28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Yılanın dişlerinden ışık çakıyor’ New York’a göç etmiş, İrlandalı Katolik bir ailenin çocuğu John Montague (19292016). 1929 Ekonomik Buhranı’nda ailesinin İrlanda’daki çiftliğine geri yolladığı ozan ve yazar Montague, eğitiminin büyük bölümünü St. Patrick’s College ve College Dublin’de sürdürür; Yale ve California Üniversitelerine devam eder. Robert Penn Warren ile okul arkadaşı olan ozan Paris’e yerleşerek Irish Times’ın Paris muhabiri olur, oyun yazarı Samuel Beckett ile yakın arkadaşlık kurar. Fransız şiiri çevirmeni de olan ozan; öykü, kısa roman, anı, deneme gibi türlerde ürün vermiştir. Gezi, sürgün, kişisel yitimler ile ulusal kimlik gibi izlekleri işleyen şiirlerinde Kuzey İrlanda’dan insan manzaraları, Kapalıkayalar (dolmenler) gibi çocukluğunu sarıp çevreleyen anıt insanlar, töreler, toplumsal, dinsel çelişkiler, ülküselleştirilmiş eski İrlanda düşüncesiyle gündelik İrlanda yaşamının gerçekliği arasındaki karşıtlıkları buluruz. Şiirinde sinematografik bir anlatımı benimseyen Montague, yerleri ve durumları gerçek yaşamdan canlı imgelerle sunar. Birçok onur ödülü alan ozan 1998’de ilk İrlanda şiiri profesörü olmuştur. 2016 Aralık ayında ölen ozan, bu yıl 7 Aralık’ta, doksanıncı yaşgününde Poetry Ireland’da dostlarıyla anıldı. JOHN MONTAGUE / ŞİİRLER / ÇEVİREN: AYŞE NİHAL AKBULUT ÂDEM ELMASI Kadının teni pürüzsüz şeftali ya da elma çiçeği gibi ya da yılan derisi Yılanın dişlerinden ışık çakıyor, meyve parıldıyor aynı ılıklıkla avucunda kadının hep ışıldadığı gibi kutsal ağaçta. Adam tadını çıkartarak öylesine usul usul yiyor ki, meyve sonsuza dek boğazımızda kalıyor. EŞLİK Yalnız bir gün Aralığın biri yağmur çisil çisil yine bahçeye hafifçe iniyor ve köpekler koyu renk döşemelere serilmiş uyuyor bugün bavulları açıyorum bir yolculuktan ötekine derken başka bir yolculuk için yeniden yapıyorum ve şiirler okuyorum bir yandan uzak geçmişten kalan sözcükler onca eskiden çıkıp gelen hafif göçmenler bu usulca inen yağmurun çisiltisi içinden PSİŞİK CERRAHİ İnsan kimi zaman kafasını tıpkı yıpranmış ya da eğilmiş bir miğfer gibi, tam ensesinden ve köprücük kemiğinden koparıp sağlamca oturtabilmeli yere akıp giden bir ırmağın yatağına duru, temiz, soğuk su çağlamalı yolunu çizerek ve köpürerek bozulmuş ve bayat bölmelerinden beynin, körelmiş kulak zarları, kızarmış göz çukurları, uyuşmuş burun delikleri, yarı aralık, derken yeniden alıp yerleştirebilmeli kaidesine, omuzların arasına: yerine sıkıca oturtarak, kuşkusuz, yıkanmış teni ve ağzı, durulanmış ve hazırlanmış gözlerin bilyelerini sevdaya, geleceği okumaya. MURPHY MANCHESTER’DA Karmakarışık bir düşe uyanır, tekneler, martılar, Ve şimdiki yeni yaşamı tümüyle başıboş yüzerek Ansızın yükselir bilincine sarsılarak raylardan. O uzun ilk gün boyunca Sürter sokaklarda, dostlarının izini sürer, bakakalır anıtlara ağzı beş karış açık ve üreticilere, kılıç kuşanmış generallere. Tezgâhından geçerken bir manavın, Meyveler sergilenen, duraklar Yamru yumru bir patatese dalarak İnceler sevgiyi andıran bir duyguyla. Öğle vakti, bir kafede, Fark eder elleriyle ayaklarının Büyüdüğünü, yabancı ülkeler gibi olduğunu. Büyük kent karanlıktır, gürültüdür İçinden ışıltılı kızların geçtiği Öteki çocukların parlak oyuncakları gibi. Çok geçmeden düdüğü çalan fabrika Üstüne kilitlenecek: Yarı uyanan anılarla pişmanlıklar O demir gürültüde boğulup silinecek. KEÇİ YOLLARI İki ayrı bahçemiz vardı. Yola bakan gerçek bir çiçek bahçesi (bizim minyatür Babilimiz). Winifred Teyzemle açıp döşediğimiz keçi yolları, çakıllarla desteklediğimiz; kırık boyalı seramik parçalarıyla; eski bir patates kazanı; kararmış metal bir tencere, şimdi taçyapraklarıyla parıldıyor. Defne, hurma çalılıkları. Havada salınan şimşir kokusu. Çiçeğe durmuş leylağın içinde çömelince, ana yolu görürdüm, yaşlı Lynch’in kovasıyla, ıslık çala çala pınara gidişini, havuç saçlı oğullarının önlerine katıp sağmal inekleri götürüp getirişlerini: gitgide artan araba uğultusunu. Bir de, arkadaki sebze bahçesi, yastıklarını şişiren sıra sıra baklalar, minicik sımsıkı kıvırcıkların çıtır çıtır tazeliği, çiçeğe erken duran patateslerin üzerinde, incecik yeşil bezelyeler, kaba havuç öbekleri, yabani havuçlar, maydanozun kırılganlığı, serin serin nane kokusu. Tel örgüsüne tırmanan mis kokulu ıtırşahînin sarıp örttüğü, yazın leş gibi kokan, dışı ziftlenmiş keçi kaşşağı, boş bırakılmış, taş yığılı bir köşede. Bir de, kenardaki çayırlıkta, telle iyice kuşatılmış tavuk yolu, cikcikleyen tüy topları birbiri ardından güneşe çıkar madeni analarından mazotla çalışan bir kuluçka makinasıhep tehlike içinde yağmacı kediden ya da sinsi, aç tilkiden: ben, küçük korumacıları. İki bahçe, öndeki güzellik için, arkadaki işe yarasın diye. Şimdi uykuya dalmadan, ikisinde de dolanıyorum ve yine mevsimlerden yaz, gençliğin uzun yazlarından küçük keçiyolları izliyorum büyümeden başım dönmüş: konuşmaya ya da yardıma eğildiğimde teyzeme çiçekler ceketime takılıyor; bitkileri okşayan nasırlı elleri bir kızınki gibi narin. n 22 3 Ocak 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle