Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Demokrasinin ‘içinde’ yaşamıyoruz” acques Ranciére, eğrisiyle doğrusuyla demokrasiye dair fikirlerini açıklayıp ona getirilen yerli yersiz eleştirileri sıralarken sorular da soruyor kendi eleştirilerini de ortaya koyuyor. Elbette bunları ve buralardan ulaşılan sonuçları benimseyenler olacağı gibi yanından geçmeyenler de bulunacak, o kaçınılmaz. Ama her şeyden önemlisi Ranciére’in cesaretle konunun her yönüne eğilmesi. Kısacası sorular, yeni tartışma konularını; o konular da yeni soruları doğuracak. İşte birkaç örnek: “Kendilerini ‘demokrasi’ olarak adlandıran ve bu demokrasi terimiyle yasaya dayanmayan ya da dinsel yasalara dayanan devletler tarafından yönetilen toplumlardan kendisini ayrıştıran toplumlar ve devletlerde yaşıyoruz. Bu ‘demokrasi’lerin içinde, durumu besbelli ki vahim olmayan ve başka yasalar altında yaşamayı hiç istemeyen ama insanlığın başındaki bütün belalar için her gün tek bir kötülüğü, demokrasi adı verilen kötülüğü suçlayan egemen entelijansiyayı nasıl anlayabiliriz?” “(...) Demokrasinin ‘içinde’ yaşamıyoruz. Hepimiz biyopolitik yönetiminin istisna yasasına tabi olduğumuzu söyleyen bazı yazarların iddia ettiği gibi kamplarda da yaşamıyoruz. Oligarşik hukuk devletlerinde, yani oligarşinin gücünün, halk egemenliği ve bireysel özgürlüklerin ikili tanınmasıyla sınırlandırıldığı devletlerin içinde yaşıyoruz. Bu türden devletlerin sınırlarını da yasalarını da biliyoruz. Bu devletlerde seçimler özgür. Bu seçimler, ikame olabilen etiketler altında olsa da temelde aynı egemen kadronun yeniden üretilmesini garanti altına alıyor.” “(...) Politika bütünüyle unutulunca ‘demokrasi’ sözcüğü, hem kimsenin artık adıyla çağırmak istemediği bir tahakküm sisteminin edebi kelamı hem de bu silinen sözcüğün yerini alan şeytani bir ad oldu. Söz konusu tahakküm sistemine maruz kalanla bunu eleştirip teşhir eden bireyin birbirine karıştığı bir karma özne çıkar karşımıza. Bu polemik, demokratik insanın robot resmini karmaşık çizgileri içinde çizer bize. Patlamış mısır, reality show, güvenli seks, sosyal güvenlik, farklılık hakkı, antikapitalist ve alternatif küreselleşme yanılsaması budalası genç tüketicidir bu. Ellerindeki bu robot portre sayesinde eleştiriciler ihtiyaçları olan ve dermanı olmayan bir kötülüğün mutlak suçlusunu bulur. Küçük değil, devasa bir suçlu. Yalnızca piyasanın imparatorluğuna yol açmayan, ki bunu eleştirenler buna uyum sağlamakta hiç zorluk çekmez, aynı zamanda uygarlığın ve insanlığın yıkımına da yol açan bir suçlu.” n 1278 1 4 A Ğ U S T O S 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3 J demokraside, kişi egosuyla baş başa kalır. Atomistik bireyciliğin zaferi aynı zamanda “gücün, sayının ve kurnazlığın zaferine” dönüşür. “Bireyci demokrasi”, bir kolektifliği savunur gibi yapar ama desteklediği şey hiyerarşik bir kolektifliktir. “Bazıları eşittir, bazıları daha eşittir” sözü böylece ete kemiğe bürünür. “DEMOKRATİK TÜKETİCİ” Ranciére, demokrasinin bir devlet biçimi olmadığını, tüm devlet biçimlerinin ötesinde bulunduğunu ve denge unsuru olduğunu baştan kabul etmemiz gerektiğini söyler. Yani uzlaşmayı zorunlu kılan, birinin başkasının üstüne çıkmasını kanunların güvencesi altına alan bir yönetim şekli. Ancak buraya tebelleş olan ve kendini demokratik gibi gösteren oligarkların bitmek bilmez iştahı, demokrasinin olumsuz eleştirisinin, hatta ona dair nefret yaratılışının baş nedeni: O nefreti yayanlar, hem kötü demokrasinin temsilcileri hem de sefahatini ileri götürmek için demokrasiden yararlanan konumunda. Bir tür “demokratik tüketici”ye dönüşen bu kesim, iktidarının devamı adına demokrasiyi kendine göre düzenler ve bu yeni şekli sonuna dek kullanır. Üstelik yönettiği kitleyi de kendi istediği kıvama getirmenin bir yolunu mutlaka geliştirir. O yol da anlam kaymasına ve kafa karışıklığına neden olur: “Demokrasiye karşı mücadele etmek gerekir çünkü demokrasi totalitarizmdir.” Ranciére, bu kafa karışıklığı üzerine kısa bir şey söyler: “Demokrasi, oligarşik iktidarların elinden kamusal yaşam üzerindeki tekeli, zenginliğin iktidarının elinden yaşamlar üzerindeki mutlak gücü sürekli geri alma eylemidir.” Demokrasideki eşitlik ve halkın yönetimi fikrini benimsemeyip kendilerini “mutlak” ve “doğal yönetici” olarak görenler nefret söylemi oluşturmayı görev sayıyor. Sadece bu mu? Binip gidilen bir “araç” ya da kirli sepetine atılası bir “gömlek” gibi görmek de demokrasiyi tu kaka edişin hızlandırıcısı. Nihayet demokrasiye karşı zafer kazanmanın yolu da o yöneticilerin yanına aldığı “entelektüeller” ve büyük bir kitlenin yardımından geçiyor. n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Demokrasi Nefreti/ Jacques Ranciére/ Çeviren: Utku Özmakas/ İletişim Yayınları/ 112 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I