Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Aytaç Ars'tan "Defo” Kente kur yapmak mı? Aytaç Ars yeni romanı “Defo”da, tüm basmakalıp devrim metotlarından ve klişelerinden uzakta Enver ve Halil isimli iki orta yaşlı adamın şehir içindeki yolculuğunu anlatıyor. Ama bu yolculuk basit bir turistik geziden çok daha fazlasını verecek okura. Sistemin, şehrin ve insanların tüm defoları ortaya serilecek bu şehir turu sayesinde. r Burcu ULUÇAY vden dışarı adımımızı atar atmaz gün boyu sürecek bir takiptir başlıyor. Sokakta, restoranda, otobüste, okulda hatta evlerimize girip çıkarken dahi sayısız “mekanik göz”ün kıskacı altındayız. Bir “gözün” bakış açısından çıksak muhakkak diğerine yakalanıyoruz. Bu da yetmiyor ATM’lere, kimlik kartlarıyla çalışan sistemlere, cep telefonu operatörlerine veya kimi internet sitelerine bizim için sıradan ama bankalar, firmalar ve elbette devlet için faydalı bir yığın kişisel bilgi bırakıyoruz. Bu denetim sistemleri sayesinde korkmadan ve güvenle yaşayan bir toplum olduk demek hele bugünlerde kulağa pek inandırıcı gelmiyor. Kameraların mekanik gözleri ve diğer kontrol mekanizmaları her hareketimizin gözlendiği psikolojisini yaratarak bizleri “birisi” yapmaya çalışıyor. Kente kur yaptıklarını söyleyen Defo`nun iki kahramanı Enver ve Halil de girdikleri hamburgercideki “Sigara içmek yasaktır!” levhasını ve olur da yasağı delecekler çıkar diye işbaşında olan kamerayı kestiriyorlar gözlerine oynaşmak için: “Daha saatlerce burada otursam fark edemeyeceğim bir gizliliğin ardına serpiştirilmiş kameranın parlak aynasından gözünü gördüm. … Bakmak, görmek için değil izlemek için bir göz; gri ve tek saniye olsun kırpılmayacak kadar da meraklı… Kim, neden, nereden izin alır; düğmesi ve kasedi olan bir gözü duvar diplerine gömüp müşterilerim dediklerini seyirlik malzemelere dönüştürmek için?” Sigaraların yakılmasıyla kentteki ilk maç başlıyor ve maçın diğer oyuncuları yani yasağın koruyucuları hamburgercideki çalışanlar ve yasağın delinmesinden rahatsız diğer müşteriler sahaya çıkıyor. Enver, “Müşteri her zaman haklıdır” ve “Çalınan eşyalarınızdan müessesemiz sorumlu değildir” gibi levhaları birbiriyle çarpıştırarak, inatla yasağı delmeye devam ederek ve “Kazanmak! Kazanmak! Bir daha kazanmak!” için yaşayan avukatın çokbilmişliğini de sonunda eline tutuşturarak diğerlerini alt ediyor. Görünen o ki yasakların hayatımızın her alanında keyfiyetten, birbirleriyle çelişerek ve kişilerin sağlığı ya da güvenliği için değil de yasakları koyanın çıkarları düşünülerek uygulanmasıdır bu ikilinin derdi. Kitabın yazarı Aytaç Ars bir yazısında Defo`nun çıkış noktasını özetlemiş: “Tüm basmakalıp devrim metotlarından ve klişelerinden uzakta Enver ve Halil isimli iki orta yaşlı, şapşal, pek antikahramanın şehir içindeki yolculuğu anlatılıyor kitapta.” E DEFOSU BOL BİR KENT Kitabın ilk sayfalarında tanık olduğumuz hamburgercideki olay gerçekten de Halil ve Enver`in kameralarla, teleDENGESİZLİĞİ KÖRÜKLEYEN vizyonlarla, reklamlarla, köhneleşmiş SİSTEM bürokratik yapılarla, tüketim maddeleriyle, “işyerlerinde her günkü enerjileri Enver ve Halil’e göre kentin önemli yaşam sevinçlerinden koparılıp un ufak bir diğer hastalığı ise reklamlar ve teleedilen insancıkların” hiç bitmeyen tevizyon programlarıdır. Halil’in kendini laşlarıyla kuşatılmış kentte, İstanbul’da, Taksim tramvaylarının orada bulmasıyla daha çok işleri olduğunun işareti gibibir çekişme başlar “reklam cennetiyle” dir. Kahramanlarımız arasında. Halil’in kente kur yapadursun, iç sesini dinliyoruz: kent de teslim olma“Fark ettiğim caf caf mak için türlü oyunlar dozundan çokça fazla çevirir. Yazının ba... Sonsuzluk varsa şından beri kahraman ve bir yerlerde vaat olarak andık onları ediliyorsa bilin ki bu ama aslında antikahdev promosyon kuturamanlar desek daha larında...” Sokakları doğru olur. Enver kirleten reklamlar, ve Halil’in ne Robin internet sitelerinde Hood’luk yapma gibi durmadan önümüze bir tasası ne de süper konan promosyonlar, kahramanlığa savungösteri toplumunun ma hevesleri vardır. büyük kozları olan Onlarınki her şeye ve ünlülerle tüketim kendileri de dahil olmaddeleri arasında mak üzere herkese bir kurulan sıcak ilişkibaşkaldırıdır, hesap ler insanları ihtiyaç sormadır. Başlarda duymadıkları şeyleri ikilinin eylemlerini, aldırmaya veya ihtiyaç Aytaç Ars’ın romanında kentin çirkin kendince amaçlarını duymadıkları oranda aksak yüzleriyle dalga geçercesine ve aralarındaki ilişkiyi ve tükettirmeye progbaşlayan mücadele, işlenen cinayetlerle takip etmek, kitabın ramlanmış durumda. okuru şaşırtıyor. 1 2 6 9 1 2 ilerleyen sayfalarıyla birlikte anlıyoruz ki, daha kolay. Kentin çirkin ve aksak yüzleriyle dalga geçercesine başlayan mücadele, işlenen cinayetlerle okuru şaşırtıyor. Sonunda hayal ve gerçek arasındaki çizgi gittikçe bulanıklaşıyor ve biz acabalarımızla baş başa bırakılıyoruz. Öykünün sonlarındaki bu bilinmezlik Defo’nun kenti ve sokağı capcanlı resmetmesine engel değil. Aksine, dünyada ve İstanbul gibi kentlerde yaşananları öyle pat diye önümüze çıkarıyor ki büyük bir rahatsızlık duymaya başlıyoruz. Gerçeklerden rahatsızlık, dahası kendimizden rahatsızlık. Bu rahatsızlığı duyduğumuz ölçüde anlıyoruz defosu bol bir kentte yaşamanın gerçek anlamını ve öyle olmaması gerektiği halde birçok şeyi gitgide nasıl içselleştirdiğimizi. İşin püf noktası duyulmayan ihtiyacı yaratmaktan, bunu şaşaalı görsellerle kuvvetlendirmekten ve en sonunda göz alıcı paketlerle tüketilmeyi bekleyen nesneleri raflara dizmekten geçiyor olsa gerek. Halil’in, kuaför penceresinden sarkıtılmış dondurma reklamıyla karşılaştığı an ve düşünceleri günümüz reklamlarının haritasını çıkarıyor aslında. Dondurmayı tutan kadın gerçek olamayacak kadar güzeldir: Pürüzsüz bir cilt, sütun bacaklar, al al yanaklar, dekoltesi bol tutulmuş kırmızı bir elbise... Halil için ise hayran olunası bir güzellik yoktur orada; karşımızdakinin insan olduğunun kanıtlarını yok eden ve kamera hileleriyle inandırıcılığını kaybetmiş bir ihtişam olsa olsa pazarlanmak için yaratılmıştır. Ne de olsa reklamda dondurma kadını tanıtmaktadır, kadın dondurmayı değil. Mesaj da açıktır: Bu kadın kadar güzel, alımlı olmanın yolunu sunuyoruz size. Dondurmayı alanlara vaat ettikleri gerçek olmayan bir güzelliğin hayalidir. Defo’da buna benzer daha pek çok olayla karşılaşıyoruz. Belki bize dayatılan sistem üzerine hiç kafa yormadığımızı anlıyor, belki de farkına vardığımız ama “çıkış yok” diyerek kabullendiğimiz durumları yeniden karşımıza alıp düşünüyoruz. Didaktik bir anlatım beklemeyin, Halil ve Enver’in önümüze hazır reçeteler sunmasını hiç ummayın. Onlar tek anlayış ve algılayışa sebep olan, sermaye sahiplerinin ceplerini daha da sağlamlaştıran, fiziksel farklılıklara aldırmayan ve sosyoekonomik dengesizlikleri körükleyen tüm bir sistemi önümüze koyup geri çekiliyorlar. BİZİ BÜYÜK MAÇLAR BEKLER Halil ve Enver’e eşlik ederken kent karşınızda çırılçıplak kalıyor sanki. Bu kent kirli; dünya defolu. Ünlü markaların ufacık bir delikten ötürü defoya çıkarttıkları malları gibi de ufak değil dünyanın defosu. Bir yerini tamir edin, başka yerinden patlak veriyor. Metro istasyonlarında Sefiller’in Fantin’i ile de karşılaşabilirsiniz, onun burası lunapark diye kandırmak zorunda kaldığı aklı geri kızıyla da. Otobüslerde, tramvaylarda eviş arası mekik dokuyan yorgun, mutsuz ve sürekli bir yerlere yetişme telaşıyla karşısındakine bakmamayı öğrenmiş insanlar; kendi çocuklarını disiplin ve gelecek uğruna sömüren, aptallaştıran ebeveynler; parmak dokunuşlarınızla en yaratıcı teknolojiyi sunduğu iddiasında olan markaların üçüncü dünya ülkelerinde sömürdüğü fabrika işçileri; ellerindeki gücü kalıplar yaratmak ve insanları bu kalıplarda şekillendirmek için kullanmayı marifet bilen devlet kurumları ve temelsiz inançlar sistemleri hep dünyanın defoları. Ülkemizin defoları ise gittikçe artıyor, yayılıyor. Belki de Halil ve Enver’in İstanbul’un her semtini ülkemizdeki farklı şehirler olarak görmeleri bundandır. İhmalkârlık ve para hırsı yüzünden yüzlerce emekçinin öldüğü, protesto hakkını kullanmak isteyen insanların “güvenliği sağlamak” amacıyla darp edildiği, öldürüldüğü, her türlü ifade hakkımızın elimizden alınmaya çalışıldığı, normalleştirilmeye karşı durana tahammül edilmediği şu zamanlarda bizi büyük maçlar bekler gibi gözüküyor. n Defo/ Aytaç Ars/ İthaki Yayınları/ 336 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 9 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I H A Z İ R A N