27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> Şarkı uzun bir şiir. Ama bu şiiri oluşturan isimli isimsiz bütün şiirler kendi başlarına semantik tutarlılık bakımından bağımsız. Kitabın başına “şiir değildir, bu bir akarsudur” dizesini koymuştum. Yani akarsuyun herhangi bir kıyısından uzanıp su içebilir okur. “FARKLI BİR DİL OLUŞTURDUM” n Şiirlerin çoğunda günlük dilde kullanılmayan sözcüklerle karşılaşıyoruz. Bazı sözcükler yeni türetilmişe, hatta uydurulmuşa benziyor. Kimi sözcükleri de bilinçli olarak parçalarda tekrar kullandığınız gözden kaçmıyor. Bu sözcük seçiminde belli bir kaygı var mı? n Bu şiiri yazarken farklı bir dil oluştuğunu fark ettim. Bunun bir nedeni, şiirdeki konuşmanın çoğunun halkın ağzından aktarılması. Yaşanan deneyim, bu yüzden, yöresel olmasa da halkların diliyle anlatılmalıydı. Halk diline ait olan ama kullanılmayan, unutulmuş ya da arkaik sayılan kimi sözcükler, Türkçe’nin bizatihi yapısından kaynaklanan türetmeler, neolojizmler vd. yer aldı çalışmada. Nâzım’ın sözünü her zaman dinledim: “Türkçe’nin en geniş olanaklarıyla yazılan bir şiir.” Bu olanaklar içinde saray dili de var, lümpen dili de Osmanlıca sözcükler de halk dili de. Her sınıf ya da tabaka kendi diliyle hatta lingosuyla konuşur bu şiirde. Örneğin, Tiran Adası’nda hükümdarın kullandığı dille konuşmaya çalıştım, elbette Osmanlı’yı sezinleterek. Başka türlü de olamazdı. Kimi sözcüklere görece daha sık yer verişim şiirin ana leitmotivi ve bütünselliğiyle ilgili. Örnekse “kayra”, “yabancı”, “söz” gibi. n Kitapta yer alan kimi şiirlerde “kent” olgusuna vurgu yapılmış. Aynı şey “ada” için de geçerli. Kent’in şiirde belirleyici niteliği ne? n Bir kere, Karanlık Çağlar’dan çıkıp Demir Çağı’na giriyoruz bu şiirde. Dönem, kent devletlerinin oluşma dönemi. Bu kentler birbirinden bağımsızdır. Aynı ırktan olmalarına, aynı dili konuşmalarına karşın, hepsinin yönetimi ayrıdır, sikkeleri kendine özgü ve bu İyon ya da Kar kentleri tutarlı, sürekli bir birlik bir imparatorluk içinde yaşamadı. Likya birliği ayrı. Hatta kimi zaman birbirlerine düşmanlık edip ele verdiler. Kimi kentler de zorunlu göçler sonucu doğdu. Bir dönem günümüzün EgeNato’su sayılabilecek Delos Birliği’nde bir dayanışma sağlayabilen kentler, Atina emperyalizmine haraç verdi. Çok ilginçtir, bu birliğe üye devletlerin kullandığı sikkelerin “tuğra”sında Birlik’in arması, arka yüzünde de her devletin kendi arması vardı. Bugün Euro’da olduğu gibi. Değişmez kesişim noktaları metafiziğinin yanında, nice somut çakışmalar görürsünüz bu şiirde, çağımızla eski çağlar arasında. Şiiri okudukça yüzlerce yıl öncesinin Gezi’siyle de Kırmızılı Kız’ıyla da saralı hükümdarıyla da yenik devrimcileriyle de karşılaşırız. Şiirde ilerledikçe gördüm ki yüzyıllar boyunca değişen, yalnızca araçlar, kaybolan ve yerine gelen budunlar. İnsanın nitelikleri değişmiyor. Bu durumda isimlerin, tarihlerin ne önemi var? Bu şiir dipler de doruklarda dolaşan insanoğlunun umarsız arayışına tanıklık eder bir bakıma. Yalnızca gösterir adsızparmağıyla yorumlamaz, heyecan yaratmaz. Ada’ya gelince bunlar, bir zaman Anadolu’nun bir parçası olan, tanıdık adalar. Ama Düş Yurdu’ndaki adalar ve obalar somut tarihsel karşılığı olmayan, hayali yerler. Buralardan da çağımıza eleştiriler uçuruluyor elbet. “NE BELLİ BİR YERDE NE BELLİ BİR ZAMANDA” n Kitabı okuyunca belirsiz bir tarihin, coğrafyanın öyküsünü okuyormuşsunuz duygusuna kapılıyoruz. Oysa bu şiirin arka planında yoğun kültürel izler görülüyor. Böylesi yoğun bir birikimi neredeyse söylenceye benzer biçimde dile getirmedeki asıl amacınız neydi? n Lucretius’un dediği gibi “Ne belli bir yerde ne belli bir zamanda” yer alan ve kahramanı bizatihi tarihsel nesne yani isimsiz bir halk olan bir düzlem yaratmaya çalıştım. Şiirin elbette tarihsel sahne arkaları, görünmeyen temelleri var. Ama dediğim gibi ben tarihi değil tarihin gölgesini yansıtmaya uğraştım. Gerçekten daha gerçek olan gölgesini. Böylece son derece çapraşık yoğun Anadolu tarihini şiir sanatının sözel tutumluluğu ve lakonizmi, dolaysızlığıyla daha şiddetli çarpabiliriz diye düşündüm hepimizin yarı uyanık bilincine; zulmün, rezaletin ve baha C dırlığın tarihini... Söylenceler ise bu M ana ereğe katkıda bulunduğu ölçüde sessizce yer alır bu şiirde ve Anadolu Y toplumunu yöneten Kibele, Mithras, CM Dionisos ve yer yer, Eleusis ve Isis gizem dinleri, hem törensel hem içe MY riksel tezahürleriyle karşımıza çıkar.CY Bu gizemleri anlamadan ne Eskiçağ ne de Yeniçağ anlaşılabilir. Görüyor muCMY sunuz nasıl bir “eğitim” verdiklerini K bize! n Şiirlerin temelinde, aktarma ve yansıtma zıtlığı çok belirgin. Bu açıdan, şiiri tür olarak nasıl değerlendirmek gerekir? Şiirimizde ve dünyada, buna benzer başka çalışmalar var mı, yoksa tümüyle özgün bir şiir mi geliştiriyorsunuz? n Birinci Çoğul Şarkı, sonunda bir epik şiir. Ama lirikdramatik planları göz ardı etmeden, bir dengeyi korumaya çalıştım. Bu uzun şiirin belirgin özelliği, birçok bağımsız ya da yarıbağımlı şiirden oluşan bir tek şiir olması. Hatta bu bağımsız şiirlerin başlıkları bile var. Okur sıkılırsa tek tek okuyabilir bu şiirleri, dediğim gibi. Bir başka nokta, epik şiirde genel olarak metafor geri plana atılır, daha çok anlatıma önem verilir, Homeros’tan beri. Bense metafora hatırı sayılır bir yer verdim bu şiirde. Saydığım bu iki özellik, birlikte, şiire bir özgünlük kazandırıyor olabilir. n Kitabın bitiminde, “Birinci Kitabın Sonu” demişsiniz... n Evet. Bu kitabı Geç Antikite’yi ve Bizans’ı anlatacağım ikinci kitap ve daha sonra Osmanlı dönemi izleyecek. Yani devamı var. n Birinci Çoğul Şarkı/ Erdal Alova/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 286 s. KItap 25 Şubat 2016 9 MADAY YENIC.pdf 1 2/2/16 8:50 AM
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle