23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 Ağustos 2015 Salı günü kaybetmiştik Tarık Dursun K.’nın unutulmaz yokluğu için sen yaz; sen ölürsen ben yazarım…” Ona ölümsüzlük olmadığını söyledim. “Günün birinde yaşamımızı yitirirsek bıraktığımız kitaplar var; onların yazdıkları yeter” dedim. Zaten anı kitaplarımızda yıllardır süregelen ve sanat edebiyat dünyamızda benzerine az rastlanan dostluğumuzu hep yazıp, anlatıp durduk. Ve Tarık Dursun K. ile tanıştığımız günden bu yana neredeysek, ne yapmışsak, ne yiyip içmişsek hep yazdık. Bir yazımın sonunda dostluğumuzun ne denli benzersiz olduğunu vurgulamak için şöyle bir cümle kullanmıştım: “Dişimiz ağrısa haberimiz oluyor…” 64 YIL ÖNCEDEN BAŞLAYAN... Bu yazıya başlamadan önce elime kalem aldım ve bir kağıt üstüne Tarık’la tanıştığımız tarihi, 1951 yılını yazdım, üstüne de 2015 tarihini koydum, çıkardım: Tam 64 yıl olmuş. İşte tanıştığımız günlerden birinin fotoğrafı. İzmir, Konak Meydanı, Tarih 26.10.1951, “Dost Nedret Gürcan’a” diye imzalamış. Bir o fotoğrafa bir de Tarık’ı İzmir Foça’da ziyarete gittiğim 2010 yazında evinin avlusunda çekilmiş fotoğrafımıza bakın. Altmış yıl hiç yalan söylememiş! Tarık’ı beş yıldır görmemiştim. Foça’da gördüğümde baston elindeydi. “Beni nasıl buldun? Geçen yıllar sana neyi anımsatıyor Tarık?” diye sordum. Kalın sesiyle kalın perdeden anında “Boku yediğimizi!” diye yanıtladı. İki gün sonra fotoğrafımıza baktığımızda Tarık’a hak verdim. Eksik kalmasın doğum tarihlerimizi de yazayım: Tarık 26 Mayıs 1931, ben 26 Haziran 1931. Benden bir ay önce doğmuş. “Ağabeyim sayılırsın Tarık” demiştim ona da “Sus! Sakın belli etme!” demişti. Tarık bastonluydu. Foça sokaklarında yürüdük. Öğle yemeği için tanıdığı bir lokantaya giderken gördüm, Tarık edebiyatımızda ne denli tanınıyorsa Foça’da da öyleydi. Selam veriyorlar, “bir kahvemizi iç” istekleri, hatır sormalar, saygılı gülümsemeler… Ben ortaokulu İzmir’in Buca ilçesinde yatılı okulda okudum. Üç yılda üç Türkçe öğretmenim oldu: Necla Acemi, Dirahşan Erden ve Serhat Kestel. İki de edebiyatsever arkadaşım oldu. Cengiz Tuncer ve Yörük Ali Efe’nin oğlu Cengiz Yörük. Üç Türkçe öğretmeni bizleri sınıflarında ve okulun çok zengin kitaplığında sürekli kitap karıştırırken, okurken görüp tanıdılar. Sınıfta, “Kapatın kitaplarınızı çocuklar, bugün dersimiz Orhan Veli. Onun ‘Masal’ şiiri üstüne konuşacağız…” diye başlayan derslerimiz olurdu. İşte Türkçeye ve yazmaya böyle başladık. Şimdilerde “Kapatın kitaplarınızı” diyen öğretmenler var mı? Bilemiyorum… Ameliyatlarım yüzünden öğrenimimi sürdüremedim. 1948’de ilk şiirim üstat Attilâ İlhan beğenisiyle İzmirAnadolu gazetesinde yayımlandı. Cengiz Tuncer ve Cengiz Yörük de öykü yazmaya başladı. Bir sevinç ve hevesle okul arkadaşlığını edebiyat arkadaşlığına taşıdık. Yılın bazı aylarında hem edebiyatçı arkadaşlarımı hem okuldan sevdiğim kızı (altmış yıldır evliyiz) görmeye İzmir’e gider oldum. Edebiyatımıza önemli sayıda yapıt bırakmış bir yazar olarak ayrıldı aramızdan Tarık Dursun K.. Kitaplarındaki dost sıcaklığını unutmak mümkün mü? Kitaplarının dışındaki dostlukları ise daha çok anlatılacak dilden dile. O sıcak dostlarından biri, Nedret Gürcan kaleme aldı bu yazıyı. Tarık Dursun’u saygı ve sevgiyle anıyoruz. r Nedret GÜRCAN nutulmaz varlığı” da diyebilirdim: Edebiyat ve sanat dünyamızın hemen her dalında var olmuş, Türk edebiyatına boyunca değerli kitaplar vermiş, onlarca ödülün sahibi Tarık Dursun K.’ için. Ve benim de çok sevgili, çok değerli arkadaşımdı o... Anlatılması zor; ama anlatacağım… 11 Ağustos 2015 Salı günü, Ankara’nın günlerdir süren sıcak akşamüstlerinden biri, cep telefonumda kız kardeşi Esin Üçel Hanım’ın durgun ve çok üzgün sesi: “U “AĞABEYİMİ KAYBETTİK!” Ansızın, beklediğiniz ya da beklemediğiniz bir ölüm haberinin şokunu yaşamışsanız eğer o an, o saatlerde, o gece ve sonrasında benim ne durumda olduğumu uzun uzun anlatmama gerek yok. Anlarsınız… Tarık’la son konuşmamız 1 Ağustos akşamında olmuştu. Hastalığı bir süredir onun o sıcak ve kavruk sesini, kitaplarından okuduğumuz o güzel Türkçesini bozuyordu. Biliyordum, hasta yatağında bile seçerek kullandığı sözcüklerinin bazılarını anlayamıyordum. Yardımcısı Hamide Hanım’ın yardımını istiyordum. Binlerce sayfanın yetmiş yıllık söz ustası bunun farkındaydı, anlamam için sözlerini yeniden sıralıyordu. Her şey bir yana bu üzüntü beni kahrediyordu. Konuşmalarını tam olarak anlayamadığımı belli etmek istemiyordum ama o hastalığın yenemediği müthiş zekâyla bunu anlıyor, cümlesini yeniden kuruyordu. Bundan aylar önceydi. Hastaydı, birkaç kez hastanede yatmış, zorlu bir prostat ameliyatı geçirmiş, bir süre dinlendikten sonra evinde yarım kalan kitaplarını tamamlamak için yazı masasına dönmüştü. Rahat konuşuyordu. Çok duygulu bir anıydı.Telefonda bana ne dedi bilir misiniz? “Nedret, senden önce ben ölürsem, benim TARIK DURSUN KAKINÇ’LA TANIŞMAM: Bu İzmir günlerinden birinde Cengiz Tuncer beni Tarık Dursun Kakınç ile tanıştırdı. Bir de elime küçükşirin bir şiir kitabı verdi. Tarık Dursun K. ve Cengiz Tuncer’in ortaklaşa yayımladıkları kitap. Adı: Devriâlem. Tarık, edebiyat kapısından içeriye şiirle girmişti. Sonra şiiri bana bıraktı, öykü ve romana geçti. İki Cengiz’den sonra İzmir’de Tarık’la da bir dostluk başladı aramızda. Tarık bir anı kitabında tanışmamızı şöyle anlatır: “Ben, Cengiz Tuncer, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 3 6 Tarık Dursun K. ile Nedret Gürcan’ın dostluğu 1951’de başlamış. Yanda iki dost eşleriyle birlikte bir yemekte... S A Y F A 1 6 n 2 4 E Y L Ü L 2 0 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle