02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> bağı başka bir biçimde sürer. Bir sanat yapıtının düşünce kapsamındaki özgüllüğü genelleşmiş sanatsal gerçeklik bilgisi ile sanatçının düşünsel tasarımı ve ideolojik konumu arasında var olan ayrılmaz birliğe dayanır. Sanattan ideoloji yoksunu olmasını beklemek çocukça bir düş olabilir ancak. Sanatedebiyat alanında bireysellik ve bireycilik kavramları çoğu kez birbirine karıştırılır ya da aynı şeylermiş gibi algılanır. Kişinin bireyselliği aynı zamanda bir toplumsal sonuçtur. Zaten genel olanla tikel olan gerçeklikte kendi başlarına bağımsız şeylermiş gibi birbirinden ayrı olarak var olamazlar. Aralarında her ikisinin de birbirlerini dışladıkları yanları, aynı zamanda iç içe geçtikleri yanları bir arada diyalektik bir bağ içinde bulunurlar. Sanat, nasıl ki bireyin yaşantısının bir aynasıysa, aynanın öbür yanı da bireyin toplumsal evrendeki görüntüsünü yansıtır. Yazmak, yazar ve okurun hem bireysel hem de toplumsal açıdan bütünleşmesi demektir. Sanatçının yeteneği, yarattığı imgelerin özgünlüğü ve bireyselliğiyle ölçülür. Ayrıca sanatın çarpıcılığını belirleyenler de bu unsurlardır. Bireyselleştirme sanatta aynıyı, tekrarı, basiti ve şematizmi aşma yolunda önemli bir araçtır. Sanat yapıtının kendine özgü oluşu yaşamda benzer ve ortak kökenlerle kucaklaşmasını engelleyemez. Çünkü sanatsal imge, genelin ve özün tikel olanda damıtılması ve düzenlenmesinden başka bir şey değildir. İnsan kendi özelliği dolayısıyla bir birey ve bireysel ortak varlık olduğu kadar toplumun da bütünselliğidir. n Tam da buna ek olarak mirası özümsemiş bir şair olarak gelenekten yararlanma süreçlerine nasıl bakıyorsunuz? n “Bugün dünle beslenerek yarına varır” diyor Berthold Brecht. Bu besinin hazmedilebilmesi köklü bir tarih bilinci gerektirir. Bu bilinç sadece geçmişin köklerini bilmek değil, köklerin yaşanılan süreçte de dal budak saldığının farkında olmaktır. Gelenekten geleceğe giden yol, geçmişe körü körüne bağlılıktan değil, ona duyarlı olmaktan geçer. Kültür mirası’nın tümden reddedilmesi ne kadar yanlış bir tutumsa, “miras”ın olduğu gibi benimsenmesi ve kutsanması da o derece yanlıştır. “Gelenek” şimdinin talepleri göz ardı edilerek tümden olduğu gibi kutsandığında, ilerici kılıklara bürünmüş tutucu bir “gelenekçilik” anlayışına götürür sanatçıyı. İnsanlığın tarihi, gelişme ve değişmenin de tarihidir. Sanatsal yaratım sorunu, çoğaltma, benzerini yapma, eskiyi onarma değil, özdeş ve özgün olanı yaratabilme sorunudur. Sanatın işlevi bir anlamda yabancılaşmaya, bozulma ve çöküntülere karşı, yeni etik değerler oluşturmak, yaşamı kutsamaktır. Geleneği dar bir çerçeve içerisinde algılamak yerine, eleştirel bir yaklaşımla ayıklamayı ve hesaplaşmayı gelenekten yararlanmanın ön koşulu sayacak bir tarih bilincine varmak gerekir. Yoksa sanatçı “mirasyedi” konumundan kurtulamaz. Kendi kültürel mirasıyla beslenen sanatçı insanlığın ortak mirasından yararlanmaya çalışacaktır. Çünkü sanatçı yal nızca kendinden olanla yetinmez, her toplumun geleneği sayısız etkileşimlerle oluşur. Bir düşüncenin ya da bir yapıtın verimli olup olmadığı, evrensel bir değer taşıyıp taşımadığına bağlıdır. Gelenekten yararlanma, dünü bugüne ve yarına bağlamak için köprü olarak kullanılan bir araçtır ve her araç gibi kullanmaya bağlıdır. “GÜNCEL OLMA HALİ HİÇ EKSİK OLMADI BENDE” n Bunun yanında güncel olanı da yansıtıyorsunuz. Ancak şiiri güncelde boğdurmamak kolay olmasa gerek. n Kendine bağlılık güne, güncele bağlılıktır bir anlamıyla. Güncellik, güncel olma hali hiç eksik olmadı bende. Bu hali seviyorum. Güncel, günümüz gerçekleri, olayları, görüşleri, duyuları olarak yaşanılanla doğrudan bağlantılı olduğundan yaşam gibi taze, canlı, renkli, zengin ve verimlidir. Ancak çoğu zaman ömrü kısadır güncelin, etkisi de gelip geçicidir. Oysa şiir (ya da sanatın her hangi bir dalı) hem geçiciliği yenmek hem de adı geçen canlılığı yaşatmak isteyecektir. Bunu sağlayabilmenin yolu da geçici’deki sürekli’yi yakalayabilmekle mümkündür. Dünü bugüne, bugünü yarına bağlamak gidicideki kalıcıyı yakalama olayı. Dünya sanat tarihi gösteriyor ki, insanlığın kültür hazinelerini oluşturan eserler yaşamla sımsıkı ilişkisi olan eserlerdir. Hayat bir bütündür. Sanatçı da yaşadığı toplumsal sürecin bir parçasıdır. Toplumun yaşadığı ekonomik, siyasal vb. gerçeği, bir birey olarak her insan gibi yaşayandır. Bu yaşananı yeniden üreten olarak egemen ideolojiyle hayatın her alanında kavga halindedir. Alışılageleni çatlatıp ufku genişletmeden günlük yaşama evrensel bir boyut ve sıcaklık katmadan verilecek bir güncellik, şiirin kanadını, kolunu kırmaktan öteye geçemez, yüzeysel bir gerçekliğin kopyası olmaktan kurtulamaz. Bunu aşmak için şairin, yaşamın tüm görünümlerini, sanata ilişkin hammaddeyi gözlemlemek, incelemek gibi bir zorunluluğu vardır. Cahit Külebi’nin bir söyleşisinde kullandığı “sürekli gerçek” kavramından yola çıkarak “sürekli güncel” adlandırması, güncellik konusundaki meramımı daha iyi ifade ediyor sanki. n 80 kuşağının kendine has bir şairisiniz. Öyle ki imzanız dahi atılmasa şiirinizin altına, rahatlıkla “bu Hicri İzgören’in şiiridir” diyebiliyoruz. Az bulunur cinsten bir kumaş bu. Kendi kumaşınızı siz tartın isterim, Türkçe şiirde Hicri İzgören’in yazdıkları nereye düşüyor? n Bu son soru zor oldu biraz. Daha doğrusu insanın kendi kumaşını tartması biraz ters gelir bana. Bunu okurun ve eleştirmenin tartısında tartmalı dersem kaçamak bir cevap gibi algılanmasın lütfen. Şiirim hakkında şimdiye kadar yazılan ve yapılan değerlendirmeler bir şairi şımartacak kadar olumlu. Neyse ki alkışa dayanıklıyım diyeyim ve sıyrılmaya çalışayım bu sorudan. Dediğiniz o “az bulunur cinsten bir kumaş” değerlendirmesi zaten şiire yeter de artar bile. n Aşktan Alır Rengini/ Hicri İzgören/ Avesta Yayınları/ 392 s. LAURA ESQUIVEL’İN YENİ ROMAN ‘Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu’ Laura Esquivel’in İnci Kut çevirisiyle yayımlanan romanı, asla salt bir polisiye olarak okunmamalı. Laura Esquivel billur şentürk A dı sık sık Marquez ve Allende’yle anılan, Meksikalı yazar Laura Esquivel’den yeni bir romanı konuk ediyoruz bu aralar: Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu yayımlandığı 1989’da dünya çapında ün kazandıran ilk romanı Acı Çikolata, yirminci yüzyıl başındaki Meksika Devrimi’ni kahramanı Tita ve çevresindeki kadınların pişirdikleri yemekler üzerinden anlatır. Devrimle yemeğin nasıl bir bağlantısı var, demeyin. Söz konusu Esquivel olunca, yemeğin, yemekle ilgili ritüellerin yapıldığı mutfağın, bu küçük ama kaçınılmaz ayrıntıların hayatın tam da merkezine oturması kaçınılmazdır. Son romanında Lupita’yı veriyor bize yazar. Küçük yaşta üvey babası tarafından tecavüze uğramış, kazayla kendi oğlunu öldürmüş, eski bir alkolik ve uyuşturucu bağımlısı Lupita. Bir çelişkiler kadını. Vücudundan ve kendinden nefret eden, sevgiye ve ilgiye muhtaç Lupita. Aldığı bunca darbeye rağmen, ülkesindeki yozlaşmaya, uyuşturucu kartellerine, rüşvet içinde boğulmuş politikacılara karşı her an savaşmaya hazır, cesur kadın polis Lupita. Hayatındaki açmazları, üst üste binmiş kırılmaları ütü yaparak açmaya çalışan, bir türlü sevmeyi başaramadığı vücudunu terk etmek için alkol ve uyuşturucuya sığınan, cinsel açlığını dans ederek gidermeye uğraşan ama tüm bunların altında kitap boyunca usul usul sevgiye, doğayla bütünleşmeye doğru kendi iç yolcuğunu yapan Lupita. AZTEK MİTOLOJİSİ Bu yolculuktaki kılavuzu kim mi? Tabii ki, memleketi Meksika’nın Hristiyan ve Aztek mitolojilerinin iç içe geçmesinden oluşmuş birikimi. Kitap Lupita’nın bir cinayete tanık olmasıyla başlar. Gözünün önünde çok sevdiği, dürüstlüğüne yürekten inandığı Belediye Başkanı öldürülür. Ancak ortada ne katil, ne de silah vardır. Patlama sesi de duymamıştır. Başkan arabasından çıktığı sırada kulaklarına ve burnuna halka takmış bir adamın onu selamladığını fark etmiş, birkaç saniye sonra da Başkan boynundan fışkıran kanlarla yere yığılmıştır. Lupita kendini bir anda bu cinayetin tek tanığı olarak bulur. Bütün bunlar olup biterken altına kaçırması, televizyon kameralarının, gazetecilerin önünde o halde kalması, zaten hasarlı olan özgüvenini yerle bir eder. Uzun zamandır ayık olan, “Adsız Alkolikler”e gidip uyuşturucudan uzak duran Lupita, içine düştüğü güvensizliği yine alkolle ve kokainle gidermeye çalışır. Kitap bu noktadan itibaren iki izlek üzerinden yürür. Birincisi cinayetin ipuçlarının Lupita’ya adım adım sunulduğu bir polisiye kurgu, ikincisi de Lupita’nın bu cinayet soruşturması boyunca geçirdiği değişimler, kendini, çevresini ve tüm evreni anlama, geçmişiyle barışma süreçlerini kapsayan, Aztek Tanrı inançları, eski şaman âdetleri, Meksika’ya özgü halüsinojen otlarla zenginleşen, kaynağında sonsuz bir hayatın varlığını sürdürdüğü, aydınlık ve karanlığın birbirine dönüşüp dengelediği mistik bir izlek. Bu arada Lupita’nın cinayet sonrası elini kesen siyah oniks parçası ya da Başkan’ın gömleğinin yakasından yok olan kırışık gibi garip ayrıntıların kitap boyunca neden bize hatırlatıldığını sorarız kendimize. Yavaş yavaş cinayetin neler ve kimlerle ilişkili olduğu kesinleştikçe Lupita, Başkan’ın masumiyetine olan inancını da yitirecek, giderek sahip olduğu bilgilerle hedef haline gelecektir. Laura Esquivel’in bu romanı asla salt bir polisiye olarak okunmamalı. Lupita’nın takıntılarının, ruhsal çalkantıların verildiği bölümler temponun oldukça düşmesine neden olmuş. Öte yandan metnin aralarında verilen mitolojik bilgilerin Lupita’nın dönüşümüyle paralel olduğu muhakkak. Ama genel kurgu içine daha çok karıştırılabilirlerdi. Yine de İnci Kut’un usta işi bütünleştirici çevirisiyle okunduğunda kulağımızda hoş bir Meksika tınısı kaldığı muhakkak. n Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu / Laura Esquivel / Çeviren: İnci Kut / Can Yayınları / 192 s. KItap 7 Temmuz 2016 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle