08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MERHABA İnsan çağında felsefe Pek anlamamakla birlikte felsefe kitaplarını ara sıra karıştırmaktan, okumaktan hoşlanıyorum. Anlaşılır ve düzgün bir Türkçeyle yazılmış ya da çevrilmiş olanları özellikle ilgimi çekiyor, çünkü ‘Türkçe felsefe dili değildir’ diyenleri çekemiyorum. A lain Badiou ile JeanLuc Nancy’nin Alman Felsefesi Üstüne Diyalog’unu (Metis Yay. 2017, Çev: A. Nüvit Bingöl, Levent Konca) okudum bu hava içinde. Söyleşi olduğu için görece kolay geçti okumam. İki Fransızın 2016’da Alman felsefesi üzerine Berlin’de söyleşmesi. Almanya ile Fransa geçmişte çatışmış, savaşmış olsalar da romantizm döneminden beri sanat ve felsefede birbirini etkilemiş, giderek tamamlamıştır. Söyleşi bunu doğruluyor. ‘Bir Fransız ile bir Alman söyleşseydi, nasıl olurdu acaba?’ sorusuyla kapattım kitabı. Edindiğim bilgiler, fikirler kadar ilgimi çeken şey, moderatör Jan Völker’in “Felsefe ile toplum arasındaki ilişkinin acil bir mesele olduğuna” vurgu yapması. Söyleşiye yazdığı son sözde de bu konuyu ele alır Völker, “Felsefe daima hayata biraz uzak ve kibirlidir, bu da dost kazandırmaz ona” der. Oysa, ona göre, “Felsefe, kamusal konuşmaya muhtaçtır (...) özünde kamusal bir olaydır”. Bu nedenle Völker’in söyleşileri sevdiği anlaşılıyor, diyor ki: “Sokrates’in tüm felsefesi karşılıklı konuşmalardan oluşur”. Felsefe, uzak olmasa bile, neden uzak görünür benim gibi fanilere? Cenevreli filozof Jeanne Hersch’in Felsefi Şaşırma kitabına bakıyorum. Hersch, çağdaş felsefenin asal görevlerinden birini yapmayarak, bilim ile tekniğin ilerlemeleri üzerinde yeterince yoğunlaşmadığını, oysa insan, budun, toplum ve dil bilimlerinin gelişerek çağdaş sorunlarını ele aldıklarını öne sürüyor. Hersch bunları yazalı belki kırk yıl olmuş. Haksızlık etmeyelim: anılan bilimlerle de ilişki kurarak, Hersch’in sözünü ettiği boşluğu doldurmaya yönelen felseficiler var. BİR FRANSIZ BİR ALMAN Bu yönelime bir örnek. Hem de bir Fransız ile bir Almanın 2016 yılındaki söyleşisi. Fransız olan Bernard Stiegler. Bizde pek bilinmiyor (galiba sadece bir kitabı çevrildi). Komünizmden ve sokaktan gelme bir düşünür. Teknik ve Zaman yapıtıyla ünlü. Öteden beri ihmal edildiğini öne sürdüğü teknoloji, internet konularını felsefe alanına yerleştirmiş. Alman konuşmacıysa Peter Sloterdijk. Ünü dolayısıyla biraz üzerinde duralım.1983 yılında Sinik Aklın Eleştirisi kitabıyla ün kazanmıştı. Yıl lar geçtikçe binlerce sayfa yazdı. Konferanslar, TV programları, demeçler derken ününe süper star denilecek kadar ün kattı. Mustafa Tüzel’in güzel Türkçesinden bildiğimiz İnsanat Bahçesi İçin Kurallar’ındaki (2001, Everest) hümanizma eleştirisi nedeniyle Habermas ile çatışmasından da yararlandı, reklam için. En ünlü yapıtı Küreler (sfer) başlıklı 2500 sayfalık üçlemesi. Bu yapıt hakkında Oktay Taftalı’nın güzel bir yazısını okumuştum: P. Sloterdijk’de Varlık Problemine Giriş Denemesi (Kutadgubilik, Ekim 2004). Ana rahminden başlayıp atmosferin yuvarlaklığına kadar insanın küreler içinde yaşadığını, kürelerde güven duyduğunu, ancak Taftalı’nın diliyle, “o eski güvenli ve kapsayıcı gökkubbe(nin) bir daha geri gelmemek üzere gittiğini” anlatır. Vaktiyle AVM’leri kapitalizmin tapınağı olarak gördüğüm bir deneme yazmıştım. O vesileyle Sloterdijk’in de ilk dünya ticaret fuarının düzenlendiği Crystal Palace’ı kapitalizmin iç dünyasının metaforu olarak aldığı kitabını zevkle okumuştum (Türkçesi: Kapitalist Dünyanın İç Evreninde, Kırmızı Yay. 2008, Çev: İlknur Aka). Bu iki filozof, Türkçeye güzel bir şekilde ‘insan çağı’ diye aktardığımız ‘antroposen çağı’nda neler yapılabileceğini tartışıyor. Ben buna, ‘insanın, dünyanın canına okuduğu çağ’ diyorum. Tartışma, tahmin edileceği üzere, Heidegger’in gölgesinde geçiyor. Heidegger, teknoloji için “varlığın üstünü örtüyor” demiş. Bence teknoloji artık varlığa eklemlendi, insanın da cansız organı oldu. Kabaca söylersek, dünya ve Gaia denilen sistemle teknolojiyi aradan çıkarıp barışamayız. İki filozof önce insan çağının nasıl oluştuğunu ele alıyor. Benim aklıma Stiegler’in dedikleri daha çok yattı. Stiegler sorunun kapitalizm olduğunu vurguluyor. Aral gölünü sözde komünist sistemin yok ettiğini de unutmamak gerek. Sorun toplumun, üretimin, tüketimin örgütleniş ve yönetiliş biçimlerinde. Sloterdijk sorunun belirlenmesinde daha soyut kalmış bence. Stiegler’e karşı tutucu kanat temsilcisi gibi. Zaten, Merkel’in Suriyeli mülteciler politikasına karşı çıktığı için aşırı sağın ekmeğine yağ sürdüğü öne sürülüyor (Bence ulus devlet küresini mültecilerden bağışık tutmaya çalışarak kendi kuramına uygun davranıyor.) Ancak, neler yapılacağı konusunda ikisi de birbirinden aşağı kalmıyor. Sloterdijk’in, Rilke esinli “Hayatını Değiştirmek Zorundasın” başlıklı bir kitabı var, yok satmış. Antropoteknik denilen yöntemlerle insanları değiştirici öneriler yapıyor. Bir bakıma, ‘Tanrım beni baştan yarat’ yerine ‘ben kendimi baştan yaparım’ diyor. Tanrı da ‘Hadi bakalım!’ diyordur herhalde. Felsefenin fildişi bir kulede değil, canlı kültür dünyasında yaşadığını, insan çağına karşı Varlığı korumaya “angaje” olduğunu görmek sevindirici. Yeter mi bu? Antroposen kangrene dönüşmek üzere... Sloterdijk işini inanmadan yapan modern insana “sinik” der, iktidara yalnız sözüyle değil, yaşaması, gövdesiyle karşı çıkan sokak adamı Diyojen’e ise “kinik”. Bu devirde Diyojen çıkar mı? Sloterdijk ‘evet” diyor, ama... Gene de, Greta Thunberg gibi gençleri gördükçe pes etmemek, sinik bir şekilde içe kapanmamak, felsefenin de sokağa çıkması gerekiyor. n Bu sayımızda ağırlıklı olarak 2019 yılı Yunus Nadi Ödüllerini kazananlarla, kitaplarını tanıtıyoruz. 1946’dan bu yana düzenli olarak verilen Yunus Nadi Ödülleri 74 yaşında. Dile kolay, bunca zaman ülkenin kültür ve edebiyat dünyasının saygın bir ödül kurumu olarak kalabilmek. Bunun ardında elbet Cumhuriyet gazetesinin günlük siyasetten bağımsız yayın politikası, seçici kurullarının saygınlığı ve ödül sonuçlarının hep adaletle belirlenmiş olması yatıyor. Yunus Nadi Ödüllerinin bir özelliği de her dönemde kültür dünyamızın, aydın ve sanatçılarımızın yakın ilgisini görmüş olması. Bu nedenle de Yunus Nadi Ödülleri her yıl, o dönemin kültür ve edebiyatının da bir yansıması olmuştur. Nasıl ki, diyelim 1958 yılının, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vâlâ Nurettin, Cevat Fehmi Başkut, Orhan Kemal, Haldun Taner ve Behçet Necatigil’den oluşan seçici kurulu Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü ile Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı arasında uzun tartışmalardan sonra bir karara varabilmişse, bugünün seçici kurulları da günümüzün önde gelen yapıtlarını böyle değerlendirdi. Sayfalar boyu, Yunus Nadi Ödülünü kazanan yazarlarla yapılan söyleşileri okurken hem bu yazarlarımızı hem de ödül kazanan yapıtlarını daha yakından tanıyacaksınız. KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Yayın Yönetmeni: Turgay Fişekçi l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. [email protected] [email protected] twitter: www.twitter.com/CumKitap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle