Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ziya Metin, Galip Göksel, Muhtar Kemal, Ali Rauf Buburalaki, Esat Ahmet Balım, Cemal ve Nevzat Engindenizler… Nedret Gürcan’ı aramıza Cengiz Tuncer getirdi bir gün. Dinarlı. Taşra çocuğu. Kökü Karadenizli, bıyıksız ve çok yakışıklı… Hepimizin şair kesildiği günlerdi. Nedret Gürcan şairdi. Biz şairler ordusu gibiydik. Bir kusurumuzla şair olduğumuzu yalnız biz biliyorduk. Nereye, hangi dergiye göndersek, ses alamıyorduk. Ünlüler inanılmaz bir verimlilikle şiir yazıyor, yayımlatıyorlardı. Ankara Palas Pastanesi ve Yasef’in meyhanesi uğrağımızdı. Kervan dergisini (Ekim 1951’de) bu oturumlarda yaşama geçirdik. Nedret, ben ve Cengiz üçümüz de yirmi yaşındayız. Şair ve yazarlarımız Samim Kocagöz, Halikarnas Balıkçısı, Metin Eloğlu, Limasollu Naci, Suat Taşer, Sunullah Arısoy ve bizler. İzmir’in en iyi dergisi olma yolundaydık. Ne çare o güzel dergiyi parasızlıktan sekiz sayı sürdürebildik” Kervan dergisi edebiyat yolumuzu açtı. Cengiz Tuncer (19311981), Cengiz Yörük (1929 ...)’ün “E” ve Yeditepe yayınlarında öykü, inceleme ve romanları yayımlandı. Tarık Dursun K. bir edebiyat deposu olarak elliden fazla kitaba imzasını koydu. Tarık Dursun K’nın öykülerinin tadı ve okunurluğunun gizi, salt güzel Türkçesinde değildir; yaşadığını yazar, yaşadığı gibi, yaşanan gibi anlatır… Öykülerini daha tomurcukken, açmaya yüz tuttuğunda düşünür, yazmaya başlar. Ufak, ufacık şeyleri küçümseyip çöpe atmaz, onları değerlendirmenin bir yolunu bulur. Bir öykü heykeltıraşıdır Tarık Dursun K. Bir dağı istediği gibi yontar, doğasına ağaçlarını, bulutu, kuşları, ırmakları okurunun istediği güzellikte yerleştirir. Yüreğindeki şiir, dilinden dökülür satırlarına. Birlikte yaşadığı insanların dünyası, yaşanan yerler acı ve sevinçleriyle içimizdedir. Onları öyküsüyle dürter çıkarır. Öykülerini okuduğumuz yerde, gelir tüm duyarlığıyla yanımızda olurlar. ANKARA VE İSTANBUL Tarık, İzmir’den Ankara’ya göçtü bir ara. Orada ağabeyi Faruk Kakınç’ın yanında da eserlerini vermeyi sürdürdü. Edebiyatçılardan geniş bir çevre edindi. Ben de her Ankara’ya gittiğimde Tarık’ın tanıdığı edebiyatımızın ünlüleriyle tanıştım. Günlerinin çoğunu bu kez sinema hakkında eserler okumaya, senaryolar yazmaya ayırdı. Birçok filme imza attı. Yılmaz Güney, Tarık’ın yakıştırmasıyla “Çirkin Kral” oldu. 13 Kasım 1954’te askerlik günlerinden tanıştığı Mersinli Nermin Tok Hanım’la evlendi. “Dünya iyisi” deyimini Nermin Hanım için bin kez kullansam anlatamam o melek kadını. Oğlum Barkın Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken bir anne duyarlığıyla oğlumun velisi oldu. Oğlu Zafer’den oğlumu ayırmadı. Yetişmesinde büyük emeği oldu. Ansızın gelen kötü hastalık onu 1998’de aramızdan aldı, gözyaşlaC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I rımızla bütün meleklerin yanına gitti. Tarık, Dinar’da 1954’te yayımlamaya başladığım, 36 sayı süren Şairler Yaprağı dergimin Ankara’dan sürekli yardımcısı oldu. Ataç’ı kızdıran “Ataç Şiirden Anlar mı?” gibi edebiyatımızda ilgi uyandıran anketler düzenledi. Ataç’la aramı bozdu! 1958’de Ankara’dan İstanbul’a atladı. Tokatlıyan Pasajı’ndaki Kurul Kitabevi İstanbul’da bulunan ve Anadolu’dan gelen edebiyatçı ve sanatçıların uğrak yeri oldu. Eşi Nermin Hanım güler yüzüyle kitapçı dükkânının yönetimini üstlenmişti. Tarık Dursun, eşi ve oğlu Zafer ile Dinar’da konuğumuz oldu. Birlikte Akdeniz’in güzel kentlerini dolaştık. Tarık için bir kitap yazsam az gelir. O öldü! Bu yazı yazılırken Tarık öleli iki gün oldu, Tarık’ı yattığı yerde düşünemiyorum. Onun aramızdan ayrılması içimde anlatılmaz bir yara açtı. Araştırmacıyazar dostumuz Turgut Çeviker’in üzerinde iki yıldır çalıştığı ve binden çok mektubun seçmelerinin yapıldığı “Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları” kitabım için Tarık Dursun K. bir önsöz yazmıştı. Kitap gecikince “Basılacağı zaman haber ver, yazının üzerinde biraz daha çalışacağım” dedi. “Tamam” dedim. Kitabın çok sayfalı kopyasını görmem için Turgut Çeviker bir süre önce dosyayı bana yolladı. Çok özen isteyen bir dosya, gözlerim izin verdikçe üzerinde çalışıyorum. O günler Tarık hastaydı, dosyanın geldiğini söyleyemedim; o yazı masasında kaldı. 1951’de tanıştığımızdan bu yana benim için dostlukların en güzelini sergiledi. Tarık sık sık bana “Hadi Nedret, daha çok yaz, şiir senin un fabrikan gibidir, bütün taneleri öğütür bembeyaz şiir olur; daha çok yaz!” diye söylendi durdu. Dinar’dan ayrılıp İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlere yerleşmemi istiyordu. “Ne var şu Dinar’da anlamıyorum” diyordu. Bir süre sonra Dinar’da konuğum oldu. Aileyi ve çalışma durumumu gördü, fabrikayı gezdi. Onu sokaklarda, parklarda, çarşılarda dolaştırdım. Yakın bir iki köye götürdüm. Elli kadar kişiyle merhabalaştı, konuştu. Akşam, İmren Lokantası’nda içerken “Anladım... Şiir burda daha çok. Sen burda kal!” dedi. Son kitabı şimdi elimde. Öpüldünüz Çocuklar! adını taşıyor. Bakın bana nasıl ithafta bulunmuş: “Çok sevgili ve en son dostum, şair, gezgin, baba ve benim için seksen küsur yaşın sahibi Nedret Gürcan’a, ACABA KUĞUNUN SON ŞARKISI MI EY NEDRET?” Evet; işte öyle derin, öyle ince bir yürek... Bu son seslenişti sanki, beni nasıl vurdu anlatamam. Bu büyük edebiyatçı ölümünü biliyor ve bana gönderdiği son kitabında böyle yazıyordu. Telefon açtım: “Beni ağlattın Tarık, o nasıl sesleniş öyle?” dedim. “Evet; öyle…” dedi. Sustu; yutkunarak konuştu, anlayamadım… Sevgili ve değerli okurlarım; biz edebiyatçılar da ağlarız. Sizler de Tarık gibi Nedret gibi dostlar edinin. Ama hep gülün… n 1 3 3 6 2 4 E Y L Ü L 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7