29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ALI ÖZUYAR’DAN ‘HARICIYE KORIDORLARINDA SINEMA’ Beyaz perdenin politika hâli Hariciye Koridorlarında Sinema, Cumhuriyet Dönemi’nin kırılgan diplomatik süreçlerine yansıyan filmlerin politik hamle malzemesi hâline geldiklerine odaklanıyor. HAKAN TİMUÇİN S inemanın aynı zamanda politik bir malzeme olarak da kullanıldığı çok uzun zamandan beri bir sır değil. Bu konu gündeme geldiğinde pek çok kimsenin aklına Hollywood yapımı filmler ve bu filmlerin çağrıştırdığı imgeler gelecektir. ABD’nin sinemayı, özellikle yakın geçmişte yaşanan kimi olaylar hakkında algı yaratmak, dış politikada kendine zemin yaratmak için kullandığı tezi, bu doğrultuda güçlü bir çıkarım olarak öne çıkacaktır. Peki, sorunun bundan çok daha eskiye da yandığını ve sadece Hollywood yapımı filmleri kapsamadığını söylersek… Daha doğrusu bunu söyleyen Ali Özuyar. Hariciye Koridorlarında Sinema adlı kitabında Uyar, konuya biraz olsun daha geniş çerçeveden bakabilecek bir perspektif kazandırma uğraşında okuruna. Kitabın alt başlığı aslında kapsama dair çok şey anlatıyor: “Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Sinemanın Politik Gücü”. Bu dönemde sinemanın Türkiye’nin dış ilişkilerindeki rolüne dair önemli gelişmeler; ‘TürkSovyet’, ‘TürkAmerikan’, ‘TürkAlman’, ‘TürkYugoslav’ ve ‘TürkBulgar’ ilişkileri bağlamında, beş bölüm hâlinde ele alınıyor kitapta.  Tam da bu nedenle derdini, öncelikle devrin politik atmosferini yansıtarak vermeye başlıyor Özuyar. Yeni kurulan devletle ilişkilerini “eskisi gibi” devam ettirmeye çalışan özellikle Batı dünyasının ise kitabın bu bölümünde kapladığı alan epey geniş. Çünkü işleyişin eskisi gibi olması demek, Batı’nın genç Türkiye Cumhuriyeti’nin iç işlerine kolayca müdahale edebilmesi anlamını da taşıyor. Fakat bu çarpık ekseni geliştirilecek, değiştire cek kültürelpolitik hamleler gecikmez ve işler çok da uzun sayılmayacak fakat zorlu bir süreçten normalleşmeye başlar. ÖNEMLİ BİR KAYNAK Ali Özuyar da bu kırılgan denebilecek diplomatik süreçlere ve bu süreçlere yansıyan filmlere, bu filmlerin rollerine ve hangi bağlamda politik hamle malzemesi hâline geldiklerine odaklanıyor kitabında ve sonuç olarak da ortaya Erken Cumhuriyet Dönemi’nin çok bilinmeyen dürüst olalım çok da merak edilmeyen yönlerine ışık tutan bir çalışma çıkıyor. Daha önce bakılmayan bir yere baktığından ve ele aldığı konuyu belgeleriyle, görselleriyle, derinlemesine ortaya koyduğundan önemli bir kaynak Hariciye Koridorlarında Sinema. Dahası; ön açıcı, ardından gelenlere yol gösterici, ilgi çekici… Kitap, hemen yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye’nin beş ülkeyle ilişkileri bağlamında ele alıyor konuyu. Bu kapsam daha da geniş tutulabilir miydi? Elbette... Ancak yazar durumu dil ve arşiv zorlukları olarak açıklıyor. Hemen yukarıdaki cümlelerde kitap için “ön açıcı” denmesinin nedeni de bu. Bu dil ve arşiv zoruluklarını aşabilenler için nasıl bir yol izleneceğine dair örnek bir kitap olarak da öne çıkıyor Özuyar’ın çalışması. Üstelik ilgi çeken kapsamıyla hem meraklılara hem araştırmacılara hitap edebilecek denli kapsayıcı bir dil ve yolla hareket ediyor yazar kitap boyunca. n Hariciye Koridorlarında Sinema Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Sinemanın Politik Gücü / Ali Özuyar / Yapı Kredi Yayınları / 208 s. SÂDIK HIDÂYET’IN ÜNLÜ ROMANI KÖR BAYKUŞ BU KEZ ANADILINDEN ÇEVRILDI Uyku, Uyanıklık ve Berzah İlk kez Farsça’dan dilimize çevrilen Kör Baykuş, anlaşılmak için çırpınan ve adı sanı bilinmeyen bir kahramanın çevresine duyduğu kinin içinde boğulmasını anlatıyor. BUSE ÖZLEM BAY Ah, ah, ne kadar da çok hikâye var; çocukluğa, aşka, sevişmeye, düğüne ve ölüme dair… Ama hiçbiri gerçek değil.’ Sâdık Hidâyet romanı Kör Baykuş’ta, isimsiz kahramanının anlatılarıyla tanıştırıyor bizi. Bu anlatıların bazıları gerçek, bazıları rüya ama hangisi hangisine karşılık geliyor bilmek mümkün değil. Peki, bilmeye gerek var mı? Biz nasıl algılamak istersek her şey o algının kalıbına girecek. Biz gerçek ya da hayal olarak adlandırdığımız kovalarla kumları şekillendirirken, evren de bizim bu çocuk halimize tekinsizce gülecek. Kör Baykuş’un adı sanı bilinmeyen bir kah ramanı var, bir “uyumsuz”. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ında olduğu gibi kendini anlatan, anlaşılmak için çırpınan ve çırpındıkça çevresine duyduğu kinin içinde boğulan bir karakter. Biri 1800’lerin Rusya’sına, öteki 1930’ların İran’ına ait, ama dertleri aynı. Bunun gayet trajikomik olduğu söylenebilir. İnsanlar olarak dünyanın neresinde olursak olalım tek arzumuz anlaşılmak. İmkânsız bir istek yaratıp her gün onun içini doldurmaya çalışacağız sonrasında. Altı delik bir şişeye su doldurmak misali... KENDİNİ ANLATMAK Karakterimiz de anlatmaya karar veriyor, ama tek gayesi kendini anlamak. Kendini tanımadan, gölgesini anlamadan ölmek istemiyor. Gördüğü kâbusları, annesini, babasını, amcasını, dadısını ve “kaltak” dediği ka rısını anlatıyor. Sonra hepsi birbirine giriyor, ayırt edilemez bir desen oluyor. Her şey bu kadar birbirine aitken yine de birbirine bir o kadar yabancı olabiliyor. Modern birey, toplumda kendine yer bulamıyor, yargılanıyor ve dışlanıyor. Toplum bir düşman haline geliyor, “ayaktakımı” ya da “ahmaklar” oluyor. Roman boyunca bireyin gözünden ailenin ve büyük ölçekte toplumun bireyi nasıl sıkıştırdığına şahit oluyoruz. Ama şaşırmıyoruz. Kör Baykuş’un, İran’da sansüre uğradığını hatırlıyoruz. Sâdık Hidâyet’in kendi topraklarında anlaşılamadığını, evini anlatırken evine ait olamadığını... Ve ev “anne kucağı” ya da “güven” demekken, evin odaları karanlıklaşıyor. Karakterimiz de böylece odasını hapishane gi bi görmeye başlıyor. Ara sıra karşısına çıkan küçük pencereler duvar oluyor. . Romanın İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni baskısının çevirmenliğini de üstlenen Ali Fuat Bilkan’ın kitabın sonsözünde de belirttiği gibi, romanda “ölüm” teması da büyük bir yer kaplıyor. Hasta olan ve bu hastalığın onu daha da ötekileştirdiği karakterimiz elbette ki ölümü asıl dertlerinden biri yapıyor. İnsanın yaşayan bir ölü olması fikri, insan cinayeti ve hayvan cinayetleri kitapta sıkça tekrarlanan bir konu haline geliyor. Ayrıca uykunun da geçici bir ölüm hali olduğunu ve rüyaların da, aslında bu ölüm halindeyken canlı olduğumuzu sandığımız küçük anlar olduğunu düşünürsek; roman, bu ölüm temasını daha da baskın hale getiriyor. Böylece romandaki selvi ağacının altında oturan ihtiyar figürünün, karakter tarafından neden tehdit olarak algılandığını anlayabiliyoruz, çünkü hem figürün yaşlılığı hem de bir mezarlık ağacı olan selvi, kendini tanımadan ölmek istemeyen karakterimize ölümün yakınlığını hatırlatıyor. Kitabın bu baskısının kapağında kullanılan ihtiyar resminin adının Ah, Gençlik Geçti Gitti olması da sanırım tüm romanı özetlemeye yetiyor.n Kör Baykuş / Sâdık Hidâyet / Çeviren: Ali Fuat Bilkan / İletişim Yay. / 111 s. / 2019 6 Haziran 2019 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle