Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr 1970’te çıkardığımız ‘İzlerimiz’ dergisi Filistin şiirleri yüzünden toplatılmıştı Kendi yurdunda sürgün… ları çevirmeye başladığınızda, Mao’nun iki şiiri, Vietnam şiirleri, Filistinli ozanlardan şiirler birbirini izliyordu. Bana İzlerimiz serüvenimi anımsatan da, Filistin’in dinmeyen acılarının yeniden yalımlandığı şu son bir ay oldu. Düşünüyorum da, Tevfik Zeyyad’ın, Mahmud Derviş Semih elKasım’ın, Salim Cubran’ın, Mahmud Derviş’in İzlerimiz ‘70’te yer verdiğimiz dizeleri, yılların ötesinden güncelliğini zerre kadar yitirmeksizin yüreklere sesleniyor hâlâ… Mahmud Derviş, sevgiliden ayrı düşmenin umarsızlığı karşısında, sözün gücüne, anayurdunun kurtuluşuna duyduğu inanca sığınıyor: “... Ayrılışımızın mendilleri / Kefenden başka bir şey değil / Ve rüzgâr külleri savururken / Derin vadilerden kan fışkırıyor / Ve Sinbad’ın yelkenlerinde / özlem ağlıyor / Bir sesin çağrısını duyunca. // Gönder bana sevgilim / Ayrılışımızda mendillerde kalan inlemelerimizi, / Bir çalgının çınlaması gibi gönder onları / Ayrılış inlemeleri gibi değil. / Sevinç içinde yeniden buluşacağımıza söz veriyorum / Sürgünümde çığ gibi büyüyor bu. / Ve durmadan yenilenen ölümlere ağlama, / Senin gözlerinden başka bir şeyim yok / Ayrılışımızda salladığın mendili / Aşk şarkılarının andacı gibi sarma boynuma / Daha iyisi, sevgilim, onunla / Anavatanımda bir 970 yazının sıcak bir günü, Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nın kapısından içeri girerken, bu koca yapının 1895’te Türkiye Ermeni Patrikhanesi adına Mıgırdiç Ağa Sanasaryan tarafından mimar Hovsep Aznavur’a yaptırıldığından da, yıllar sonra her nasılsa buraya Emniyet Müdürlüğü’nün yerleştiğinden de, Sanasaryan adının hayatın ve dilin o cuk oturan cilvelerinden biri sonucunda Sansaryan’a dönüşmüş olduğundan da habersizdim. O yıl Robert Kolej’de çıkardığımız İzlerimiz dergisinin toplatılmış olduğunu Birinci Şube Basın Bürosu’ndan adıma gelen “çağrı”dan öğrenmiştim. Evet, Robert Kolej öğrencilerinin 1926’dan bu yana yayımladıkları, Türkiye’nin en eski edebiyat dergilerinden İzlerimiz, kapağındaki slogan ve içeriğinden ötürü sakıncalı görülüp toplatılmış; yayın kurulunun öteki üyeleri yazın memleketlerine gittiklerinden, bir tek beni bulmuşlardı sorguya çekecek. Aslında o günlerde Robert Kolej’de değildim artık, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okuyordum; ama zamanımın azımsanmayacak bir bölümünü Bebek sırtlarındaki okulun kantini, bahçesi ve kütüphanesinde, bir de Bebek sahilindeki Nazmi’nin meyhanesinde geçirmeyi sürdürüyordum. Bu “doğal coğrafî bölgem” dolayısıyla İzlerimiz’in yazı kurulundayım. Yirmi üç yaşın toyluğuyla, Sansaryan Hanı’ndan içeriye adımımı atarken, ilk kez “Ümit Milli” oluyordum. Çok değil, iki yıl kadar sonra “A Milli” olacağımı nereden bilebilirdim ki… “Ümit Milli” oluşumu, her şeyden önce, İzlerimiz dergisinin 1970 yılı sayısının kapağına borçluydum. Kapakta, gri zemin üzerine kalın, siyah, kapital harflerle “Yaşasın Dünya Halklarının Devrimci Kardeşliği” yazıyordu. SayfaS A Y F A 6 n 1 4 1 yarayı sar.” Tevfik Zeyyad, Filistin yurdunu tek bir zeytin ağacına sığdırıyor: “Yün örmediğim / Her zaman arandığım / Ve evim her zaman yağma edildiği / Bir parça kâğıdım bile olamadığı için / Bahçemdeki zeytin ağacına / Kazıyacağım anılarımı. // Gördüğüm acıları kazıyacağım / Aşk dolu, özlem dolu yaşantıları / Elimden alınan portakal bahçesi / Ve ölülerimin kayıp mezarları için... // Ve her şeyden çok / Bu tragedyanın korkunç yüceliğini, / Doruğa doğru / Azap merdivenlerini tırmanırken / Sırtımda taşıdığım / Dinmez, acı kavgayı / Kazıyacağım...” Kendi yurtlarında sürgün yaşayan, topraklarında yaşadıkları yurtlarına bir türlü kavuşamayan Filistinliler yıllardır şiire döküyorlar seslerini. Filistin nicedir şair yatağı; tıpkı 1930’ların İspanyası, 1960’ların Vietnam’ı gibi... Yıllar önce İstanbul’da bir fotoğraf sergisi açılmıştı. II. Dünya Savaşı döneminde Nazilerin toplama kamplarından yürekler acısı görüntüler sergileniyordu. Ama beni en çok etkileyen, avurdu avurduna göçmüş, bir deri bir kemik Yahudi çocukların kocaman gözleriyle baktıkları fotoğraf olmuştu. Sergi için yazdığım yazıda, “Fotoğraftaki Yahudi çocukların gözlerinde, bugün Filistinli çocukların gözlerini görüyorum…” demekten kendimi alamamıştım… n MÜREKKEBİ KURUMADAN kadar soğuk / gözler gibiydi dünya,/ doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz. / Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım. // Seni yalçın dağlarda gördüm, / kuzularınla, kovalanan çoban kızı./ Sen benim bahçemdin, yıkıntılar ortasında./ Bendim o yabancı, bendim kapını vuran./ Ey gönül! Ey gönül! / Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,/ pencere, taşlar ve çimento / Kalbimin üzerinde. // Seni su testilerinde gördüm, / buğday başaklarında,/ yıkık dökük, parça parça, unufak./ Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde, / sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda. / Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin./ Dudaklarıma ses olacak yel sen. / Ateş ve akarsu sensin. / Gördüm seni bir mağaranın ağzında / yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken./ Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,/ kaynayan kanında güneşin. / Ve ahırlarda... / Ve bütün tuzlarında denizin./ Ve kumlarda... / Toprak gibi güzel, / yasemin gibi, / ve çocuklar gibi. // Ve ant içerim ki, / bir mendil işleyeceğim yarına kadar, / gözlerine sunduğum şiirlerle süslü/ ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:/ ‘Bir Filistin vardı, / bir Filistin gene var!’ // Gözleriyle Filistin, / kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin, / adıyla sanıyla Filistin. / Düşlerin Filistin’i ve acıların, / ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,/ sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i/ ve çığlıkların. / Ölümün ve doğumun Filistin’i, / taşıdım seni eski defterlerimde/ şiirlerimin ateşi gibi./ Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde./ Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra, / inlettim senin adına koyakları: Sakının hey / kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!/ Benim gençliğin yüreği! / Benim beyaz kanatlı atlı! / Benim yıkan putları! / Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken / tüm sınırlarına Suriye’nin! / Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:/ ‘Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin! ‘ / Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,/ yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!/ Ben barbarların atlarını iyi bilirim. / Bir ben dururum onların karşısında,/ bir ben, / gençliğin yüreğiyim her daim, / yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.” n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 2 7 8 1 Filistinli Sevgili... 970’in İzlerimiz dergisinde yer verdiğimiz Filistinli ozanları anımsadığım bu haftanın Yeryüzü Kitaplığı’nın Mürekkebi Kurumadan’ında Mahmud Derviş’in (19422008) bir şiirini paylaşayım dedim. “Filistinli Sevgili”yi A. Kadir ile Süleyman Şalom’un Türkçesinden okuyalım: “Gözlerin bir diken/ yüreğe saplanmış,/ çıldırasıya sevilen, / işkencesine dayanılamayan./ Gözlerin bir diken, / rüzgârdan koruduğum,/ ötesinde acıların, gecelerin, / derinlere sapladığım. / Kandiller yanar ışığınla, / geceler dönüşür sabaha. / Bense unuturum birden,/ göz rastlar rastlamaz göze, / yaşadığımız bir vakitler / kapının ardında / yanyana. // Şakırdın sanki konuşurken./ İsterdim konuşmak ben de./ Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki, / O bahar gibi dudaklarda! / Sözlerin güvercin gibi/ yuvamdan/ uçtu gitti./ Kapımız,/ sonbahar kadar sarı / basamakları ardından/ fırladı gitti/ canının çektiği yere./ Aynalar oldu / paramparça, / yığıldı içimize / acı üstüne acı. / Topladık sesin küllerini/ getirdik bir araya. / Böylece söyler olduk / acılı türküsünü yurdumuzun./ Hep birlikte sazın bağrına / ektik bu türküyü, / evlerin damlarına taş fırlatır gibi/ fırlattık attık bu türküyü, / alın, dedik, / sancıdan kıvranan kalplere. / Oysa her şeyi unuttum ben şimdi. / Ya sen, ya sen, sevgili,/ sesini kimselerin bilmediği! / Belki de gidişindir senin/ ya da susmandır / sazı paslandıran. // Dün seni limanda gördüm,/ yapayalnız, yolluksuz yolcu. / Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum, / arıyordum sanki yaşlı anamı. // Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı / kapanır bir hücreye ya da bir limana, / nasıl saklanır gurbet elde / ve yemyeşil kalır? / Yazıyorum not defterime:/ Limanda durakaldım.../ En dondurucu kış A Ğ U S T O S 2 0 1 4