Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
B. Sadık Albayrak’ın keskin eleştirileri ‘Cinayet Olan Edebiyat’ B. Sadık Albayrak, “Cinayet Olan Edebiyat” adlı kitabında, doksanlar şiiri ve romanının ardından dönemin bilindik edebiyat bülteni ve yayınlarında çıkmış yazıları irdeliyor. yazar, Nâzım Hikmet’in burjuva değerlere asimilasyonu yönündeki çabaların öyküsünü, Afşar Timuçin’den Asım Bezirci’ye, Kemal Sülker’den Emin Karaca’ya uzanan bir birikimden yararlanarak ele alıyor. B. Sadık Albayrak’ın, Nâzım Hikmet’in eserinin burjuva asimilasyonu yönündeki çabaları teşhir ederken kullandığı toplumsal gerçekçi estetik ölçütler, doksanlar şiirini ele aldığı ikinci kısımda daha da belirgin hâle gelir. “‘Şiirin her şeyden önce şiir olması’, burjuva estetiğinin boş ölçütü budur işte,” derken, aynı zamanda sorar Albayrak: “Platon’un ‘idealar evrenine’ varılmaz bir yolculuğa mı çıkacağız, mutlak şiir ideasını bulup, şiirimizin şiir olduğunu ölçmek için?” (s. 100) Albayrak, şiirde ilkin “imge”, sonraları ise “absürt” kavramı ile savunulagelmiş soyutlukların “şiir için şiir” yaklaşımının ötesinde ele alınması gerektiğini, bunun ötesinde bir anlam ifade etmeyen bulanık imgelemlerin “rüya şiiri” (s. 142) olduklarını savunuyor. Albayrak’a göre bu şiir, “rüyanın mutlaklaştırılmasına” (s. 144), Marx’a başvuracak olursak, “görüntünün” doğallaştırılmasına yarıyor. Oysa, yine Marx’a atıf yapmak gerekirse, bir de, bilimin varlık nedeni sayılabilecek “öz” vardır. Albayrak doksanların soyut şiirinde, kapitalizmin tekelci aşamasına özgü durumların, en başta da toplumsal artığa el konulması biçiminde baş gösteren sömürünün, mutlaklaştırıldığını görüyor. İKİNCİ YENİ’DEN “ÜÇÜNCÜ GERİYE” Belirli bir tarihsel üretim biçimine özgü ilişkilerin ortaya çıkardığı “görüntü”, değişmez “öz” gibi algılatılırken, bu ilişkilerin “doğal” olmadıkları veya bir başka üretim düzenine geçilmesi durumunda değiştirilebilecekleri gibi gerçekler ise rüya derekesine indiriliyor. Albayrak bunu “gericilik” olarak tanımlarken, bu biçim “gericiliğin” köklerini, “İkinci Yeni” olarak bilinen şiir türünde, kendi deyimiyle “İkinci Geri” şiirinde buluyor. Christopher Caudwell’in materyalist şiir kuramından hareketle, şiirde “toplumsal coşku” arayan Albayrak, böylesi bir coşkudan yoksun şiiri, “tekelci sermayenin yol açtığı tutsaklığa” ve bunun uyandırdığı “ölüm ve çürüme duygularına” bağlar. “Üçüncü Geri” olarak adlandırdığı doksanlar şairlerinin halk düşmanlığına varan seçkinci tavırlarından, intihar güzellemelerinden ve bayağı cinsellikle yüklü yazılarından örnekler sunan Albayrak’a göre bu tür şiirdeki ölüm, çürüme duygusu, bayağı cinsellik, kapitalizmin tekelci aşamasına özgü toplumsal gerçekliğin “natüralistçe yeniden üretilmesinden kaynaklanır” (s. 131). B. Sadık Albayrak, doksanlar şiirini değerlendirirken kullandığı toplumsal gerçekçi ölçütlerini, doksanlar romanı için de kullanıyor. Tomris Uyar, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu gibi yazarların o dönemde yazdıklarını ele alan Albayrak, doksanlar şiirinde gördüğü “mutlaklaştırma” işlevine dönemin romanlarının da sahip olduğunu, doksanların popüler roman yazarlarının “yazgı”, “kaçınılmaz” ve “zorunlu” gibi sözcükleri sıkça kullanmış olduklarını göstererek ortaya koyuyor. Irak’a emperyalist müdahale gibi dönemin kanlı siyasal gelişmelerine karşı tepki göstermek zorunda hissedildiği zaman bile ancak burjuva bireyselliğiyle sınırlı tepkiler içeren bu doksanlar edebiyatında, yazarların toplumla kurdukları ilişkide insanın neredeyse hiç olmaması, olduğu zaman da ancak tiksinilen bir taşra kökenli taksi şoförü olarak resmedilmesi, Albayrak’ın dikkatimizi çektiği burjuva reflekslerinden yalnızca biri. Karakterlerin giyim kuşamları ve doğal bir kategori gibi sunulan toplumsal konumları ile bir tür meta fetişizminin bu dönem romanına içkin olduğu rahatlıkla görülebiliyor. Albayrak, doksanlar romanına, işte bu nitelikleri nedeniyle, kitabın adı da olan nitelemeyi uygun buluyor. Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul adlı meşhur romanında geçen, “Katil, cinayetini müddeiumumi muavininin ağzından tanımadı. Cinayet güzelleşmiş, hutbe 2 4 olmuş, edebiyat olmuştu; eserdi,” cümlelerinden esinlenen yazar, “kapitalizmin sömürü ve cinayetlerini süsleyerek, gizleyerek okurlara benimseten” bu edebiyat türünü teşhir etmeye çalışıyor. ELEŞTİRİYİ GÖMME TÖRENLERİ Doksanlar şiiri ve romanının ardından, yazar son olarak, döneme ait bu iki türdeki üretimi ele alıp değerlendirmesi, eleştirmesi beklenebilecek, dönemin bilindik edebiyat bülteni ve yayınlarında çıkmış yazıları irdeliyor. Kitapta “eleştirisiz eleştiri” olarak tanımlanan bu yazın faaliyetinin, tekelci yayın piyasası içerisinde kaçınılmaz olarak övgü ile sınırlı kaldığı görülebiliyor. Yazar, doksanlar edebiyatının teşhir etmeye çalıştığı niteliğinden hareketle bu dönem edebiyatını övmenin “kolay bir iş olmadığını” öne sürerken (s. 247), bir tek kitabı övmeye adanmış kitaplardan, övülecek hiçbir şey bulunamadığında sığınılan “sarhoşluklardan” örnekler sunuyor. “Eksensiz eleştiri” olarak da nitelendirdiği (s. 279) bu yazın faaliyetinde de siyasal olandan kaçış eğilimi kendisini gösteriyor. Yazar için bunun nedeni açık: “Edebiyatla hayatın bağlarını koparmak.” Devam ediyor yazar: “Onlar, tekellerin ortaçağını insanlığın uzun gecesi kılmak için, toplumsal bağlarından kopartarak eleştiriyi öldürmek zorunluluğunu duyuyorlar.” (s. 265) “Tekellerin ortaçağı” ise, “[toplumsal] çelişkilerin yoğun bir ideolojik saldırıyla uyutulduğu bir toplumu anlatıyor” ve işte bu “eleştirisiz eleştiri, tekellerin sömürücü gerçekliğini mutlaklaştırmak, her insanı bu gerçeklik karşısında pes ettirmek için eleştiriyi gömme törenleri düzenliyor.” (s. 266) Bu ise aslında yazarın “eksensiz eleştiri” nitelendirmesinin eksik olduğunu gösteriyor. “İdeolojisiz edebiyat” çağrılarının kendisinin ideolojik olması türünden, söz konusu “eleştirisiz eleştiri” türü de bir eksene oturuyor. Yazarın önerdiği türden, “sanat eserini tarihi ve toplumsal yerine oturtmakla” belirlenen “maddeci” bir eleştiri ekseni değil elbette, tekelci yayın piyasasını ve burjuva değerleri yeniden üretmeye dönük bir “eksen” bu. B. Sadık Albayrak, Cinayet Olan Edebiyat’ı, “keskin ve müthiş hızda dönerek yolunu açmaya çalışan bir CD’ye, kompakt diske” benzetiyor. Bu benzetme, bir kitap için ilk bakışta bir hayli tuhaf kaçıyor. Oysa kitap bir kez okunduğunda, doksanlar edebiyatını konu ederken, yazarın önerdiği maddeci eleştiri ekseni etrafında gerçekten de “keskin ve müthiş hızda döndüğü” intibaını bırakıyor. Bu “keskinlik”, kimi zaman “bozuk Türkçe” veya “berbat dil” gibi öznel yargılara fazlasıyla yer vermeye, kimi zamansa toplumsal sınıflardan söz etmediği gerekçesiyle, söz gelimi, Ece Ayhan şiirini 12 Eylül politikalarıyla koşut değerlendirmeye varabiliyorsa da, hâlen daha pek az incelenmiş bir dönem olan doksanlar edebiyatının niteliklerinin ve temel eğilimlerinin toplumcu maddeci bir eleştiri ekseninde ortaya çıkarılması yönünde önemli bir katkı yapmış oluyor. n Cinayet Olan Edebiyat: Tekellere Methiye Sanatı/ B. Sadık Albayrak/ Doğu Kitabevi 310 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 1 3 r Coşkun MUSLUK inayet Olan Edebiyat, yazarın, İnsancıl ve Sermaye Kültüründen Kopuş başta olmak üzere, dönemin çeşitli sanat ve edebiyat dergilerinde yayımlanmış incelemelerine dayanıyor. Kitap, bu yanıyla, doksanlar yazınına karşı daha doksanlarda açılmış eleştiri bayrağını ilk günkü şiddetiyle dalgalandırmaya devam ediyor. Gözden geçirilip yeni ek ve incelemelerle de zenginleştirildiği için günümüz Türkiyesi’nden bir bakışı da yansıtıyor. Noterler ve Edebiyat (İstanbul: Papirüs Yayınları, 2005) ve Okuma Yazmanın Izdırapları (İstanbul: Doğu Kitabevi, 2015) gibi kitaplarıyla, Türk edebiyatının eleştirisi alanında ciddi bir birikimi çoktan ortaya koymuş bulunan B. Sadık Albayrak, Cinayet Olan Edebiyat ile doksanlar edebiyatını, üç ayaklı bir sacayağı misali, şiir, roman ve “eleştiri” örnekleri üzerinden inceliyor. Şiir, roman ve “eleştiri” üçlü ayrımına geçmeden önce, doksanlar Türk edebiyat piyasasının niteliğinin tipik bir örneği olarak Nâzım Hikmet şiirinin de burjuva bakış açısıyla yeniden yorumlanışının öyküsü kitabın ilk bölümünü oluşturuyor. Nâzım’ın sosyalist ideolojisinden ve politik eylemliliğinden ayrı görülemeyecek yapıtının burjuvazi adına nasıl temellük edildiği ve şiirlerinin tekelci yayın piyasasında yer yer sansür edilmeleri pahasına nasıl asimile edilmeye çalışıldıkları, bu ilk bölümde örnekleriyle ortaya konuluyor. Yazar, bu bölümde, sosyalist şair Nâzım’ın, salt estetik yargılarla değerlendirilmesine yönelik çağrıların da politik bir içerikten ari olmadıkları tespitini yaparken, estetiğin kendisinin bir ideoloji olamayacağını, fakat “ideolojik” ve “ideolojinin rengini alan bir alan” olduğunu vurguluyor (s. 42). Kemal Sülker’in tabiriyle “Nâzım Hikmet’in sahte dostlarına” (s. 81) dikkati çeken C B. Sadık Albayrak, Cinayet Olan Edebiyat’ı, “keskin ve müthiş hızda dönerek yolunu açmaya çalışan bir CD’ye, kompakt diske” benzetiyor. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1336 E Y L Ü L