02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA Aşktan Alır Rengini... Okul Herhangi bir “okul”un, bir eğitim kurumunun hedefini “iyi insan yetiştirmek” olarak tanımlamasını aklımın almadığına değinmiştim. Bana kalırsa bir mesleğin, bir işin, bir uğraşın nenedennasıl’ını öğretmeyi amaç saymak, bir de öğrenmek ömür boyu sürebileceği için o bağlamda anahtar(lar) vermek, ufuk pencereleri açmak önemlidir. Dolayısıyla: Öğrenmeyi öğretmek. M imarlık eğitimi almış dostum Ali Teoman’ın Postacı Cheval’i tanımadığını duyduğumda bir parça şaşırmıştım: Bana kalırsa fakülte yıllarında bahsi geçmiş olmalıydı. Dahasını yıllar sonra öğrendim, dilim tutuldu, açıkçası düpedüz inanamadım: İTÜ Mimarlık mezunu olgun yaşta bir beyefendinin, Gaudi’nin adını işitmediği söylenmişti. Katalan mimarı yerden yere vuranlar olmuştur, haklarıdır ama ciddi bir mimarlık fakültesinden adını duymadan mezun olunabiliyorsa ortada anlaşılması güç bir durum var demektir. Edebiyat fakültelerinde durum farklı mı, denilebilir: Biliyorum, beterin beteridir! Bırakalım günümüz dünya edebiyatına açılmayı, kendi dilinin yakın dönem edebiyatını doğru dürüst izlemeyen, en iyi niyetli ideolojik tercihi doğrultusunda “kısıntı”ya giden, ayrıca bir dolusu çağdaşı yazarları anlamayan, bu nedenle de çoğuna öfkeyle, bazen de nefretle bakan öğretim üyeleri cirit atıyor edebiyat fakültelerindetemel dürtüleri yok saymaya, dolayısıyla öğretmemeye aday “hoca”larla dolup taşıyor amfiler. Sistematiğini(!) bu tavra dayandıran bir sistemden ne beklenir? Mimarlık öğreniminizi Gaudi’nin, edebiyat fakültesini Hulki Aktunç’un ya da Borges’in adını duymadan arkanızda bırakmanız işten değildir. Herhangi bir “okul”un, bir eğitim kurumu Hulki Aktunç nun hedefini “iyi insan yetiştirmek” olarak tanımlamasını aklımın almadığına değinmiştim. Bana kalırsa bir mesleğin, bir işin, bir uğraşın nenedennasıl’ını öğretmeyi amaç saymak, bir de öğrenmek ömür boyu sürebileceği için o bağlamda anahtar(lar) vermek, ufuk pencereleri açmak önemlidir. Dolayısıyla: Öğrenmeyi öğretmek. Okul kelimesine büyüteç altında bakıldığında, hısım kavramlar (mektep medreseden bilgitaya) hesaba katıldığında, her kurumun, niteliklerine ve gücüne bağlı biçimde (Kimse Sütçü İmam Üniversitesi’ni Collège de France’la kıyaslamaya kalkışmaz) kapısından giren ve içinde birkaç yılını çalışarak geçiren “öğren(i)ci”lere katkısını ölçmenin zorluğu açığa çıkar: Kahn’a, Feyerabend’e, Ustalar ve Çömezler’in Steiner’ına dönelim: Okul’un doğruları kadar yanlışları, eksikleri ve (evet) fazlalıkları gecikmeden İvan İllitch’e yaklaştırabilir bizi. Kaç bilge kişinin, bir ömrün sonunda, “okulda öğretilenleri unutabilmek” için harcadığı emek ve vakitten yakınmış olduğunu görmezden gelebilir miyiz? Bundandır, okul sonrası yaşamsal önem taşıyor. Bana Gaudi’den hiç söz edilmedi, kendi kendime buldum onu, peşine takılıp yüzleştim yapıtıyla, girdabına kapıldım ya da yakınlık duyamadım dünyasına, işine, efsanesine. İyi okul, iyi hoca(lar) sonuçta şu kendi kendine yola düşme, yolda kalma sürecini hazırlayan(lar)a denir: Size pusula, terazi Gaudi Borges verilebilmiş, yakına ve uzağa doğru bakma yordamı belletilmişse artık öğrenmeye başlamışsınız demektir. SARAY (bir gezi sonrası eki) Ferdinand Cheval’in çıplak gözle Versailles’ı görmediği biliniyor: Bu köy postacısının ömrü boyunca erişebildiği fiziksel harita görev alanıyla sınırlıydı. Gelgelelim, imgelem haritası sonsuz ölçekliydi, beş kıtanın kadim uygarlıklarıyla tanışmıştı. Gene de Versailles sarayının onu kurcalamamış olması düşünülemez: Yaşadığı ülkenin tarihinin ve kültürünün ana simgesinin fotoğraflarıyla, gravürleriyle karşılaşmış olsa gerekti. Etkilendiğini sanmıyorum: Ülküsel Saray’ını bir tür heykel bileşkesi olarak tasarlayan birinin gözünde, dış görünüşüyle Versailles Sarayı şüphesiz cüsseli, buna karşılık alımsız çalımsız bir yapıydı herhalde. Gerçi dört bir yanı heykellerle donatılmıştı krallık sarayının, ama düzen saplantısının hiçbir çizgisel çılgınlığa izin vermediği bir üslup egemendi orada, Ferdinand Cheval’i büyüleyecek yanı yoktu geometrik yetkinliğin. Sarayın içine, içindeki şatafata gelince, sınıfsal zıtlığı hesaba katmasak bile Postacıyı bu zenginliğin tasalandırmadığı ortada: Yalnızca taşları sevmiş bir yaratıcı eşyanın değerini gözünde büyütemezdi bir kere, kaldı ki kendi sarayının içi yoktu (boştu demiyorum) ve içeriği bütünüyle biçiminden oluşmuştu. n Versailles Sarayı KItap İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç l Genel Yayın Yönetmeni: Can Dündar l Yayın Yönetmeni: Turhan Günay l Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Abbas Yalçın l Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam ve Pazarlama Direktörü: Ayşe Cemal l Reklam Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 l Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. l 37 Temmuz 2016 A.Hicri İzgören, 1950 Siverek doğumlu bir şairimiz. Şiirleri ve yazıları, 1980’den bu yana çeşitli yayın organlarında okurla buluşuyor. Toplu şiirleri çıkmadan önce yedi şiir, iki de deneme kitabı yayımladı. Yurtiçi ve yurtışında çeşitli ödüller aldı. 1980 sonrası şiirine arayışlarını tamamlamış olarak giren İzgören, yaralanmış ve kanlı bir coğrafyadan, şiddet içeriği yoğun sözcüklerle, insanlık sevgisi ve onuru yanlısı, olgun, imgeleri ve söyleyişi özgün, izlekleri sürükleyici, akıcı şiirler yazdı. Murat Özyaşar, “Aşktan Alır Rengini” adını taşıyan toplu şiirleri üzerine konuştu İzgören’le. “Beyaz Kalp”, anlatmanın, sorgulamanın ve en az iki insan arasında kurulan ilişkiyle birlikte diyalogların sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini, hangi noktalara vardığında hangi sonuçlarla yol açabileceğini anlatan bir roman. Javier Marias, sayfalarda görünen karakterler aracılığıyla epey ayrıntıya girerek çetrefil hale getirdiği bu ilişkiler sayesinde günümüzün, ilişki ve ilişkisizliklerine göndermelerde bulunuyor. Ali Bulunmaz değerlendirdi. Kemal Selçuk, dost mu düşman mı oldukları belli olmayan iki yazar adayının; Oğuz ve Kerim’in, bir kadın etrafında şekillenen ikircikli ilişkisini anlatıyor yeni romanında; Bursa’yı, yazma iştahını, yıllar süren bir öfkeyi, kaybetmeyi, unutamamayı resmediyor. “Cemiyet Kaçkını”, edebiyatı hayatın ta kendisi olarak gören karakterlerin romanı. Eray Ak tanıtıyor romanı. Bol kitaplı günler... [email protected] [email protected] twitter: www.twitter.com/CumKitap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle