23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> kimseyi öte yandan. n Bu yaralarla sıfırdan başlayamazlar. Aramaya ise devam edebilirler ve öyle de yapıyorlar. Hiçbir kahramanıma benzetilmek istemem ama onlarla tek bir benzerliğim varsa o da arayış ve arayışın hiç bitmeyişi. Ben de hep aradım, aramaya da devam edeceğim. n Siz en çok neyi aradınız ve arıyorsunuz? n Hikâyeler arıyorum ama hikâyeden çok aradığım ve peşinde olduğum, Türkçeye kendi ölçülerim içinde, sınırlarım dâhilinde nasıl katkıda bulunabilirim düşüncesiyle dil, dilin kendisi. n Bu oyunda neden gitmek vardı? n Burada “gitmek”, mecazi anlamda “bir başka ülkeyi aramak” da demek. Kendimi hem Batılı hem Doğulu görüyorum. Dolayısıyla bende birçok görüşün etkileri var. Doğu mistisizmine, tasavvufa da yakın hissediyorum. O hakikat beni nereye götürecek bilmiyorum ama arıyorum ki bunu da bir şekilde dile getirme arzusuyla romana ufak tefek referanslar koydum; odalar, aynalar, tayyi mekân gibi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın açtığı yoldan gitmeye çalışan bir yazarım. Tanpınar’ın “Sadece Batı’ya bakmak da doğru değildir, sadece Doğu’ya bakmak da doğru değildir. Önemli olan terkiptir. İstanbul her ikisini de barındırır.” görüşü hayatımı değiştirmiştir. Hep o yolda ilerledim çünkü ben de böyle yaşadım. Çocukluğumdan bu yana aile hayatımda da Batı ve Doğu hep iç içeydi. n Bu bağlamda İstanbul’u hangi karelerinizden esinlenerek aktarıyorsunuz kitabınızda? n Şöyle: Saffet’i bizzat çocukluğumun geçtiği sokağa Sıracevizler’e konumladım. Benim de çocukluğum Saffet gibi çocukluğunu yaşadığı ve dönmek istediği yerde yani Şişli’de, Osmanbey’de, Pangaltı’da, Kurtuluş’ta geçti. Hiç bilmediğim bir İstanbul’u anlatmak gelmiyor içimden. Tüm yapıtlarım için geçerli bu. n Romanda herkes bir yerlere gitmeye çalışıyor. n Öyle. Kalan bir tek Saffet var. Kaldı ki Saffet’in hayatına yepyeni bir yön verme çabası da bir tür gitmek. İyi ki yaptı bunu Saffet. Birey olmak da bu demek. n Ama bu temelli gitmek değil. n Hayır, görmek, aramak, bir yerde kalmamak, bir yerde kalmakla yetinmemek, bir yer gördükten sonra bir başka yer daha bulmaya çalışmak ve değişmek demek. n Değişiyorlar da. Kahramanların hepsi defalarca jeton düşmesi sonucu aydınlanma yaşıyor bir kere. n Evet, her bir oyun ayrı bir aydınlanmaya sahne oluyor. Sonlara yaklaştığımızda ise o aydınlanmanın yazardaki tezahürünü görüyoruz. “TASAVVUFA YAKIN HİSSEDİYORUM” mücadele ve tökezlemelerin ve ille de zor olanın hikâyesiyle âdeta için için yanarak ilerliyor. n Böyle söylenebilir, evet. Hayatın kendisini yansıtmak istedim çünkü. Hiçbir şey güllük gülistanlık değil ama bu hayattan zevk almamıza engel de değil. Ayrıca okuru sarsmak ve şunu sorgulatmak da istiyorum: “Hangimiz oyun oynamıyoruz ki?” Hepimiz toplumsal benliğimizde bir kimlik kuşanıyoruz. Bu bir yerde bizi veriyor kabul ama bir yerde de vermiyor, bütünüyle yansıtmıyor. Hayat böyle akıp gidiyor, ilişkiler de böyle yaşanıyor. Karıkoca, sevgili, annebaba ilişkisi gibi en yakın ilişkilerin bile böyle yaşandığını, oralarda da bir takım oyunların döndüğünü düşünüyorum. Bu oyunları öyle kanıksıyoruz ki bazı yaşayabileceklerimizi teğet geçebiliyor, vazgeçebiliyor, yan çizebiliyor, yanlışlar yapabiliyoruz. Bu arada yanlışlarımız da bizi anlatır ve bundan da gocunmanın anlamı yok. n Neval’in striptiz sahnesi mesela. n Değil mi? nO striptiz kulübünün sahibinin adı da Mario. Neden? n Orada bir filmden etkilendim. Filmde, bir gece kulübü sahibi yarı mafya Mario adlı Japon bir adam vardı. Ben güldüm ve “Adam Japon ama adı Mario” dedim. Eşim de bana “Sen de Türksün ve adın Mario” dedi. Oradan çağrışımla buldum bu karakteri. Çok eğlendim onu yazarken. n Romanı manifestosuyla başlatan huysuz ve ismi benzer editör Milan Kundera’yı sormadan tabii ki geçmeyeceğim. Kim bu editör? n Vallahi yok öyle biri. Okuru havaya sokmak için düşündüm onu. Bu arada Milan Kundera çok sevdiğim bir yazar ve en büyük hayalim bu kitabın Fransızcaya çevrilip Kundera tarafından da okunması. Ah Milan Kundera ah! n Yapıtta her anlatım odasının kendine göre bir müziği var ve her virajın kendine göre bir hız uğultusu... Nasıl müzikler bunlar? n Memleket havaları da var, tango da var. Yer yer çok minör tonların ağır olduğu bir adagio gibi de diyebilirim. Özellikle iç sorgulamalarda. Ama hikâyenin bütününe baktığımızda bir delidoluluk var, müzik genelde hızlı. Bir çokseslilik kesinlikle söz konusu. n Son olarak tezgâhta neler var? n Yirmi beş yıl aradan sonra öyküye dönüş yapıyorum. Şu anda yazılıp bitmiş bir öykü kitabım var. 2016’da yayımlanacak. Yüz öyküden oluşuyor. Öte yandan yüzde altmışı bitmiş bir romanım var. Bir İstanbul freski diyebilirim, farklı katmanlardan, kesimlerden İstanbul kahramanlarının hikâyesi. Portreler kitabım üzerine çalışmaya devam ediyorum. Portreler, yakından tanıma olanağı bulduğum, bende izler bırakmış dört ustadan, Haldun Taner, Bilge Karasu, Attilâ İlhan ve Tomris Uyar’dan oluşacak. n Bu Oyunda Gitmek Vardı/ Mario Levi/ Everest Yayınları/ 450 s. “AH MILAN KUNDERA AH!” n Bu Oyunda Gitmek Vardı, o yolda “HANGİMİZ OYUN OYNAMIYORUZ Kİ?” KITAP 17 Aralık 2015 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle