29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

36. ULUSLARARASI İSTANBUL KİTAP FUARI ONUR YAZARI Ayla Kutlu’ya dair... ‘O ilk defnenin kokusunu soluyabilmek’ için... TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği ’nin ortaklaşa hazırladığı 36. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 412 Kasım 2017 günleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre MerkeziBüyükçekmece’de düzenleniyor. Fuarın bu yılki Onur Yazarı ise Ayla Kutlu. Kutlu, 1976’dan beri yazdıklarıyla yer etti edebiyatımızda. Kaleminden çıkanlar nitelikli edebiyat ödüllerine değer görüldü. Yapıtları yabancı dillere çevrildi. Şimdi ise Kutlu, yazarlığının kırkıncı yılını aşmışken TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı olarak karşımızda. Faruk Şüyün, Ayla Kutlu’yla TÜYAP katılımcılarına verilmek üzere hazırlanan kitap için uzun bir söyleşi gerçekleştirdi. O söyleşinin bir bölümünü yayımlıyoruz... FARUK ŞÜYÜN B ir Ayla Kutlu kitabı yazacaksam, onun doğduğu topraklarda başlamalıydı. Dört öykü kitabında anlatmıştı kendisini besleyen kültürü, tarihi, doğayı, coğrafyasıyla Hatay’ı, Asi... Asi’de neredeyse bir asır boyunca Antakya vardı ve kitabımız, tabii ki oralarda, onun sözcükleriyle açılacaktı: “Antakya kültür, İskenderun ticaret kentidir. Kozmopolittir. Ben, kültürün yok edilse bile doğada bir biçimde çınlayarak dağıldığını ve ana topraklarından ayrılmadığını düşünen bir insanım. Örneğin, sesin de yittiğine inanmazdım. İlk kitabım Kaçış’ta da bunu yazdım. Bir yerlere gidiyordur, bir yerlerde birikiyordur; bu, sonsuza kadar yok olmaz. Bir yerde bekliyor. Şimdi o cep telefonlarından yapılan konuşmaların çözümlenmesi filan... Bunun bir gerçek olduğu anlaşıldı,” diye anlatıyor Ayla Kutlu. Kutlu’nun doğduğu topraklarda, Harbiye yolundayız, Defne Mahallesi’ndeki Yazar Ayla Kutlu Sokağı’na doğru gidiyoruz: “Harbiye yolunda sekiz yüz rahipten oluşan bir felsefe okulu varmış. Bunu yok eden kim, Edirne’yi kuran Hadrianus... Ya dünya görüşü yönünden ya belki felsefi inançları yüzünden burayı yok ediyor. Binayı yıktırıyor, bütün rahipleri öldürüyor ama o rahiplerin Antakya’nın kültürüne, havasına, suyuna kattığını ve duyguların şehre hâlâ duyarlı incelikler, halkına da daha hoş derinlikler bıraktığını düşünmeden edemiyorum.” ÇOCUK YAŞTA GÜNAHI YORUMLAMAK! “Bir de ben, çok küçük yaşta hayat, ölüm, ceza konusunda düşünmeye başladım,” diye devam ediyor Kutlu. “İnanmayabilirsiniz ama okula gitmeden önce bunları düşünüyor, günahı yorumluyordum. Cennete gitmek için ne yapmam gerektiğini, o güne kadar işlediğim günahları belki Allah’ın büyüyünce bağışlayacağını ama bir daha yapmamam gerektiğini düşünüyordum; hem de ciddi ciddi... Öyle bir yapım vardı, hâlâ da öyledir zaten. Çok şeyi düşünmek zorunda kaldığım için çok yorgun bir hafızam var... Hafızamda çok şey var. Annemin deyimiyle ‘at, orada durur.’ Görüyorsunuz şimdi hiçbir şeyi hatırlamıyorum, o ayrı dava! Dante’nin İlâhi Komedya’sı... Resimli olarak çevrilmiş, herhalde İtalyancası da resimliydi, o resimleri de almışlar kitabın içine. O kitabı çevirmeye başladım, biraz okumayı biliyorum ama okuyamayacak düzeydeyim. Resimlerin altlarını okuyup onları seyrediyorum... Sonra okula gittim, yine Dante’nin İlâhi Komedya’sına devam ettim. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğim sene İlahi Komedya’yı okudum. Ne anladım, onu bilmiyorum. Ama çok büyük bir günahtan, günahın insana çok büyük acılar vereceğinden çok korktum ve o yaşıma kadarki günahlarımı eğer Allah affederse bundan sonra günah işlememeliyim diye kesin karar verdim. Günah işlememeye karar verdim ama çok kısa bir zaman sonra bir şeyi fark ettim: Günah hangisi, hangisi değil? Meselâ ekmek tenceresinden ekmek çalmak günah mı? Anneme sorsam “Niye çalıyorsun, benden iste!” diyecek. Sormasam günahsa ne yaparım korkusu ve ben orada galiba sapıtmışım sanıyorum. Kitap okumam filan biraz kontrol altına alındı. Ama bizim evde başka bir şeyimiz yoktu ve hepimiz okumaya çok meraklı insanlardık. Anneniz okuyor, babanız okuyor siz de doğal olarak okuyorsunuz. Tabii çocuk kitabı yok. Ama babam mesela; iki çocuk dergisi vardı, hep onları alır getirirdi. Bana okuma yasaklandığı için abim okuduktan sonra bana tekrar okurdu. Başka okuyacak bir şey yok çünkü...” Onun ruhunu yıllardır okuduğum kitaplarındaki satır aralarından yakalamaya çalışıyordum. Ama işte en içten hâlleri ile hemen yanıbaşımdaydı... 1940’LARIN HARBİYE’Sİ Ayla Kutlu’nun yanına gelmeden önce, yaşamöyküsünün yirmi iki yılını anlattığı kitabı Zaman da Eskir’i hatmetmiştim; kitapta o yılların Harbiye’sini şöyle anlatıyordu: “1942 yılı sonları olsa gerek: Çocukluğumun kıpkırmızı elma şekeri, >>suyu çenemden aşağı akan şeker kamışı; erik ağaçlarının tepesinde 12 2 Kasım 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle