29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şiirin hikâye tarafı Örtük anlatımı yöntem olarak seçtiği için, doğuş hikâyesinin en çok merak edildiği alandır şiir. İp uçlarını en çok şairlerin mektuplarında ve anılarında, bazen de yazılarında bulabiliyoruz. Haluk Oral, bu konuda yaptığı araştırmalarla dikkat çeken bir yazar. İ nsanların ilgisini çekmiş hemen her olgunun bir “hikâye tarafı”, başka deyişle oluşumunu, nedenselliklerini, ilginçliklerini ortaya koyan yanının “anlatı”sı var. Edebiyatta en çok şiirin “hikâye tarafı” ilgi çekmekte. Örtük ya da dolaylı anlatımı çoğu kez yöntem olarak seçtiği için, doğuş hikâyesinin en çok açımlanmaya ihtiyaç duyulduğu alandır şiir. Kuşkusuz bazen şiirin de bir akışı izlediği, günlük diline, anekdot diline özendiği, anı aktardığı, üretilişinin hikâyesini içerdiği olur ama özellikle modern şiirde uçsuz çağrışımlar, uçuşan imgeler daha çok yeğlenir ve bunların hikâye zamandizimi içinde değil, kat kat aralanan bir yapı içinde halkalanması özlenir. Dolayısıyla şiiri doğuran süreç çoğu kez metinden tam anlaşılmaz ve şairin hangi itki ve etkenlerle o şiiri yazdığı konusundaki merak, her daim “okur”un ilgi alanına girer. ŞİİR KAPIYI ÇALINCA... Çoğu kez şairin kendisi anlatır, herhangi bir şiirinin nasıl doğduğunu, nasıl geliştiğini. Bu konuda en çok kaynak bulabileceğimiz metinler, şairlerin mektupları ve günlükleridir. Nâzım Hikmet’in yakınlarına ve arkadaşlarına cezaevinden yazdığı mektuplarda pek çok şiirinin oluşum hikâyesini de bu luruz. Cahit Sıtkı’nın Ziya’ya Mektuplar’ında, iki şairin karşılıklı şiir alışverişi yaparken, o şiiri yazmalarına yol açan “ruh halleri”ne ve yaşantılara dair aktardıklarını da okuruz. Cemal Süreya da, Günler başlığı altında toplanan notlarında (YKY), sadece yayımladığı şiirlerin değil, tasarladığı şiirlerin de zihnine düşüş süreçlerini anlatır. Sözgelimi, Göçebe’de yer alan “Kars” şiirini Kars’ı görmeden ve Paris’teyken yazdığını, ünlü “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası” dizelerinin de yer aldığı uzun “Göçebe” şiirini ise Kars’ı gördükten sonra yazdığını anlatıyor ve Erzincan’daki çocukluk günlerine göndermeler yaparak, Kars’ı görmeden yazdığı şiirine yine de yaşantı odaklı tutamaklar aramadan edemiyor: “Çok tuhaf, Kars şiirindeki Kars, ‘Göçebe’ şiirindekinden daha çok var gibi. Şiirim yaşar mı bilmiyorum, aslında merak da etmiyorum bunu; ama çok uzun bir süre sonra iki şiire baksalar Kars şiirindeki Kars daha bir oturmuş gibi geliyor bana. Rimbaud ‘Sarhoş Gemi’yi deniz görmeden yazmış ya, nehirden denize geçirmiş o gemiyi. Ben de Kars’ı görmemiştim ama Kutu Deresi’ni, Erzincan’ı, Spikor Dağı’nı, Doğu Anadolu faunasını, yolları az çok biliyordum. Bu bir açıklama olabilir mi? Akşamları, eve doğru, beş yaşında ve annemin elinde fener, yürürken, yıldızlar Kars’a doğru gidiyordu sanki. Spikor’u uç noktaya götürdüm belki de Kars’ta. O şiir aslında bir yerde Kars’ı anlatan değil, Kars olmuş bir şiir.” (Günler 976. Gün) ŞAİRİN ANLATIMIYLA ŞİİRİ İşi daha da büyütüp, bir şiiri nasıl oluşturduğunu başlıbaşına bir yazıda, hatta bir kitapta anlatan şairler de yok değil. Edgar Allan Poe, ünlü şiiri “Karga”nın nasıl oluştuğunu anlatan yazısında, “Bir yazar, yapıtlarından birinin tüm oluşum sürecini aşama aşama anlatabilirse, bizim için ne kadar öğretici olurdu diye düşünmüşümdür” der ve bunun yapılmayışını şairlerin, yazarların üretimlerini “esin”e bağlamalarıyla ve bu nedenle de “kibirli” oluşlarıyla açıklar (20. Yüzyıl Edebiyat Sanatı, Hüseyin Salihoğlu, İmge Y. 1995). Stephan Spender, “Bir Şiirin Oluşumu” başlıklı yazısına, “Öteki şairleri uğraştıran sorunlara hiç değinmeden, burada nasıl şiir yazdığımı anlatmaya kalkmam, kolay kolay bağışlanacak bir şey değil. Kendi yaşantılarımı genel bir kuralmış gibi göstermekten korkuyorum; oysa her şairin şiir yazışı, şairliğini duyuşu başka başkadır; benim şiirlerimse, örnek diye gösterilecek ölçüde iyi olmayabilir” diye başlıyor ama “yoğunlaşma” “esin” “bellek” “inan” “şarkı” gibi bölümlerde hep kendi şiir deneyimlerinden örnekler veriyor. (Yeni Dergi, Mart 1967) Mayakovski ise, kendi şiir deneyimini kitap boyutuna taşımıştır. Türkçe’ye Şiir Nasıl Yazılır adıyla çevrilen kitabında Sergey Yesenin’in intihar öncesi bıraktığı şiirin olumsuz etkilerini kırmak amacıyla, bir “ruh mühendisliği” üstlenerek yazdığı karşılık şiirin oluşum sürecini anlatır. Arada başka şiirlerine de değinir. Örneğin, ünlü uzun şiiri “Pantolonlu Bulut”un adını nasıl bulduğunu şöyle hikâye ediyor: “1913 sıralarında bir kadın arkadaşıma bağlılığımı kanıtlamak üzere Sratov’dan Moskova’ya dönerken, benim ‘bir erkek değil, pantolon giymiş bir bulut’ olduğumu söyledim ona. Söyler söylemez de bunun bir şiirde kullanılabileceğini düşündüm.” ‘ŞİİR HİKÂYELERİ’NİN ARDINDA Şiirin hikâye tarafını sadece şairi anlatmaz kuşkusuz, eleştirmen ve araştırmacıların da ilgi alanında bir konudur. Ancak, edebiyatımızda “şiirlerin hikâyesi”nden çok “şairlerin hikâyesi” anlatılmıştır, bu şair hikâyelerinde, kimi şiirlerin oluşum hikâyelerini de bulabiliyoruz. Tek bir şiirin hikâyesini anlatan yazılar daha seyrektir. Son yıllarda, Haluk Oral, tek bir şiirin hikâyesini anlatan yazılarıyla dikkat çekti. Belleklerde yer tutmuş kimi şiirlerin nasıl oluştuğunu, kimlerden ya da hangi olaylardan esinlenilerek ortaya çıktığını, Gösteri dergisinde yayımladığı yazılarında anlattı. Yazarına pek çok sahaf gezdirmiş, pek çok dergi ve kitap tozu yutturmuş olduğu belli olan bu yazılar, 2008’de Şiir Hikâyeleri adıyla ilginç bir kitaba dönüştü, üst üste basımları yapıldı (T. İş B. Kültür Yayınları). Haluk Oral, “Lavinia”nın salt bir şiir kişisi olmayıp canlı kanlı bir kişiliğe sahip oluşunu, Kurtuluş Savaşı Destanı’nın cezaevinde doğuş sürecini, Ahmed Arif’in dönüşünü, Melih Cevdet Anday’ın “Tohum” şiiriyle Garip’ten kopuşunu, ünlü “Efsane” şiiri çerçevesinde Orhan Veli Yahya Kemal muhabbetini, “Kaldırımlar” şiirinin Necip Fazıl’ın “kumar iptila”sı ile bağlantılarını ve hangi etkilerle doğduğunu, Orhan Kemal’in gençlik yılları romanlarının öncesini oluşturan “Hürriyet” şiirini, Orhan Veli’ye “Sere Serpe” şiirini yazdıran genç kadını, “O Belde” şiirinin sadeleştirilmesi çabalarını, Yahya Kemal’in Salim Rıza için yazdığı rübainin hikâyesini, Oğuz Atay’ın bir dönem hayat arkadaşı olan Sevin Seydi’nin hikâyesini, ayrıca tüm metinlerin basım maceralarını ve geçirdikleri değişimleri, etkili bir “hikâye” üslubuyla okura aktarıyor. Oral, ikinci kitabında konuyu “münhasıran” Orhan Veli’ye ayırdı ve onu, şiirlerinin oluşum süreçleri içinde ve belgelerle bir “roman kahramanı” olarak yeniden kurguladı (Bir Roman Kahramanı Orhan Veli, Yapı Kredi Y. 2018). Bu tür metinlerin, salt heyecan verici hikâyeler olarak kalmayıp, aynı zamanda önemli eleştirel / poetik katkılar sağladığını da unutmayalım... n 8 6 Haziran 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle