Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Jacques Ranciére’den “Demokrasi Nefreti” Kirli sepetinde bir ‘gömlek’ Jacques Ranciére, “Demokrasi Nefreti”nde demokrasiden ne anlayıp anlamadığımız üzerinde dururken ona getirilen haklı ve haksız eleştirileri masaya yatırıyor. Ranciére, demokrasi fikrinin, başkalarını yönetmeyi kendine “doğal hak” sayanları nasıl rahatsız ettiğini anlatırken buradan doğan korku ve nefretin kaynaklarına iniyor. r Ali BULUNMAZ emokrasi, Eski Yunan’dan beri hep tartışma konusuydu. Tartışma bir tarafa, o dönemde korkutucu, düzen bozucu ve kötünün de kötüsü bir yönetim şekli olarak anılırdı. Tabii bugünkü demokrasi kavrayışıyla o zamanki arasında bariz farklar vardı ama adı, içeriğin önüne geçmişti. Daha sonraları “iktidarı kendine bahşedilmiş ulu bir görev” olarak görenlerin hedefinde yine demokrasi vardı. Aslında hâlâ öyle. Üstelik bu durumu yaratanlar, kendi topraklarındaki yönetimin (hatta kendilerinin) “ne kadar demokratik olduğunu” söyleyip duruyor. Gerçek demokrasi ise itinayla kulvar dışına itiliyor; onu ezip geçmeyi düşünen ya da kullananların yönetimde olduğu bir ülkenin hatırı sayılır kişileri, hep “ileri demokrasi” veya “daha iyi ve daha çok demokrasi” söylemiyle gemisini yürütüyor. Geçmişte böyle oldu, şimdi de böyle. Bu formül veya söylem, Jacques Ranciére’in Demokrasi Nefreti kitabının neye atıf yaptığını anlatması bakımından önemli. Tabii Ranciére, konunun teknik bazı yanlarını da titizlikle incelemekten geri durmuyor. Örneğin temsil, cumhuriyet, bireycilik, eşitlik ve halkın yönetimi gibi demokrasiyi besleyen bütün kaynakların nasıl kıyasıya eleştirildiğini, içinin nasıl boşaltıldığını ve bambaşka şeylere dönüştürülmeye çalışıldığını da anlatıyor. DIŞI LİBERAL İÇİ TOTALİTER “DEMOKRASİ” Tarihin pek çok döneminde “bol gelen elbise” ya da “kötülüklerin kaynağı” olarak nitelenen demokrasiye karşı tuhaf bir yaklaşım da söz konusu. Daha doğrusu neyi hangi biçimde model aldığımız da önemli. Mesela Ranciére, bazılarınca “bütün kötülüklerin anası” sayılan Amerikan demokrasisinin akıl almaz şekilde eleştirildiğini söylüyor. Ama ABD, silah zoruyla onu ihraç etmeye kalktığında ise aynı grubun neredeyse tamamının saygı duruşuna geçtiğini de hatırlatıyor. Burada iyi ve kötü konusunda ikircikli bir durum var ve Ranciére konuya şöyle giriyor: “Demokratik yönetim, herkes için eşitlik ve bütün farklılıklara saygı gösterilmesini isteyen demokratik yönetim tarafından yozlaştırılmasına izin verildiğinde kötü. Buna karşılık, demokratik toplum tarafından güçten düşürülmüş bireyleri, değerleri, medeniyetler çatışması olan medeniyetin değerlerini savunmak için savaşın hayatiyetine çağırdığı zaman iyi.” “İyi demokrasi” bu durumda tek geçerli yönetim biçimi (hatta ihraç malı); felaketin eşiğine gelmiş demokratik “uygarlığı” kurtaran, koruyup kollayan bir “emniyet sübabı.” Elbette bunun dünya çapındaki sonuçları ve yerele etkileri (böyle düşünen liderlerin doğuşu ve demokrasiden ne anladığı) üzerinde durmak zorunlu. “Demokrasi” ihracının, yeni suç işleme tekniklerine, mağdur yaratmaya, yeni demokrasi düşmanları türetmeye ve “yanlış yapma hakkına” kapı araladığı çok açık. Bu sonuncusu, “deneye yanıla doğru bulunur” gibi hayli sakat bir yola girilmesini sağlıyor ki Ranciére, orantısız gücün geri çevrilmesi zor başka orantısızlıklara neden olabileceğinin altını çiziyor. Dolayısıyla burada bir “demokrasi zaferinden” çok zamana yayılmış bir yenilgiden bahsetmek gerek. Bir anlamda halka “siz kendinizi yöneteceksiniz” diyerek aslında keyfiliğini masaya koyan liderler ve onların ekibi dayatılıyor. Nihayet “ayağa kalktığı” muştulanan “demokrasi”yle beraber, hukuki ve sosyal kaos da şahlanıyor. Ranciére burada olması gereken demokrasiye atıf yapıyor: Geniş katılım ve bireysel tatmin gibi iki ucu dengeleyen demokrasi. İşin bir tarafı bu, biraz ütopik. Öbür taraftaysa demokrasinin kullanılması, adının geçirilerek totalitarizme ulaşma yer alıyor. Ranciére’e göre kimi boşluklardan ya da krizlerden yararlanan liderler bu yola girip iktidarını kuruyor. Bireylerin hakkını koruma veya tanıma değil, kendi çıkarlarını sağlama alma adına kutsama yöntemi, o yoldaki pek çok engeli kaldırmaya yarıyor. O zaman da dışı liberal, içi totaliter bir “demokrasi” bizi kuşatmaya başlıyor. Sonuçta adaletin, eşitliğin ve hakkın esas alındığı halkın yönetiminin içinin boşaltıldığı ve sakatlıklar silsilesinden oluşan bir “düzen” hemen her şeyi çözüp dağıtmaya koyuluyor. Fazla “demokrasi”, bol elbise haline gelerek en hafif deyimle kısıtlamalara zemin hazırlayıp Ranciére’in demokrasi nefreti dediği sonuca doğru yürüyor: Hemen her şey biçimselleşiyor, “adı var kendisi yok” durumu bütün kanallara hâkim oluyor. Varılacak nokta ise “bir”in çoklukla uyumlu hale getirilmesi. Ranciére buna “bütün koyunlarına şefkat gösteren çoban tavrı” diyor. Böylece “saygı” beklenen “demokratik insan” yaratılıyor. Elbette buradaki “demokratik” nitelemesi biçimsel olmaktan öteye de gidemiyor. “BAZILARI EŞİTTİR, BAZILARI DAHA EŞİTTİR” Eski Yunan’daki haliyle demokrasinin bir tür “zar atmak” ya da “kura çekmek” anlamına geleceği unutulmamalı. Ranciére, konunun bu tarafına da değiniyor; üç tip yönetici (ya da yönetim) olduğunu söyleyen yazara göre bunlardan ilki, doğumdan gelen üstünlüğe sahip. İkincisi ise zenginliğinin verdiği güçle yönetenler. Üçüncüsü ise o zar atmaya ya da kura çekmeye dayanır. Çünkü orada unvansızlık işler; yönetme ve yönetilme unvansızlığı: Anarşik unvan. Bu da o dönem için tamamen bir skandal olarak adlandırılır. “Çobanı yok et” düsturu bizi kuraya, unvansızlığa ve skandala götürür. Bu da Eski Yunan’da demokrasiye şüpheyle bakışı tetikler. O şüphe de bizi, Eski Yunan’dan devşirilen ve Ranciére’in hatırlattığı, tartışmalara yol açan şu eleştiriye ulaştırır: “Demokrasi ne yönetilecek bir toplum ne de bir toplumun yönetimidir. Demokrasi, her yönetimin kendi temelinde yer aldığını keşfetmesi gereken bu yönetilmezliktir bilhassa.” Bir bakıma tam anlamıyla demokratik yönetim diye bir şeyin olmadığı düşünülürse demokratik toplumun da önünde sonunda fantezi olduğu kabul edilebilir. Genellikle azınlığın çoğunluğu yönetmesi ya da oligarşinin ayak oyunlarının geçerliliği gibi bir gerçek karşımıza dikilir. Ancak temsili demokrasiyi, bu özelliklere bakıp ayağı yere basmayan biçimde kötülemek ya da yok etmeye uğraşmak, bahsi geçen oligarşikliği veya azınlık yönetimini daha da keskinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu, Ranciére’in sahte demokrasi dediği “bireyci demokrasi”nin serpilmesini sağlar. Atomize bireylerin öne çıktığı bu K İ T A P S A Y I 1278 D Ranciére, demokrasinin bir devlet biçimi olmadığını, tüm devlet biçimlerinin ötesinde bulunduğunu ve denge unsuru olduğunu baştan kabul etmemiz gerektiğini söyler. S A Y F A 1 2 n 1 4 A Ğ U S T O S 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T