04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ROMANCILARIMIZ ARASINDA24 Yiğit Bener’den “Heyula”, “Kırılma Noktası” Heyulanın Dönüşü, yazarın roman evrenine yerleştirdiği karşıt açılarla ilerliyor. Böylelikle adeta sürü gibi yaşayan güdülü insanlarla heyulalar ya da heyula konumuna düşmüş aykırı insanlar arasında ciddi değer çatışmasına tanıklık ediyoruz kendiliğinden. imi yazarlar, ilk çıkışlarında şaşırtabilir insanı. Ama Yiğit Bener’in ilk kitap olarak yayımladığı, gerekirlikleri yerli yerindeki Eksik Taşlar (2001) romanını okuduğumda hiç de şaşırmadım kendi payıma. Bilimle, sanatla, yazınla yoğrulmuş bir aile ekininden gelen ardıl olarak kendisinden bekleneni karşılamak hem kolay hem de zor… Sonrasında ardı ardına yayımladığı romanlar kadar öykü, deneme gibi öteki türlerde de ürün verdi, ayrıca çeviriler yaptı Yiğit. Böylelikle Vüs’at O.BenerErhan Bener ikilisi aracılığıyla kendisine dek gelen yazar aile geleneğinin önümüzdeki on yıllara akacak birikiminin temsilcisi olduğunu, bunu güvenle ileriye taşıyabileceğini kanıtladı. Bener’in ilk romanı üzerine Adam Sanat’ta yazmış, ilk öykü kitabı Öteki Kâbuslar’a da “Kitaplar Adası”nda (7.6.2012) yer açarak her iki yapıtın da türe yönelik ciddi yükseklik yansıtan verimler olduğunu vurgulamıştım. Nicedir, yayıncısı Can tarafından okurla buluşturulan öteki iki romanı üzerinde duracağım Yiğit Bener’in: Heyulanın Dönüşü (2011), Kırılma Noktası (2012). “Fethi Naci Zamanı”nın ardından Mehmet Eroğlu, Hasan Ali Toptaş romanlarıyla birlikte alacakmışım meğer, ne yalan söylemeli, bu da hoş elbette… Heyulanın Dönüşü’nde ilk dikkatimi çeken özellik, yazarın, anlatısını açık ya da kapalı bir özyaşamöyküsel bağlama oturtması oldu. Romanın anlatıcı başkarakteri Heyula, 1980’lerde bir devrimci militan olarak siyasal nedenlerle işkencelerden geçmiş, sonunda öldürülmüş, “on yılı aşkın bir süre” (24) sonra “hortlarcasına” (40) öte dünyadan dönmüştür. Roman, işte bu heyulanın ağzından özöyküsel anlatı temelinde yapılandırılıyor ironik bir aynadan yansırcasına. “Heyula” karakterinin, ele avuca sığmayan biri olduğunu kestirmek zor değil. Yazar da okuru uyarıyor zaten bu anlamda: “Aykırı birey, toplum tarafından dışlanmaya ya da tepki görmeye hazırlıklı olmalıdır.” (30) Romanlarını aykırı karakterlerle kuran yazarın gelin şimdi bu iki yapıtında bir kısa gezintiye çıkalım birlikte… HEYULANIN BİZE SÖYLEDİKLERİ… Heyulanın Dönüşü’nde Heyula, aradan çok da uzun süre geçmemesine karşın toplumu, çok değişmiş bulur yine de. Akrabalarını ziyaret eder, üstlendiği işler nedeniyle ya da dostlarına, akrabalarına uğramak amacıyla kentler arasında gider gelir. Bu arada insanların, belirli odaklar tarafından, işlerine geldiği S A Y F A 1 4 n 1 4 K gibi nasıl biçimlendirildiklerini gözler, yakınındakilerden en uzaktakilerine insanlardaki değer karmaşasında ortaya çıkan değişimin ipuçlarını gösterir bize… Yiğit Bener, bu yapıtında da Eksik Taşlar’daki gibi karakterlerin, kendilerini ailelerine kabul ettirme yönünde, bunu sorunsal bağlamında aldığını da ele veriyor. Kişilerin ebeveynleriyle ilişkisine yoğunlaşıyor çünkü bir ölçüde. Ötesinde doğacı, kadıncı tutumu da eşlik ediyor buna. Kaldı ki Bener, okuduğum üç romanında da uzandığı farklı coğrafyalar kadar izlekleri, biçemleriyle, bunlarda karşımıza çıkan karışık kurgulama yaklaşımlarıyla da dikkati çekiyor. Üç bölümden oluşan romanda yazar, ilk bölüme “parantez”ler, ikinci bölüme “dipnot”lar ekliyor, bir üst bakışla, tanrı romancı olarak. Bu ayraçlı, dipnotlu bölümlerde yazar heyulalık kavramına dönük getirdiği açıklamalarla okuru, ölümle, ölüm sonrasıyla, buna değgin düşüncelerle yüzleştiriyor. Okurun bu toplumsal sarsıntıyla yüzleşmesine aracılık yapıyor bir biçimde. Ne ki yer yer soyutlayım temelinde yapılandırılmış bu tür yabancılaştırma metinlerinin anlatı içinde önemli engebeler oluşturabileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor yine de. Heyulanın Dönüşü, yazarın roman evrenine yerleştirdiği karşıt açılarla ilerliyor. Böylelikle adeta sürü gibi yaşayan güdülü insanlarla heyulalar ya da heyula konumuna düşmüş aykırı insanlar arasında ciddi değer çatışmasına tanıklık ediyoruz kendiliğinden. Daha işin başında “katıksız bir dinsiz” (54) konumuyla Heyulanın söz konusu sürüyle çatışmaması olanaksız. Hele “[a]radan on yıl geçtiğini” de unutmuşsa… Öyle ya, “[b]ağıra çağıra slogan atıldığı bir devirde öbür dünyayı boylamıştı(r)” (89) o, “yirmili yaşları(n)da” (129). O zaman yazarın, Heyula aracılığıyla anlatısına içirdiği alaysamalı düşünselliğin nasıl da inceliklerle örülü olduğu görülebiliyor apaçık… Nitekim ironik bir gönderme olarak Heyula da ayırdındadır durumun: “…[B]ütün hayatım kayıp,” (96) der. “[D]oğası gereği daima yabancıdır,” “ortada kalan”dır o. (140) Ancak “[h]eyulalık (onu) ‘inanç’ sayılabilecek tüm düşüncelerden arındırmıştı(r). Hiçbir kurtarıcıya inanmıyordu(r)…” artık Heyula. (246) Böylelikle ilk satırlardan başlayan bir muhalif özün, aykırı sesin roman boyunca sürdüğünü gözleriz. Bütün bunlar, Heyulanın Dönüşü’nde genelde anlatımcı bir biçem ortaya çıkarıyor. Bu çerçevede Heyula karakteri, bir hesaplaşmayı eylemlilik temelinde değil kuramsal temelde alıyor; geçmişle günü karşılaştırıp bu bağlamda yaşadığı deneyimleri anlatıyor. A Ğ U S T O S 2 0 1 4 Heyula, bir denemeci gibi yaklaşım sergiliyor çokluk; hep tartan, sorgulayıp soru üreten biri… Buna karşın denemeyle kol kolalık sergileyen bir roman olduğunu söylemeyeceğim Heyulanın Dönüşü’nün. Çünkü roman karakterinin herhangi yapıtta sorgulayıcı yaklaşım sergilemesi anlatıyı denemeleştirmez. Bunun ortaya çıkması için roman diliyle mantığının sorgulayıcı nitelik taşıması gerekiyor. Yiğit Bener, böylesi acemilik sergileyecek bir yazar değil. Kaldı ki okuduğum öteki iki romanı da böyle bir yargının temelsizliğini apaçık gösterebilecek güçte yapıtlar. Ancak Heyulanın Dönüşü, kendini yine de anlatımcılıktan kurtaramıyor yazık ki… Bu arada Mehmet Eroğlu anlatılarında görülen özlü deyişlerin bir değişkesi, alaysama temelinde yer yer bu yapıtta da karşımıza çıkıyor. İşte bu ironik yapı, belki de romanın deneme diliyle mantığından kendini kurtarmasının anahtarına dönüşüyor. Böyle olunca anlatı, oyuncul bir serüven havası yayıyor daha çok… Roman kişisindeki sorgulayıcı yaklaşım öne çıkarken, okuduğum öteki iki romana göre dramatik akışla oluntular görece silik kaldığından yapıttaki etki gücü de enikonu azalıyor. Ama çelişki gibi görünse de biz deneme dilini, asıl Kırılma Noktası’nda görüyoruz daha çok… Gelin şimdi biraz da bu roman üzerinde duralım… ÇOĞUNLUĞU ÇOĞULCULUĞA DÖNÜŞTÜRECEK DEPREM… Kırılma Noktası’nda, anlatıcı olarak metnin kendi ağzından giriyoruz romana: “Soyut söylemlerin kavrayamayacağı gerçek yaşamın içinden çıkıp geliyorum ben, gerçeğin ta kendisiyim, hatta gerçekliğin kendisinden bile daha sahiciyim.” (16) Dolayımlı anlatıcı, öğretim üyesi Selin’in kaleme aldığı, daha doğrusu roman boyunca yazmayı sürdürdüğüne tanık olduğumuz içromanın giriş bölümde yer alıyor bu satırlar. Böylece, yazın sanatı, özel olarak da roman sanatı üzerine tartışılacağının da ipuçlarını getiriyor yapıt. Ne ki bu tartışmayı yapan Selin’in yazdığı içroman değil, görüşünü, eleştirisini almak için kaleme aldıklarını sıcağı sıcağına paylaştığı eski arkadaşı, yine bir öğretim üyesi olan, ancak görevi gereği Amerika’da bulunan Levent. Selin’in gönderdiği bu “roman tefrikaları” (87) üzerine düşüncelerini paylaşıyor o, eposta yoluyla. Mehmet Eroğlu, Kaan Arslanoğlu romanlarındaki tefrika kavrayışıyla bir çakışma daha size! Selin, yakın geçmişte yaşanan büyük Körfez depreminin yol açtığı yıkıma odaklanmıştır. Bu arada kendisi de özel yaşamda tam anlamıyla deprem yaşamaktadır. Çünkü profesör babadan sonra hocası da olan ünlü eleştirmen, yazınbilim profesörü kocaya uzanan bir ataerki aktarımı ardından hiç değilse kocasından boşanmayı başarmıştır. Selin’in farklı erkeklere ilgisi, Bener’in kadıncı bakışını ele verirken karakterin yaşadığı duygusal boşluk, insanal büzülmüşlük de yansıtır. Sonuçta içroman, bir yandan yaşanan olgusal depremin yol açtığı toplumsal çözülüşe odaklanırken Selin de kendi bireysel açıklarını roman sanatı içine yerleştirmeye yönelir. Ancak biz Selin’in, arkadaşına gönderdiği içroman bölümleri üzerine Levent’in yazdıklarını okurken, romana bir küçük kolla uzanan minik denemeler halinde alımlarız bunları bir bakıma. Yazdıkları arasında şu satırlar dikkati çeker sözgelimi onun: “Bu ülkede bugüne kadar ‘eleştiri’ kisvesi altında neler yazılıp çizilmedi ki?” (51) Levent’in denemeleri aracılığıyla Yiğit Bener, yaşamın gerçekliği ile sanatın gerçekliğini karşı karşıya getirerek bizim de bu konuda düşünmemiz için çaba harcıyor adeta. Tam da Fethi Naci’nin hoşuna gidecek bir akışla… Bu denemeler yapıtta kopuşa yol açmak bir yana, tersine yükseklik bile kazandırıyor… Romana adeta “şölen” havasında katılıyor çünkü bu satırlar. Çünkü okur, bunun aracılığıyla herhangi roman için yol haritası çıkarma olanağı yakalayabiliyor kendisine. Görüldüğü gibi Yiğit, yapıtını, üç farklı düzlemin kesişmesiyle birbirine harmanlayıp öyle getiriyor önümüze. Gerek Kırılma Noktası’nın başkarakteri kadında gerekse onun kaleme aldığı içromanda, türdeş biçimde yayılan anlatıcıda kadın seçilmiş… Yiğit Bener, hem romanın hem de iç romanın başkarakterleri konumundaki iki kadını da doğrusu hakkıyla yerli yerine oturtuyor. Yazarın, kadın karakter Selin’in kendisinden dönüştürerek kaleme aldığı kadın karakterindeki başarısı üzerinde de durulmalı ayrıca. Bir roman kendi anlatı bütünlüğü içinde bir içromana da yer veriyorsa eğer, kendi asal evreni dışında farklı bir evrene daha yer açıyor demektir. Yiğit Bener, bu iki evreni, sıkı sıkıya birbirine perçinliyor. Üstelik bunları harmanlarken roman sanatı üzerine yer açtığı düşünce uçkunlarıyla kıvılcımlar salarak da okurun ufkunu geliştirip anlatısını harlandırıyor. Deprem, çoğunluk algısının nasıl sarsıntı geçirdiğini yansıtırken bireyin de, üzerindeki erki yıkarak nasıl çoğulcu bir kavrayışa yöneldiğini gösteriyor. ROMAN SANATIYLA GELEN BARIŞIKLIK DUYGUSU… Evet son dört haftadır Fethi Naci’nin romancıları olarak farklı dönemlerden üç yazarımız üzerinde durdum… Yiğit Bener de Mehmet Eroğlu, Hasan Ali Toptaş gibi, 90’ların bir başka Fethi Naci romancısı Kaan Arslanoğlu gibi geniş açılı perspektifle yaklaşıyor topluma. Bu yazarlarımızın tuttuğu aynayla da yol alınabilir herhalde… Bu yazarların, barışıklık duygusunu öne çekerek siyasal romanımıza kazandırdıkları bakışın önemi üzerinde özellikle durulmalı… İşte Fethi Naci’nin 1980’lerden ölene dek yapıtları üzerine kalem oynattığı birkaç romancı size. Sayı, bunlarla sınırlı değil elbette. Haa, onun yer açtığı bu adlara karşı çıkabilirsiniz elbette, peki, ya andığım romanlara? Siz de mi sessizlikle karşılayacaksınız yoksa bu romancılarımızı? Hayır, bunu yakıştırmayın kendinize… Sevgili Ağabeyim sağ olsaydı, dudak uçuklatacak laf bile edebilirdi bu durumda, yaa… n K İ T A P S A Y I 1 2 7 8 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle