28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y stanbul, üstüne en çok yazılmış kentlerden biridir herhalde. Anılar, araştırmalar, kent monografileri, izlenimler, romanlar, öyküler, şiirler. Saymakla bitmez. Geçenlerde, gazeteci, yazar, çevirmen dostum Kerem Çalışkan sayesinde, eski ama yeni keşfedilmiş bir İstanbul kitabı daha okuma olanağı buldum. Friedrich Schrader’in 1917’de Almanya’da “Konstantinopel” adıyla yayımlanmış olan “İstanbul” kitabını (Remzi Kitabevi), yüz yıla yakın bir süre sonra dilimize kazandıran Çalışkan, yapıtın başında, hem yazar ve kitapla ilgili ilginç bilgiler veriyor hem de yazarı ve kitabını nasıl keşfettiğini anlatıyor. Alman gazeteci Schrader, 18911918 yılları arasında İstanbul’da yaşamış. O yıllarda İstanbul’da yayımlanan “Osmanisches Lloyd” gazetesinde yönetici ve yazar olarak görev yapmış. “İstanbul” kitabını da, bu gazetede çıkan semt röportajları ve denemelerini bir araya getirerek oluşturmuş. Çalışkan’ın deyişiyle, “gerçek bir İstanbul âşığı” olan Schrader’in “İstanbul” kitabı, “adeta eski bir konakta, tavan arasında nasılsa köşedeki gizli eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Friedrich Schrader’in “İstanbul” kitabı Kerem Çalışkan eliyle Türkçede Tarihin tavanarasından... İ bölmede kalmış, eski sandıktan çıkan yüz yıllık bir kitap gibidir… Schrader sadece İstanbul’u, semtlerini ve atmosferini anlatmakla kalmaz, birkaç paragrafta çizdiği insan portreleriyle başlı başına birer roman kahramanı olabilecek dönem insanlarını da gözlerimiz önüne serer.” Schrader’i, bu yılın başlarında Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde düzenlenen bir sergide keşfetmiş; özellikle Almanlar tarafından üretilen kartpostallar, kitaplar, görsel malzemeler ve madalyaların yer aldığı “I. Dünya Savaşı’nda İttifak Cephesinde Savaş ve Propaganda” sergisinde. Biraz rastlantı, biraz merak… Sergide Schrader’in “Im Türkischen Hauptquartier” (“Türklerin Genel Karargâhı’nda” adlı bir kitabına rastlayan Çalışkan, yazarın izini sürmüş ve “İstanbul” adlı bir kitabı daha olduğu bilgisine erişmiş… Alman Lisesi’nin eski bir öğrencisi olan Çalışkan, aynı lisenin eski bir hocası olan Schrader’in “İstanbulu”nu Türkçeye çevirmeyi bir gönül borcu bilmiş… Burada ilginç olan, Schrader’in aradan geçen yüz yıl içinde bizde ya da Alman gazeteci Schrader, 18911918 yılları arasında İstanbul’da yaşamış. Almanya’da neden keşfedilmemiş, bugüne kadar dilimize neden çevrilmemiş olduğu. Çalışkan, bu soruya iki yönden yanıt getirmeye çalışıyor: Dönemin koşulları ve Schrader’in sahipsiz kalması… Yazarın Almanya’da sahipsiz kalma sının nedenlerinden biri ise bizim açımızdan gerçekten ilginç: “Schrader’in Almanya’da sahipsiz kalmasının bir diğer nedeni, İstanbul’da bulunduğu sırada Ermeni tehcirine ve Ermeni takibine karşı çıkmasıdır. Tehcirin büyük ölçüde İstanbul’daki Alman Askeri Misyonu tarafından teşvik edilip kışkırtıldığını fark eden Schrader, Alman Askeri Misyonu’nu eleştirmiş ve bu nedenle çalıştığı ‘Osmanische Lloyd’ gazetesindeki yöneticilik görevine son verilmiştir. Schrader’in o dönemde bazı Alman subayları ‘Türk’ten çok Türk’ olmakla ve baskıcı Türk milliyetçiliğini kışkırttıkları için eleştirdiği bilinmektedir. Schrader aynı dönemde, ‘Osmanische Lloyd’da çalışan bazı Ermeni gazetecileri de tehcirden ve tutuklanmaktan kurtarmıştır…” Demek Alman gazeteci Schrader de daha o yıllarda, bugünün Türkiye’sinde muhalif görüşleri yüzünden işlerinden olan meslektaşlarıyla aynı yazgıyı paylaşmış. Schrader, yüz yıl öncenin İstanbul’unun pek çok semtinin son derece canlı betimlemelerini, zamanın insanlarıyla ilgili çarpıcı gözlemlerini sunduğu kitabında, kentin Bizans dönemine kadar uzanan tarihsel bilgiler de veriyor. Artık “İstanbullu” kavramının belki de tarihe karıştığı günümüzde kitabın, yaşadıkları kenti gerçekten tanımak isteyenler için de biçilmiş kaftan olduğu kanısındayım. Kerem Çalışkan’ın, kitabı çevirmekle yetinmeyip okurlar için hazırladığı “Meraklısı İçin Notlar” da Schrader’in bir asır önce gözlemlemiş olduğu semtler ve yapıların bugün ne durumda olduğuna ilişkin kısa bilgiler veriyor. Birinci Dünya Savaşı’nın kargaşasında kaybolup giden, Çalışkan tarafından bulununcaya kadar “tarihin tavanarasında” tozlanan “İstanbul” kitabı, gerçek anlamda bir sürpriz… n MÜREKKEBİ KURUMADAN Mahmud Paşa efsaneleri F riedrich Schrader’in (18651922) “İstanbul” kitabındaki “Mahmud Paşa’da” yazısından bölümler vereyim dedim “Mürekkebi Kurumadan”da. “Düyunu Umumiye’nin büyük kapısı önünden geçip Pazar’a doğru [Kapalıçarşı] uzanan caddeyi boylu boyunca yürürsek geniş, eski ağaçlarla gölgelenen bir cami avlusuna varırız. Eskiden en kutsala ait olan bu ön avlu, şimdi her türlü dünyevi faaliyetle dolup taşıyor. Bir kahveci en eski zamanlardan beri buraya yerleşmiş. Tahta sıralarda ya da sazdan örülmüş taburelerde, çayını veya kahvesini höpürdeten ya da nargilesini fokurdatan misafirler oturuyorlar. Müşterilere hizmet eden ‘uşak’ların sağa sola gayretle koşuşturmaları gerekiyor. Sonra sesler yükselir: ‘Çınar altına bir!’ veya ‘Cami karşısına iki.’ Artık burada, iki camiye karşı, ziyaretçiler bu eski İstanbul’da, en sevilen yerlerden biri olan Süleymaniye kahvelerinin hangisinde kendilerine bir yer buldularsa oraya… (…) Yazları, yaşam buraya, ağaçların serin gölgesine kaçar… Pazar esnafı ve kalem memurları büro saatlerinden sonra hava almak için buraya gelirler… Ve 6 n 6 A Ğ U S T O S eski cami tüm bu yaşamı sütunlarının koruması altına alır… (…) Bu camiyi inşa ettiren Mahmud Paşa’dan halk hâlâ büyük bir saygıyla bahseder… Bu, 1453’te fetihten hemen sonraydı. Sadrazam Halil Paşa daha yeni Yedikule’de celladın baltası altında can vermişti. O zaman fetih yılının Rebiül Evvel’inde Hırvat Mahmud Paşa Abogoviç, imparatorluğun büyük mührünü teslim aldı. Bu önemli şahsiyet, kuzeybatı sınırından, sınır muhafızı Mehmed Ağa’nın esiri olarak Edirne’ye getirilmiş ve sarayda eğitilmişti. Çok iyi bir din ve hukuk eğitimi alarak kazaskerliğe kadar yükselmişti, o sırada Sultan Mehmed’in isteğiyle imparatorluğun en Eskiden en kutsala ait olan Mahmut Paşa Camisi’nin avlusu, şimdi her türlü dünyevi faaliyetle dolup taşıyor. üst makamına çıkarıldı. (…) Paşa ve Şehzade Mustafa arasında husumet vardı. Şehzade Mustafa o yıl ölünce, onu kıskananlar, sanki şehzadenin ölümünde suçsuz sayılmazmış gibi onu sultana şikâyet ettiler. Hemen adamlar yollandı ve onu yalnızken bir yakınıyla satranç masasında otururken bastılar, sarayda yas nedeniyle taşıdığı siyah kıyafeti beyazıyla değiştirerek masaya oturmuştu. Kumpasçılar hemen aceleyle, Mahmud Paşa’nın yas elbisesini çıkardığını yetiştirdiler. Onu azletmeye çekinen Sultan Mehmed, ölüm fermanını verdi ve bu Edirne Hasköy’de gerçekleştirildi. Mahmud Paşa sadece bir savaş kahramanı değil, aynı zamanda bilge bir şahsiyetti, eğitim ve felsefe dostuydu. İstanbul halkı onun hakkında, daha sonra hayvanların dilinden anladığı ve bütün sırları bildiğine dair efsaneler anlatmıştır. (…) Ama Mahmud Paşa’ya dair efsaneler zamanla ilginç bir değişim geçirdi. İstanbul’un efsane hazinelerini biraz bilen herkes, bunların çoğunun, nispeten daha yakın bir zamanda 17301754 arasında yaşamış olan I. Mahmud’a bağlandığını bilir. Muhtemeldir ki, Sultan Mahmud’un olağanüstü bilgeliğine, hayvanların dilini ve dünyanın sırlarını bilmesine dair bu zengin efsaneler, 18. yüzyıl öncesine dayanır. Burada mutlaka Mahmud Paşa’ya dair zengin efsanelerin, Sultan Mahmud üzerine aktarıldığı bir durum söz konusudur” n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 2 9 S A Y F A 2 0 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle