23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLA KUTLU’DAN BİR GÖÇ ROMANI “YEDİNCİ BAYRAK” Urumeli’den İzmir’e Ayla Kutlu romanında, “hepsi de deli gibi çalışan, emeği de, ürünü de paylaşan türlü soydan, türlü dinden insanlar diyarı” olarak nitelediği Rumeli’ye çeviriyor bakışını. dilek direnç Y edinci Bayrak: Urumeli’nden İzmir’e ile yazarlık yaşamının temel izleklerinden biri olan göç olgusuna, zaman ve mekân değişimiyle geri dönüyor Ayla Kutlu. 1985’te ve 1998’de yayımlanan Bir Göçmen Kuştu O ve Emir Bey’in Kızları romanlarının ana karakterlerinden Emir Bey, Kafkaslar’daki yurtluğundan sökülüp sonu Urfa’da biten uzun ve acılı göç yoluna düşmüştür annesi Cevahir Hatun’la birlikte. Daha sonra bir Osmanlı aydını olarak karşımıza çıkan Adil Emir Bey’dir bu göç anlatısının “göçmen kuşu”. Yakınlarını yitirmiş, tecavüze uğramış bir anneyle, ruhu ve bedeni örselenmiş bir küçük çocuğun perişan yolculuğuyla başlar Emir Bey’in göçü ve farklı biçimlerde, birbirine organik bağları olan bu iki roman boyunca sürer. Kafkas dağlarından Anadolu’ya göç, Kutlu’nun öykü kitapları Mekruh Kadınlar Mezarlığı’nda da karşımıza çıkar; Ermeni Tehciri ise Zehir Zıkkım Hikâyeler’de. Yedinci Bayrak’ta çocuk luktan yaşlılığa tüm yaşamına tanıklık ettiğimiz bir kadın karakter yer alır romanın merkezinde. Saraybosna’nın hemen dışında, doğduğu günden beri bir an bile ayrılmadığı evini, toprağını, otuzlu yaşlarının başında savaş korkusuyla terk etmek zorunda kalan Hasret, otuz yılı aşkın bir süre devam edecek uzun bir göç ve bitmeyen bir gurbetlik yaşamaya yazgılıdır. Bir göç anlatısı olan Yedinci Bayrak’ın göçmen nüfusu kalabalık olmakla birlikte metnin merkezindeki “göçmen kuş” Hasret’tir. ALTÜST OLAN YAŞAMLAR Ayla Kutlu, bu romanında “hepsi de deli gibi çalışan, emeği de, ürünü de paylaşan türlü soydan, türlü dinden insanlar diyarı” olarak nitelediği Rumeli’ne çevirir bakışını. Odaklandığı zaman ise, Rumeli’nin, bu “kutlu” ve görece huzurlu zamanının geçmişte kaldığı, “Balkan halklarının yüreklerinde ‘Hürriyet’ dedikleri bir ateşin yan[maya]”, halkların birbirlerine düşmanlık ve kin beslemeye, Osmanlı’nın “Balkanlarda kurduğu vatanı, kanlı isyanları izleyen kanlı savaşlarla gitgide büyüyen parçalar halinde yitirme[ye]” başladığı dönemdir. Rumeli, “kavga ve ölümler diyarı ve onlarca ırkın boğaz boğaza çıkar savaşına tutuştuğu lanet lenmiş topraklara” dönüşmüştür artık. Roman, Balkanlar’daki altüst oluşu, sıradan insanların yaşantıları üzerinden okurken tarihî bilgi ve belge olmaktan çıkarıp insan deneyimine dönüştürür. Bir dönemin sarsıcı olaylarını, tarihsel olgulara bağlı kalarak, kurgusal karakterlerin hayatlarındaki yansımaları ve etkileriyle ele alan, titiz bir tarih araştırması üzerine temellenmiş Yedinci Bayrak, yazınsal anlamda kesinlikle tarihsel roman geleneği içinde yerini alır. Ele aldığı dönemin çok katmanlı bir okumasını yaparken tarihî kişiliklere odaklanmak yerine, sıradan insanların yaşamlarını perişan eden göç ve göçmenlik deneyimine ve göçün içsel kaçınılmazı olan gurbet duygusuna yoğunlaşır. Fransız İhtilali’nin ardından on dokuzuncu yüzyıl boyunca Avrupa halklarını etkisi altına alan milliyetçilik düşüncesinin etkisiyle isyanlar, çatışmalar ve savaşlar yaşanır, Rumeli’de kimlikler yeniden tanımlanırken birlikte yaşama kültürü yerine düşmanlığa bırakmaktadır. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu, Rumeli Türklerinin canlarını kurtarmak için atalarının neredeyse beş yüzyıldır vatan bildiği topraklardan ayrılarak göç yollarına düşmeleri olur. Arka zeminde bugünkü Avrupa’yı şekillendiren savaşlar sürerken savaşların yok ettiği ya da kesintiye uğrattığı hayatlar, parçalanan aileler, eskiyle yeninin birbirine karıştığı bellekler, evinden toprağından koparılmanın acısı ve yarınlara dair umutsuzluk, Yedinci Bayrak’ta göç olgusunu bir cennetten kovuluş anlatısı olarak şekillendirir. Romanın başında Hasret henüz küçücük bir kızken babası Eymir Ağa vatanı şu sözlerle tanımlar: “Vatan farkında olduğumuz şeylerin toplamı. Bir toprak parçası değil yalnızca. Sahiplendiğimiz, üstündeki canlı cansız her şeyle, karnında sakladıklarıyla bizi var eden, cennet!” Hasret ve babasının yemyeşil bir vadide yer alan “ev, çayırlık ve değirmenden ibaret” olan fiziksel dünyaları, her ikisinin de “dünyanın güzelliklerini duyumsa[dıkları]” yeryüzündeki cennet köşesi olarak betimlenir. Rumeli’nin görece dingin zamanlarında yaşamıştır Eymir Ağa; oysa kızı Hasret, yuvasını yurdunu terk etmek zorunda kalacak, hayatının kalanını vatan hasretiyle, yitirilmiş bir cennetin sızısıyla yaşayacaktır. Balkan Savaşları’nın tarihsel sonucu, parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nun batı coğrafyasındaki en gelişmiş ve kozmopolit vilayetlerini yitirerek Rumeli’ye veda etmesi olmuştur. Bu somut tarihsel gerçek, Hasret’in öznel yaşantısına ve duygu dünyasına derin bir sıla hasreti ve süreğen bir gurbet duygusu olarak girecek, ailesi ve onun için “[g]öz açıp gördükleri, gönül verip sevdikleri bu geniş vadi, sonradan onlar için cennet bahçesi gibi özlenen bir yer olacaktı[r].” GERİDE KALAN OSMANLI Roman, sıradan insanların yaşantıları üzerinden bir tarih okuması yaparken Balkanlar’daki büyük çalkantıları tarih sel bir bağlama oturtur. On dokuzuncu yüzyılla birlikte dünyaya yeni fikirler ve idealler egemen olmuş, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi, teknolojik gelişmeler, kapitalizmin yükselişi, ekonomik ve siyasal yeni merkezlerin oluşması gibi olgular ve neden oldukları hızlı değişim lerin etkisiyle Avrupa’da ulus devlet inşa süreçleri başlamış, bağımsızlık savaşları birbirini izlemektedir. Çağın gelişmelerinin dışında kalmak, zamanın ruhunu anlayamamak, Osmanlı açısından Rumeli’de yaşamsal sonuçlar doğurur. Öte yandan roman, bir Osman lı güzellemesi ya da tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından birinin yıkılışına bir ağıt değildir kesinlikle. Aksine, Osmanlı İmparatorluğu’nu on dokuzuncu yüzyılın sonunda “[e]skimiş, kurumları sistemleri dağılmış, yaşam biçimleri çağ dışında kalmış bir Ortaçağ imparatorluğu,” zamanını tamamlamış bir yapı olarak değerlendirir. Romanın ilk göçmeni, hünerli elleriyle üretken, olayları kavrayışı, kişiliği ve entelektüel birikimiyle bilge kişi Ali Sabir, aynı zamanda metnin Osmanlı’ya dönük en önemli eleştirel gözlerinden biridir. Bir döneminin sona erişini, henüz on be şinde bir ergenken ailesinin tamamının öldürülüşüyle yaşamış ve vatanından kopup o yaşında düşmüştür göç yoluna. Ali Sabir yaşadıkları, okudukları ve gözlemleriyle değerlendirir devletin durumunu: “Hem geriydi >> 12 25 Şubat 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle