin anahtarını alamaz. Şiddet zaten o ürkme duygusuyla başlamıyor mu? Tabii. Özellikle psikolojik şiddeti ispatlamak çok zordur. Yeni bir gelişme olarak psikolojik şiddeti, yani sözlü şidde T V kanallarında rasgele dolaşırken 1. kanaldaki bır bilgi yarışması programını izlenıeye koyuldum... Tarih: 8 Kasım 2005. Saat: 19 Program adı: Miras. Neden "miras", orası bclli değil.. Genç bir erkek sunucu. Yarışmacılardan biri genç bir bayan, öteki orta yaşlann üzerinde bir bay. Hepsi düzgün giyimli, uygar görünümlü. Fransızların dediği gibi, "olması gerektiği gibi"... Bu tür programları izlemekten pek zevk almam. tnsan ister istemez sorulan soruların yanıtlarını kendi kafasında anyor, yarışmacıyla özdeşleşiyor, gereksiz bir gerilime giriyor... Yine de, "bırakacağım artık" demenize karşın çerez ya da kabak çekirdeği türünden şeyleri atıştırıp çıtırdatmaktan vazgeçemediğiniz gibi bu tür programlardan da kolayca ayrılamıyorsunuz... Bu kez de öyle oldu... Genç bayana "Kırmızı ve Siyah"ın yazarının kim olduğu sorulunca özellikle kulak kabarttım. Seçeneklcr de sunuldu: Hugo, Zola, Rousscau, Stendhal... Yarışmacı, duraksayarak ve sıkılarak da olsa, "Stendhal" adını telaffuz etti... Sunucu, bu işin gelmiş geçmiş en büyük ustası Kenan Işık'a belli ki özenerek, fakat ondaki "gizem"in eşiğine bile ulaşmaksızın, kızcağızı sıkıştırıp duruyor... Neyse ki yarışmacı "buluş"unda ısrar etti ve sıra sonuçların açıklanmasına geldi... Sözünü ettiğim sorunun yanıtı doğrulandı ve açıklaması sunucu tarafından yapılmaya başlandı; Victor Hugo değil, çünkü o Nobel ödülü kazanmış bir Fransız yazarıdır... AllahAllah! Herhaldc programa ilişkin bir şaşırtmaca öğesidir bu diye düşünüyorum... Emile Zola değil, çünkü o da mektuplarıyla ünlü bir tngiliz yazarıdır... Kulaklarıma inanamıyorum... Hâlâ da ve şu anda da, acaba bir yanılsama mıydı bu, ya da gerçekten bu programa özgü akıl almaz bir oyun kuralı mıdır diye kuşku duymayı sürdürüyorum... Yoksa, ne bileyim, bilgi yarışmacılardan biri itirazedebilirdi... Yanılıyorsam eğer, "Miras"ın yapımcılan bunu bana lütfen bildirsinler, kendilerinden özür dilemeye hazırım. Kalkıp her olasılığa karşın ansiklopedide Hugo ve Nobel Ödülü maddelerine baktım... Hugo'nun öliim tarihi 1885. Nobel edebiyat ödülünün ilk veriliş tarihi 1901. Ödülü kazanan yine de bir Fransız ama, alan kişi (bu ödül ölüm sonrasında zaten verilmediğine göre Hugo zaten olamaz) Sully Prudhomme... Listeyi açmışken göz atmayı sürdürüyor, ilk kez kaışılaştığım yazar adlarını okudukça bu kez kendı cehalctimden utanıyorum: T. Momsen (Almanya), J.Echegaray (lspanya), G. Carducci (ttalya), R. Eucken (yine Almanya), V. von Heidenstam (tsveç)... Liste böyle uzayıp gidiyor... Hiçbirinin büyüklüğünden kuşku duyulamaz, fakat sözgelimi 1904'te ölen Çehov'un, 1910'da ölen Tolstoy'un, 1916'da ölen Jack London'ın yerine, listede, bugün adları ancak uzmanlarca bilinebilecek olan yazarlann çoğunlukta oluşu insanı şaşırtıp düşündürüyor... "Miras"a dönelim... Zola, tngiliz yazarı... Bunun için ansiklopediye bakmaya gerek yok... Yine de kuşku içindeyim... Yaşadığımız şu olağandışı süreçlerde, bilmediğimiz bir şeyler mi oluyor... Biz farkında olmadan her şey bir başka şeye mi dönüşüyor... Başka türlü, bu "Yanlışlıklar Komedyası" nasıl açıklanır... "Yanlışlıklar Komedyası..." Shakespeare'in... Yoksa Moliere'in miydi? Neme lazım, yine de bir bakayım ansiklopediye... Shakespeare'in evet... 1592'ye doğru yazılmış... 400 yıldan daha uzun bir zaman önce... Bu dört yüzyıl sonunda biz, Zola'yı îngiliz, Hugo'yu Nobel ödüllü Fransız yazarı yapacak bilgi birikimine ulaşmışız... ("Miras"çılardan yine de bir "açıklama" bekliyorum, yanılmış olmayı dileyerek ve bu yazının bir pazar fantezisi olarak kabul edilmesini dilemeye hazırlanarak...) • Düzeltme: Geçen hafta yayımlanan yazıda \evgili Cunâa Adası'nt Ayvalık yerine Ören'e bağlamışım . Dalgınlık sonucu hatamı düzeltir, özür dilerim. A B. modeli bir ilk A A ti ceza yasası içinde yaralama maddesinin içine soktuk. Kişinin fiziksel sağlığını da etkiliyor, çünkü psikosomatik rahatsızlıkların kaynağı da şiddet. Peki Müdahale Merkezi'nde siz neler yapıyorsunuz? Polis, yasak koyduktan sonra ifadeleri bize fakslıyor. Kadınların bizi aramasına gerek kalmadan, biz onları arayıp haklarını anlatıp, çok tehlikeli durumlarda sığınağa yerleştiriyoruz. Ayrıca kadınlarla birlikte, tehlikenin ölçüsünü de saptıyoruz. Alkol, şiddet alışkanhkları, silahı var mı, ev hayvanlanna davranışları nasıl gibi kilit sorularımız var. Erkek nereye gidiyor? Belediyenin yurtları var. Yurdun olmadığı yerlerde ise pansiyon ücretleri karşılanıyor. Ama erkekler bunu genelde kullanmıyorlar. Avusturyalılar genelde annelennin evine gidiyor, Türkiye'den gelenlerse ağabeylerine. Ayrıca yeni başlayan bir uygulamayla erkeklere 8 ay eğitim veriyoruz. Eğitimin temeli saldırganlıklarıyla nasıl başa çıkacakları üzerine kurulu. Kısaca öğrenilmiş davranışlarından kurtulmaları hedefleniyor. Peki erkeklere eğitim verenlerin, şiddetin nedenini korku ve güvensizlik olarak açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu erkek yaklaşımı zaten. Şiddetin nedeni erkek egemen sistemdir ve kökünde iktidar var. 4 Basının dili değişmeli... ile içi şiddetin, görünür kılınması ve önlenmcsinde en etkili araçlardan biri medya. Türkiye'de basın, şiddeti meşrulaştıran dili nedeniyle yıllardır eleştiriliyor. Bu nedenle kadınlar, bizzat medya eliyle yapılan hak ihlallcrinin önüne geçebilmek için "Medya Izleme Komisyonu" kurdular. Konuya ilişkin Hürriyet îcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı'ya sorularımız ve yanıtları şöyle: Aile tçi Şiddete Son Kampanyası ve bu kongre gibi toplumsal duyarlılık kampanyaları yürütüyorsunuz. Ancak özellikle Hürriyet'in 3. sayfası, kullanılan dil açısından çok eleştiriliyor. Burada bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? Dr. Sezai Aydoğan... A Özellikle son 3 yıldır bunun için büyük uğraş veriyoruz. Hürriyet gibi 60 yı/Jık bir kurumda değişiklik yaratmak çok zor. Ama ben son yıllarda eleştirilerin azaJdığını düşünüyorum. Kadınların kurduğu Medya Izleme Komisyonu'nun talepleri arasında, iletişim liselerine ve fakültelerine toplumsal cinsiyet dersi konulması da var. Sizce bu talep çözüm üretir mi? Bence önemh' olan meslek etiği olarak bunun oturtulması. Biz Hürriyet Gazeteciliği kitabını bunun için hazırladık. Okulda ideal olarak öğretilmesinden ziyade, haber yazarken etik kurallara bağlılık daha kısa vadede sonuç getirir diye düşünüyorum. Hissedilen sevgiler Aylin Kotü alatya'daki çocuk yuvası, muhbirlik, görüntüsü bize yansımayan yuvalar... Vahşet, canilik... Insanlıktan birlokma nasibini almış olan her şahıs için manzarayı tarif edecek kelimeleri bulmak oldukça güç. Peki, çocuk yuvalarının dışındaki, ama toplumun içindeki buz dağının alt tarafı çok mu parlak? Cehaletten yapılan çocukları, çayırlara, sokaklara salınanları bir kalem geçelim. Bu olaylar sırasında tüyleri ürperen bizlcr, farlonda olmadan nasıl çocuk yetiştiriyoruz acaba? Özgüven, çocuğun eğitiminde olmazsa olmazlardan. Peki ne dereceye kadar bu özgüveni verebiliyoruz? Belli bir yaşa gelince evlenmesi gerektiğine şartlandırılan bilinçli gençler, evlendikten sonra mutlak çocuk sahibi olmaya da şartlandırılmışlardır. Buna hazır ya M da yeterli olup olmadıklarını düşünmeden. Anneliğin hep içgüdüsel bir duygu olduğunu savunmuşumdur. Ancak gene de her evli çiftin çocuk yapması doğru mudur? Tartışırım. Denemeden evlenmemesi gerektiğine inanan ya da denemeden çocuk yapmanın yanlış olduğunun teşhisini koyabilen insanları da alkışlarım. Para, yetiştirdiğimizyctiştireceğimiz çocuklar için gerekli, hatta şart. Ancak en çok olması gereken unsur, onlara ayıracağımız zaman. Bitirilmesi gereken işlerimiz, çalışma saatlerimizi uzatadursun, ateşin üzerine koymamız gereken yemekten çoğu zaman ne anlatmak istediklerini fonda bir ses olarak duyduğumuz yavrularımız... Yemek yerken söylemeye çalıştıklarını dinlemek ve anlamak için gayret göstermeyen ebeveynler... Televizyondaki dizinin en heyecanlı bölümü için çocuklarını erteleyen aileler... Sürekli araya giren bir şeyler ve dönüşü olmayan anlar... Havada kalan beklentiler... Ertelenmeyi kanıksayanlar... Ve sonuçta değerli olduğunu hissedemeyenler... Kısacası ilgi bekleyen o kadar çok çocuk var ki... Ama hayatta birçok şey cendereye girdiği için, severek ve isteyerek onları dünyaya getirsek bıle, insan yetiştirmenin sorumluluğunu ıskalayabiliyoruz. Sadece bizim istediğimiz zamanlarda onlarla konuşmanın yeterli olduğunu düşünüyoruz.Ya da sadece biz istediğimizde öpünce sevgiyle büyüttüğümüzü sanıyoruz. Ona vakit ayıramayıp kendi vicdan azabımızı azaltmak için hediyelere boğduğumuzda gerçekten mutlu olduğuna inanıyoruz. Oysa sırf o istediği için yemeğin altını kapatıp onunla konuşabilmek, sırf onun istediği anda diziyi boşverip ona sarılmak ve onun istediği zamanda oyuncak ^ almayıp mevcut oyuncaklarla birlikte oyun oynaiiiak önemlidir şahsımca. Herkes evladına sevgi duyuyordur mutlaka. Ama her evlat da bu sevgiyi hissetmek ister. Bazen günlük yaşamımızda seni seviyorum sözcükleri havada kalır. Bir şeylerin eksik olduğunu hissederiz. O eksiklik, eylemdir. Bunu çocuklar da anlar. Sadece adını koyamaz ya da ifade edemez. Eyleme dönüşmüş sevgiler, özel olduğunu hissettiği anlar, besler çocuklarımızı. Tıpkı hava gibi, su gibi, yemek gibi. • aylin@kotilsarigul.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle