Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TUĞRUL KESKİN’DEN “KAVİL” ‘Aşk elbette politiktir’ Tuğrul Keskin, hayatın sahici tarafında konumlanmaya özen gösteren bir şair. Bireysel aranışlarında insanî özü açığa çıkarırken aslında toplumun bütününü irdeleyip herkesi dinliyor. Duyumsadıkları üzerinden yazıyor şiirlerini ve bu şiirler insana verilmiş bir söze dönüşüyor. Yeni kitabı “Kavil” de öyle. Eşzamanlı ve artzamanlı olgu ve olayların oluşturduğu duyarlıkla yazılmış şiirler bulunuyor kitapta. Yeni kitabını ve hayatı konuştuk Keskin’le. veysel çolak H ayatın ürettiği izleklerin bütününü yazmaya çalışıyorsun ama bunlardan aşk öne çıkıyor. Kavil’de de öyle. Kızının adını da Asya Şiir Keskin koymuşsun. Baş harfleri birleştirince ‘aşk’ sözcüğü oluşuyor. Sende aşkın politik içeriği nedir? n Hatırlarsan, Karl Marx’ın şu sözünü çok sık kullanırdık eskiden: “Aşk, en politik gizli örgüttür.” Bunu, o yıllarda hayatlarımızın pek çok alanına müdahale eden, sınırlayan faşizmden korunmak için söyler ve inanırdık! Çünkü faşizm, her şeyimizi alabilirdi; bedenlerimizi, özgürlüğümüzü. Fakat faşizm, iki insanın birbirini seven yüreğine ve sevenlerin bir davayı sevme yürekliliğine dokunamazdı! İşte bu çok büyülü bir söyleyişti o yıllar için. O yıllar... Benim şiirlerimi yeni kurduğum ve senin bir hayli yol aldığın yıllar... Sen Malatya’da Yozgat’ta, Ağrı’da sürgündün, ben İzmir’de bir işsiz çocuk! Aşkın varlığına, yani “aşka âşık” ve şiire sevdalı bir çocuk! Aşkı yazardık, hatırlar mısın? Yürekler dolusu aşkı yazardık ama yolumuz her defasında; çığlıklar dolusu, mahpushaneler, evler, kahveler, sokaklar dolusu acılara çıkardı. Çünkü acıyı öğrenmiştik şiir yazmaya başlamadan önce. Acı en öncelikli, en belirleyici belleğimizdi. Bunun için belki de tutar, acıları aşk sanırdık. Büyük acılar, daha büyük aşktı! Belki de bundandı; ne zaman yumuşacık bir duygudan, incecik bir aşktan söz edecek olsak, hemen politik olanı hatırlayıp ayağa kalkışımız! Yani aşk, bu dünyadaki varoluş sebebimizdi... Yine de son yıllarda acının poli tik, aşkınsa poetik yamacına yaslanmaya çalışıyorum. Çünkü bu yurdun içinde birlikte yaşadığımız insanlar ve aşklarımız sonsuza kadar bizimdir! Senin bir dizenle söylersem; “Aşktır ve böyledir, bundan dünyanın ıslanması...” da olabilir! “UMUT İNSANI YAŞATAN BİR DUYGU” n Bu söylediklerine bakarak aşkın yer aldığı dizelerin, politik şiirler olduğu sonucuna varabiliriz. n Aşk elbette politiktir. Siyasi tarih aşka kıyan cinayetlerle dolu. Dinler, aşka sınırlar çizen bir işleyiş gösterir daima. Aşk, insanı özgürleştirdiği için siyasi iktidarlar, bir devrim gibi yaşanan aşklardan ürker. Bu nedenle de siyasal, dinsel yaptırımlar getirilir. Bu söylediklerim çerçevesinde yazılan her aşk şiiri politik bir içerik taşıyacaktır. Gene senin sözünle “en politik şiirler, aşk şiileridir.” n Günlük yaşantıda her şeyi yoğunluğuna içselleştirip yaşıyorsun. Bunda duyguyoğun bir insan oluşunun de etkisi var. Tacir ve Cinayet’te (1994), analoji yaparak söylersem silah fabrikasında çalışmak zorunda kalmış bir devrimcinin bungunluğunu anlatmıştın. Kavil’de de benzer sıkıntılar var. ‘Hiç’mişim’ adlı şiirde, “elli dört yıldır yazmayan kalemle aldanmaktayım / yeni bilmem ki meğer, hiç’i kanımla yazmaktayım / damardan sızanla ıpıslak olmuş üstümdeki patiska / acı ki bu yapışkan ıslaklığı yaşamak sanmaktayım...” diyorsun. Sen, aslında umudun şairisin. Seni bu şiirdeki noktaya taşıyan etkenler nedir? n “Umut” insanı yaşatan bir duygu! Çünkü hayat kaygan, yapışkan bir şey... Hangi yanından tutsan öteki yanı acıyor. Bunca kötülük karşısında, bunca örgütsüz ve darmadağınık olmaktan ötürü, yazık ki bizlerin payına da hep umut düşüyor ve bizler umutlanırken kimi şeylere, umutlardan nefret edenler, bizim umutlarımızla aldatıyor yine bizi. İşte burası bendeki kırılma noktası sanırım. Umutsuzluğa düşüyorum, teslim olmuyorum yine de! Teslim etmiyorum şiirimi umutsuzluğun kara efendilerine. İşte bu tutum alış, benim şiirimi yeniden duygu yükselişine, umuda götürüyor sanırım. Umut, insanı eylemeli kılar, düştüğü yerden kalkmasını sağlar, yılmasını engeller. “GERİYE DÖNÜP BAKMALARI SEVİYORUM” n Tene düşmüş köz gibi algılıyorsun şiiri. İyi şairlerin bütün karakteristik özelliklerini bir araya getirerek yazmışsın sanki Kavil’deki dizeleri. Gelenek sorununa, bir şairin kendinden önceki şairlerle olan poetik ilişkisine nasıl bakıyorsun? n Kuşkusuz hayatı hep ileriye dönük yaşarız. Şiirlerimiz çoğu zaman gelecek içindir. Fakat geriye dönüp bakmazsak anlayamayız. “Geçmişi olmayanın geleceği olmaz” diyor bizden öncekiler. Ben geriye dönüp bakmaları, hatta uzun uzun bakmaları seviyorum. Kendimden önce yazılan şiirin ne olduğunu dehşetle merak ediyorum. Bunun için ki okuyorum, çok okuyorum... Kendime çıta olarak aldığım şairler var, yazdığım şiirlerde onlara yaklaşmaktan hoşlanıyor, yaklaşmadığını düşündüğüm şiirleri yeniden, yeniden çalışıyorum... Göğün altında söylenmedik bir sözün kalmadığına inananlardanım. Gerçekten göğün altında söylenmedik bir söz kalmış mıdır? Öyleyse geleneği yeni ve devrimci bir tarzla dönüştürmek gerek mez mi? Nâzım’ın “Putları kırıyoruz” sözünü, “putları yok ediyoruz” diye anlayacak değiliz herhâlde. O putların içindeki öz, cevahir neyse onu çoğaltmak için kırdık o putları. Cemal Süreya ‘Folklor Şiire Düşman’ adlı makalesi, geleneğin sınırlarını belirlemişti. O makalede halk edebiyatının bütün bütüne şiiri belirleyemeyeceğine vurgu yapılıyor. Bu her gelen şaire, geleneği dönüştürme görevi yüklüyor. Böyle bakılınca geleneksel şiirin kalıplarının kırılması gerekirdi, değilse söylenecek söz biterdi herhâlde! Şiirim, geleneksel şiirimizin içinde gezindikçe bu şiir kalıtının metaforlarını, imajını çoğaltıyor, imgesini yaşamın içlerine, yaşayanın kalbine taşıyor, buna inanarak yazıyorum! n Yakın çevreni başat bir öğe olarak Kavil’deki şiirlerde yoğun bir duyarlıkla dile getirmişsin. Eşin Hatice, kızların Aras Nehir ve Asya Şiir güzel şiirler yazdırmış sana. Behçet Necatigil’in ev şiirleri gibi sıcak ve kuşatıcı şiirler. Ev, eş, çocuk; şiir için verimli bir alan olarak değerlendirilebilir mi? Yazdıkların, öyle olduğunu gösteriyor. Ne dersin? n Veysel’can gariptir, bu yerellik denilen şeyin aslında ulusal değerlerden daha çok evsel değerlere vurgu olduğunu bu şiirlerle kavradım. Bence yerellik bu! Evdeki insan kalbinin en sıcak yanı... Bir evdeki insanlardan hareket edince aslında bütün evlerdeki insanlardan hareket ediyorsun ve oradan da bütün evrendeki evlerle kucaklaşıyorsun. İşte bunu değerli buluyorum. Evler, insanların sığınakları ve sokaklar kadar değerli şiir alanları, böyle düşünüyorum. n Kavil / Tuğrul Keskin / Everest Yayınları / 110 s. 6 3 Ocak 2019 KItap