16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYI 1022 NÜKLEER KARŞITI PLATFORM Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü'nü Türkiye'nin yakından tanıdığı bir isim aldı; Harold Pinter. Oyun yazarı Pinter, 1985'te siyasi tutukluların durumlarını incelemek için Türkiye'ye gelmiş, dönüşte de bir oyun yazmıştı. Oyunlarında insan doğasını anlatan Pinter'ı insan hakları sorununa yönlendiren, Allende'nin iktidardan düşürülmesi olmuştu... TÜRKÇEDEKİ HAROLD PİNTER Doğumgünü Partisi (1957) Issız Topraklar (1974) Aldatma/lhanet (1978) Dağ Dili (1988) Ay Işığl (1993) 'Rüzgâr varken nükleerene gerekvar!' Candeğer Muradoğlu T aksim ve Kadıköy'de açtıklan standlarda on bine yakın imza toplayan NükJeer Karşıtı Platform üyeleri, topladıkları bu imzaları Başbakan'a ve TBMM'ye sunacaklar. Hükümetin izlediği nükleer enerji politikalarına karşı tutumlarını platform gönüllülerinden Özgür Gürbiiz şöyle dile getiriyor: "AKP hükümeti, ABD'nin yönlendirmesiyle tran, Pakistan gibi doğu ülkelerine uyarıda bulunuyor. Ama diğer taraftan Türkiye'de nükleer enerji ve nükleer silahlanmaya yol açan bir politika izleniliyor." Nükleer Karşıtı Platform 1992 yılında kuruldu. Kuruluş tarihinden 2000 yılına kadar nükleer enerjiden yana tavır koyan nükleer Iobiye karşı ara vermeden mücadele etti. Mücadeleleri sonucunda 25 Temmuz 2000 tarihinde Uluslararası Akkuyu Nükleer Santral ihalesini, Bakanlar Kurulu kararıyla iptal ettirmeyi başarddar. Bu tarihten sonra çalışmalarına ara veren platform üyeleri, 2005 yılında Ankara'da tekrar bir araya geldiler. Biz Pinter'ı tanıyoruz Bengi Heval Öz Nükleer lobi faaliyetlerine karşı bu dönem daha fazla mücadele edeceklerini belirten Özgür Gürbüz, "Türkiye'nin farklı yerlerinde nükleer karşıtı etkinlikleri yeniden başlatma kararı aldık. Nükleer silah ve enerji endüstrisinin içyüzünü ortaya koymak istiyoruz. Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynakları varken, neden nükleer enerji santralına gereksinim duyuluyor" diye soruyor. Platform üyelerinden Murat Cem Ertürk ise, "Türkiye'de kurulması planlanan üç nükleer santral var. Ama kurulacağı tarih ve kurulacağı mekân belli değil. Kesinleşen tek şey bütçeden ayırdıkları para miktarı ve santralların çalışma kapasitesi. 4500 megavat enerji kapasitesine sahip olacaklar. Yenilenebilir enerji kaynakları dururken, yalnızca enerji lobilerini zengin etmekten başka bir işe yaramayacak olan santralların kurulmasına karşıyız. Çünkü nükleer santral yapımı pahalı ve riskli bir yatırımdır. Ömrü biten nükleer santralların kendileri, nükleer atık haline gelir doğanın dengesine zarar verir. Yüksek söküm maliyederi de büyük ekonomik yük oluşturur" diyerek nükleer enerji santrallarına karşı olmalarının nedenini anlatıyor. Platformu, altmıştan fazla sivil toplum kuruluşu oluşturuyor. Sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra çevreciler de bu platforma destek veriyor. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Türkiye'de kurulacak olan nükleer enerji santrallarına karşı eylemlerine devam edeceklerini söylüyorlar. • [email protected] arold Pinter, Ikinci Dünya Savaşı sonrasının dünya çapında tanınan yazarlarından. Türkiye ise onu çok geç tanıdı. Yıllar önce daha oyunculuk eğitimime yeni başladığım sıralarda Zuhal Olcay'ın oynadığı "Aldatma" bizim için çok yenilikçi bir metindi. Bir Sheakespeare, bir Chekhow değildi belki ama yine de metinleri evrenseldi. Gerilimin sessizlikte artabileceğini, insanlar arasındaki en basit iletişim aletinin, "dil"in aslında bizi birbirimizden daha çok uzaklaştırdığını ondan gördük. Üniversitedeki hocamıa Ayşegül Yüksel ve Selda Öndül bize derslerde "Aslında biz, Türkiye'de bu iletişim kopukluğunu, absürditeyi daha yeni yaşamaya başladık çocuklar" diyorlardı. Absürd tiyatronun son yapı taşlarından biriydi Pinter. Camus ve Sartre absürddeki yabancılaşmayı insanlar arasındaki durum uyumsuzluklarında gösterirken Pinter, bu yabancılaşmayı dile ve davranışlara kadar çekmişti. Yani artık insanlar hiçbir şekilde birbirlerini anlamazlar ve anlayamazlardı, üstelik kötücüldüler. Aynı kodlarla hareket ediyor, aynı dili konuşuyor, aynı kültürden geliyor olsalar bile bu onlan ancak ve ancak birbirlerinden daha da uzaklaşmaya itiyordu. insan yalnızdı ve çaresizdi. Pinter işte tiim bunlan, art niyet, cinsel fantazi, takıntıiı davranışlar, kıskançhk, aile içi sevgisizlik ve zihinsel rahatsızlıklar gibi temaları işledi oyunlannda... O da bütün absürdcüler gibi, oyunlarında bir çözüm üretmiyor, seyirciyi koltuğunda rahatsız etmeyi seviyordu. Yazdıklarında hiçbir politik gönderme yoktu. O sadece dilin kendisiyle oynuyor ve insan doğasını insana anlatıyordu. Bu durumda Nobel ödülünü niçin aldı diyebilirsiniz? O halde, yaşam öyküsüne bir bakalım... Pinter 1930'da Londra'nın doğusundaki bir işçi sınıfı mahallesinde dünyaya geldi. Babası Yahudi bir terziydi. Ikinci Dünya Savaşı çıkınca yaşadıkları yeri boşaltmak zorunda kaldılar. 14 yaşına kadar da Londra'ya dönemedi. "Bombardıman altında yaşamak duygusu beni hiçbir zaman terk etmedi" diyordu o günleri anımsayınca. RADA'da Dramatik Sanatlar Okulu'nda iki H mutsuz yıl geçirdikten sonra okulu terk eden Pinter, 1949 yılında askerlik görevini yapmayı reddetti. Bu yüzden mahkemede yargüandı. Otuz pound cezasını ödedikten sonra da "Belki bir dahaki savaşa yine beni göreve çağırırlar, ama yine gitmem" dedi. 1950 yılında Harold Pina rumuzuyla şiir yazmaya başladı. BBC programlarında çalıştı ve bir süre Central School of Speech and Drama'da eğitim aldı. Bir yıllık bir turneyle Irlanda'yı gezdi. 1957.'de ilk oyunu Oda'yı yazdı. Ilk iki perdelik oyunu "Doğum günü Partisi" 1957'de Bristol Üniversitesi'nde, 1958'de West End'de sahnelendi. Eleştiriler korkunçtu, ama o yine de gerilimli komedi yazma ustalığını geliştirmekte ısrar edecekti. PİNTER VE MILLER TÜRKİYE'DE... Pinter'ın oyunları genellikle tek mekânda geçer. Karakterleri kaynağı bilinmeyen kişiler veya mekânlar tarafından tehdit altındadır ve genellikle hayatta kalma ve benlik savaşı verirler. Oyunlarında kelime seçimleri, cümle yapıları bir şairin uyak kaygısından bile daha yoğun olarak karşımıza çıkar. Sesler, sessizlikler, kelimeler, cümleler özenle, hesap edilerek birbirine ulanır. Mantıksal çözümlerin peşinden gitmeyi reddeder, bunun yerine, insan yaşamında uyumsuz olanla karşılaşmasını, varoluşsal tehdit altında kalışını göz önüne sermeyi tercih eder. Karakterleri de kelimeleri silah gibi kullanıp hayatta kalmaya çalışırlar. Pinter birçok ödül aldı. Bunların arasında Berlin Film Festivali, Hamburg Shakespeare Ödülü, Cannes Film Festivali, Laurence Olivier, Tiyatro'da Yaşamboyu Ba^arı Ödülü de var. tnsan hakları konusunda ilk aktifliğini Şili Başbakanı Allende'nin 1973 'te düşürülmesinin ardından gösterdi. 1985'te Arthur Miller'le birlikte ifade özgürlüğü konusundaki çahşmalarını desteklediği PEN adına Türkiye'ye geldi. Hem cezaevleri hem de Kürt sorunlarıyla ilgilendi. Darbenin koşullarının sertliğinin sürdüğü bu dönemdeki ziyaretleri tedirgin edici bulundu. Dö nemin gazetelerinde iki yazarın da bir an önce ülkeden ayrılmasını isteyen yazılar yayımlandı. Oysa hem Pinter'ın, hem Miller'ın tavrı çok netti. Siyasi hükümlülerin durumlarına ilişkin görüşmelerin ardından Amerikan Konsolosluğu'nun Arthur Miller şerefine düzenlediği resepsiyonda da dilini tutmadı Pinter. lşkence ve insan hakları ihlalleri konusundaki sert konuşmalar yapınca konsolosluktan atıldı. Arthur Miller da onunla beraber resepsiyondan ayrıldı. Pinter, daha sonra Diyarbakır Cezaevi'ni anlatan bir oyun kaleme aldı. "Dağ Dili" isimli bu oyunda Kürtçe yasağına da değiniyordu. Pinter, 1999'da Kosova krizi esnasında NATO'nun müdahalesini "Bu ülkenin ıstırabını ve korkularını ağırlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz" diyerek kınadı. 2001'de General Ramsey Clark'ın da içinde bulunduğu Uluslararası Slobodan Miloşeviç'i Savunma Komitesine katıldı. Miloşeviç Birleşmiş Milleder tarafından savaş suçu işlemek ve insan haklarına müdahale suçundan yargılanacaktı. 2002'de kanser teşhisi ile bir süre tedavi gördü. 2002'de Avam Kamarası'nda düzenlenen savaş karşıtı müzakerelerde Irak savaşı tartışmalannda fikrini sert bir şekilde ifade etti: "Bush, dünyanın en korkunç silahlannı dünyanın en korkunç liderinin ellerine bırakmayacağız, dedi. Çok doğru. Aynaya bak dostum. O kişi sensin." Pinter'a göre Bush kitle imhacısı, Blair ise "aldanmış ahmak"tı... Pinter 2005 Şubat ayında yaptığı bir röportajda artık oyun yazarı olarak kariyerini bir kenara bırakacağını ve bütün enerjisini politikaya aktaracağını söylemiş, "Şimdiye kadar 29 oyun yazdım. Bu yetmez mi" diye sordu. • Kaynakça: http://www.haroldpinter.org/biography/index.shtml http://www. kirjasto. scifi/hpınter. htm http://nobelprize.org/literature/laureates/2005/pinterbtbl.html http://en.wikipedia. org/wiki/HaroldPtnter PAZARIN PENCERESİNDEN BARBAROS'UN SAKALI... Selçuk Erez söyledi: Buyursunlar! Hamit, sen misin? Evet, hayrola? Nasılsın, iyi misin? lyiyim. Buyur! Seninki "sakaT'ı yeniden istiyor! Ona, bu sakalın ikidebirde müzeden çıkarılıp götürülmesinin doğru olmadığtnı, bu gidişle başına bir şeylerin geleceğini anlatamadınız mı? Kaç defa anlatmağa çalıştım ama dinlemiyor: Üç cümle söylüyorurh; esnemeğe başlıyor. Şimdi ne yapacakmış? D eniz Müzesi'nin müdürünün telefonu çaldı; santral görevlisi, Müsteşar'uı kendisini aradığını Yarın Cezayir Başbakanı geliyor; ona gösterecekmiş. Yahu Cezayir Bakanı'na gösterecek şey mi kalmadı koskoca ülkede? Bana sorarsan asıl sebep bu değil.. Ben de başka bir neden olduğunu düşünüyorum. Köşkte çalışan Muttalip hemşehrim olur; o söyledi: Geçen aldırdığında bu tüyleri almış, burnuyla üst dudağının arasmda sokuşturmuş, sonra da başına karısının eşarbını kavuk gibi sarmış, gitmiş bayrağın önünde resim çektirmiş. Yani, sakalı şişeden mi çıkarmış? Maalesef öyle... Kendisini Barbaros'la özdeşleştiriyor. Resimde kırmızı bıyikları varmış gibi görünüyordur. O resmi biri bulup da Çölaşan'a götürürse Hanya'yı Konya'yı anlar. Neyse, yarın sabah kimseye farkettirmeden sakakn bulunduğu şişeyi alıp, bir kutu içinde bana verecekmişsin; ben de bunu ona götüreceğim. Istersen ona söyle: Sakal makal yok artık! Bu ne demek? Geçen ay getirdiğin şişedeki kıllar, Barbaros'un kılları değildi. . . Ya neydi? Götürdüğün şişedekileri almış, yerlerine başka kıllar koymuştu.. Yapma yaa! Bunlan nerden bulmuş? Bunlar kendi saçlarının kılları. Dikkat etim; tümü onun saçlarmın rengine boyanmıştı. Müzenin baş köşesinde kristal kavanoz içinde duran, herkesin merakla, saygıyla seyrettiği kılların, kendi kılları olmasını istiyor herhalde! Peki Barbaros'un sakalının kıllarını ne yapmıştır? Sakın atmış olmasın? O şişeden çıkanları atmış olabilir ama ölümü öp; kimseye sakın söyleme onlar Barbaros'un sakalı filan değildi... Neydiler? Benim kestikten sonra kırmızıya boyadığım bir tutam saç tüyümdü. Barbaros'un sakalının kıllarını iyi bir yere sakladım ve o şişeye kendi saçımdan kestiklerimi koyup yolladım. Son iki seferdir bunlar gidip geliyor Köşke: Brunei Kültür Bakanı'na da, Afgan Ticaret Heyeti başkanına da Barbaros'un değil, benim kıllarımı gösterdi... . . Bu gidişle senin kafanda saç kalmayacak! Dert değil. Zira artık saç yollamayacağım. Bu sefer deodoranlanmış koltukaltı tüylerimi yollamayı düşünüyorum. ltinayla kjırmızıya boyanmış olacaklar! Vucudumda başka tüy mü yok? Tabii bunları burnunla dudağı arasına sokuşturup resim çektirmese iyi olur! •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle