Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> üzerine ceketini alıp evden ayrılarak bir otel odasına yerleşecek, ölümüne dek hayatını otel odalarında sürdürecek, iki kızını da ancak elli yıl sonra bir daha görebilecektir. Vâlâ Nurettin ve Nail Çakırhan da gençlik yıllarında Sovyetler Birliği’nde okurken orada Rus kadınlarla evlenip çocuk sahibi olmuş sonra da onları bir daha görememiştir. TEFRİKALAR, ÖDÜLLER VE ÇEVİRİLER Şairlerin siyasetle ilişkisi de ilginç olayların yaşanmasına yol açmıştır. Adı Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile özdeşleşen Nâzım Hikmet, görüş ayrılıkları nedeniyle partiden uzaklaştırılınca yerine yeni bir “parti şairi” aranmaya başlanır. Bu isim Hasan İzzettin Dinamo’dur. O dönemde ağır polis baskısı nedeniyle bir araya gelemeyen partililer, Hasan İzzettin Dinamo’nun parti önderlerinden birinin kızıyla evlenmesi nedeniyle yapılan düğünde buluşmuş, düğün bir parti genel kuruluna dönüşmüştür. 1950’lerden 1980’lere uzanan tarihiyle Yeditepe dergisi ve yayınevi, şiir tarihimizde özel bir yer tutar. Şiir kitaplarının özenli baskılarla okurlara ulaşıp şairlerini mutlu edecek baskılara kavuşması, belki de ilk bu yayıneviyle olmuştur. Bugün her biri “bulunmaz değerde” bu kitaplar arasında nice güzellikler vardır. Refik Durbaş, 1978’de yayımlanan Çırak Aranıyor kitabı nedeniyle ertesi yılın Yeditepe Şiir Armağanı’na değer görülmüş, seçici kurul, ödül olarak kendisini Sirkeci’deki Şehir Lokantası’na “öğle rakısı”na götürmüş, hesabı kendi aralarında paylaşarak ödül kazanana hesap ödetmemiştir. İlginç bir ödül hikâyesi de Varlık dergisinin 1950’de açtığı çeviri şiir yarışmasına Çorum’dan katılan on dokuz yaşındaki Sait Maden’in Baudelaire çevirisiyle birincilik kazanmasıdır. Dergi kazananlarla birer konuşma yapacak ve fotoğraflarını basacaktır. Ancak Sait Maden, “Ben o çeviriyi yüzümün fotoğrafı ile değil, kafamın içindeki beyin ile yaptım” diyerek fotoğraf vermeyi reddedecektir. Arif Damar ise, 2000’lerin başında Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasında, o ayın edebiyat dergilerini tarayarak ayın şiirini seçip gerekçesiyle birlikte yayımlar. Ödül olarak ise şaire, tedavülden kalkmış madeni paralar gönderir. Refik Durbaş’a da ödül olarak dokuz lira yirmi beş kuruş yollamıştır. 1950’lerin ve 1960’ların gazetelerinde tefrika romanların özel bir önemi vardır. Gazetelerin düzenli okurları, büyük ölçüde yayımlanan tefrikaları merakla izleyenlerdir. Kimi tefrikalar günü gününe yazıldığından eski bölümlerle uyum göstermez, kimileri yazarının hastalanması ve ölmesi gibi nedenlerle başkaları tarafından sürdürülür. Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan “Anjelik” tefrikası, çevirmenin gazeteden ayrılmasıyla Erdoğan Tokmakçıoğlu tarafından yazılmaya başlanmış ancak dört yüz gündür hiç öpüşmeyen Anjelik’in birden her türlü aşk rezaletine karışması okurların büyük tepkisini çekmiştir. Orhan Kemal’in Sokaklardan Bir Kız romanı tefrika edilirken de romanın ana kahramanı Cevdet, cezaevine düşünce Abdülbaki Gölpınarlı, soluğu Orhan Kemal’in evinde alacak, kapıyı açan yazara, hâl hatır bile sormadan, “Ne olur bu çocuğu cezaevinden kurtar” diyecektir. Son Saat gazetesinin sahibi Selim Ragıp Emeç ise tefrikasını sürekli aksatan Kemalettin Şükrü’yü gazetenin muhasebe odasına hapsedecek, romanını bitirene kadar kendisine sadece pencereden yemek, çay ve kahve verilmesini emredecektir. RENKLİ HAYATLAR Refik Durbaş’ın anılar ve okumalarla bezeli kitabı, aslında karşımıza geçmişten günümüze ulaşan çok zengin bir “insan manzaraları” sergisi çıkarıyor. Bugünün okuru için kitabı ilginç kılan ise türlü öykülerle karşımıza çıkan bu insan zenginliğinin şimdilerde artık olmaması. O binbir renkli kişilikleriyle anılan insanlar artık yaşamıyor. Bugün böylesi anıların bu denli ilgi toplamasının temel nedeni ise artık günümüzdeki insan hayatının tekdüzeliği. Renksiz bir hayatı var, günümüz insanının. Belki yaşam koşulları daha rahat. Üşümeden, aç kalmadan yaşayabiliyorlar. Ama hayat yalnızca bunlar mı? Renklerin, kokuların, kültürün, sanatın içinde olmadığı bir hayata ne kadar “hayat” diyebiliriz? Geçmiş, hatta geçmiş de dememeli, yakın yılların edebiyatı, yani çağdaş edebiyatımız, yalnızca ortaya konan dev yapıtlarla değil, onları yaratan insan kişilikleriyle de bir efsane. Bu her biri ayrı bir efsane olan yaratıcıların hayatları, binbir renkli bahçeler olarak önümüzde. Kimi bize cesaretli olmayı öğretir, kimi utanmayı; kiminden cömert olmayı öğreniriz, kiminden hayatın kirleri karşısında nasıl temiz kalabileceğimizi... Bu yüzden edebiyatımız sadece kitap sayfalarında değil, hayat sayfalarında da sürer gider. Refik Durbaş’ın Edebiyat Anılarda Yaşar’ı bu iki sayfayı birleştirebilen yapıtlardan. Oktay Rifat’ın Âşık Merdiveni kitabı 1958’de yayımlandığında Metin Eloğlu, kendisiyle bir konuşma yapar. Şöyle söyler Oktay Rifat: “Âşık merdiveni bir bitkinin adıdır. Sıra sıra, ince yapraklı, herhangi bir saksı bitkisi. Kim bilir ona bu adı kim takmış? Ayırmış onu şebboydan, papatyadan... Ona bir tat, bir anlam aşılamış. Onu yaşayışımıza karıştırmış. Bitkiyi toprağa ekmek, yeşertmek kadar önemli bir iş bu. Şunu söylemek istiyorum: Bu bitkiye âşık merdiveni adını takan kişi ona sadece şiirce bir ad bulmakla kalmamış, o bitkinin kişiliğini, anlamını da yaratmış. Kısaca diyebiliriz ki gerçekten doğan şiir, bütün yaratıklar gibi boş durmuyor, yaratılır yaratılmaz yaratıcı oluyor.” Sonra da şunu ekler: “Şiir olmasaydı, yaşama dediğimiz oluşun çarklarından biri eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı ama insanlar sevişemez, öpüşemez, beğenemez, yarınların yeni düzenine şiirli dünyanın hızıyla kavuşamazdı.” n (1) Şiirin Gizli Tarihi, Refik Durbaş, Doğan Kitap, 2016, 334 s. Edebiyat Anılarda Yaşar / Refik Durbaş / Doğan Kitap / 240 s. KITAP 139 Ağustos 2018 AĞUSTOS 2018 Türkçe Edebiyat, 139 sayfa İlban Ertem’in dünyasından üç ayrı tefrika... Geceye karşı ışıl ışıl... İlban Ertem, Gırgır’la başlayan komik çizgili, underground eğilimli çizgi roman geleneğimizin öncülerinden. Yıllarca her ha a çizen, sürekli hikâye üreten, ne anlatacağı merak edilen bir usta… Bodrum’dan Pera’ya, oradan metropole, medya cangılına... Rüzgârın dinlediği bir aşk hikâyesinden “bi i o sevdalar” dedirten kirliliklere… Tekinsiz bir İstanbul. Pâre pâre duman. Cıgaralı sesler, sermayeler, çirkinler, erkeklik pozları, nabız gibi atan kadınlar ve dolanıp duran arzular. www.iletisim.com.tr iletisim@iletisim.com.tr vimeo.com/iletisim facebook.com/iletisimyayin twi er.com/iletisimyayin instagram.com/iletisimyayin