02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

geliştirme operasyonuna indirgenmemesi gerekir. Kamunun şirketleştiği, şirketlerin kamulaştığı bir ortamın kamu yararına olması imkânsız. İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi İMP 2004’de Tepebaşı’nda kuruldu. Orada 250 mimar mühendis çalışıyordu. Yüz binlik planlar yapıldı. Sonra ne oldu? Kadir Topbaş İMP’ye danışmadan çivi çakmayacağını beyan etmiş olsa da her büyük projede İMP devre dışı kaldı. Sayısız revizyonla planlar delik deşik edildi. Bu planlarda ne üçüncü köprü ne kanal ne Kuzeyde bir havalimanı vardı. Özetle halkın katılımı, sosyal belediyecilik ve bütünlüklü planlama olmadıkça, İstanbul’un kurtulması zor. Çıkış yolu ne olmalı diye soruyorsunuz. Aşırı merkeziyetçi yapıdan kurtulmamız, yerel yönetimlerin özerk olması, bunun güvence altına alınması, yerel yönetimlerin ellerindeki kaynakları kendileri yönetebilmeleri. Yerel yönetimlerin görevleri artarken, bu görevlerle orantılı kaynakların sağlanması ve yerinden yönetimin önü açılması. Başka bir deyişle demokrasinin yerelleştirilmesi. Ne ki “Nerede buldun” yasası kalktı, Kamu İhale yasası otuz değişiklikle etkisiz hale getirildi, hatta istisnalar yoluyla etkisiz hale geldi. Ekonominin lokomotifi inşaat sektörü olunca, kentsel rantını hızla nakde çevirebilmenin telaşı aşırı merkezi ve yolsuzluğa açık bir yapı böylece kuruldu. “KOLEKTİF ÇIKARIN GÖZ ARDI EDİLİŞİ” kuralsızlık, köprüçevre yollarışehrin plansız programsız büyümesi, üzerinde inşa edildi. Bütün bu gelişmeler refah dağıtma aracı iken bugün artık yoksulların şehir dışına atıldıkları bir aşamaya gelindi. Herkesin zenginleştiği bir ortamdan, inşaat merkezli arazi ve rant dağıtımında öncelik büyük firmalara geçti. Ne ki kolektif çıkar ve kamu yararı göz ardı edildikçe, kaynak dağıtımı etkilenir kaçınılmaz olarak. İnşaat faaliyeti ekonominin neredeyse yarısı kadar bir büyüklüğe ulaşınca, İstanbul’un hem geçmişi ve daha önemlisi geleceği pazarlanıyor oldu. Hızla elden çıkartılan şehir mülkü aslında İstanbullulara ait. Nüfus baskısı altında İstanbul’da, şehirleşme süreci yönetilemediği ve bütüncül bir bakış olmadıkça, rant kazançları ciddi bir şekilde vergilenmedikçe, kuralsızlık kural oldukça, rantın dinamikleri gelişmeleri belirlemeye devam eder. “ARAZİ SPEKÜLASYONU HERKESE KAYBETTİRİYOR” Sizin de vurguladığınız gibi meselenin temelinde ekonomi yatıyor. Ekonominin neredeyse yarısı kadar bir büyüklüğe ulaşan inşaat faaliyetlerinin kentin geleceğine faturasını, “kolektif çıkarın nasıl göz ardı edildiğini” nasıl ele aldınız? Toplum inşaatı nasıl sevdi? İstanbulluların neden bir türlü şehirlerine sahip çıkmadıklarına verilebilecek cevap çok. Şehirdeki gidişata dur diyememe nedenlerinin biri rant hırsının bir bakıma meşru görülmesi. Yıllardır kentsel rant, enformel yapılanmayla birlikte hızlı bir sınıf atlama aracı oldu. Şehrin büyümesinden şu ya da bu şekilde her kesim yararlandı. Yani gecekondular dahil İstanbul büyük bir kaynak paylaşımın sahnesi oldu. Yolsuzluk devletle vatandaş arasında bir ilişki türü olarak örf ve adetler arasında yerleşti. Kamu görevi üstlenenlerin çoğunun da kendi çıkarlarını gözetebilmesi de kabul gördü, görülüyor. Kamusal yetkiler, kolektif çıkar, kamu yararı yerine kişisel çıkarlar için kullanıldı. Kuralsızlık kuraldı zira rant ekonomisinin mantığı kural tanımamak üzerinde kurulmuştu. Kaldı ki meselenin bir de şu boyutunu unutmamak gerekiyor: İnşaat demek modern toplum olmak, kalkınmakla eşdeğer tutuldukça, toplumun olup bitenlere olumlu bakması doğal. Gecekondu sorununa kalıcı çözüm yerine oy potansiyel uğruna patronaj ilişkisi hep tercih edildi. Özal’la birlikte, kentsel ekonominin temeli, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Mevcut yurttaşlık düzenine ilişkin nasıl değerlendirmeler yer alıyor kitabınızda? Böyle yaşamaya ve bu aymazlığa en çok neden devam edilemez, alışılamaz? Kentsel dönüşüm şehir planlarının yerini alıp yerinde dönüşüm yapılmadan planlama ciddiye alınmadıkça İstanbulluların geleceği karanlık olmaya mahkum. Şehir emeğin, sanayinin ve arazi spekülasyonunun bir araya geldiği bir yaşama alanı iken, İstanbul arazi spekülasyonuna indirgenmesi herkesin kaybetmesine yol açmakta. Milli gelirin dörtte biri İstanbul’da üretiliyorsa vergilerin yarısı İstanbul’da toplanıyorsa, kamunun İstanbul sayesinde kazandığı veya kazandırdıkları İstanbul’a tekrar yatırması gerekir herhalde, şehirlerine sahiplenen İstanbullular bunu talep edecektir mutlaka. Bu söyleşiyi seçim öncesi yapıyoruz ve haliyle sonuçları bilmiyoruz. Ancak sonuçlar ne olursa olsun, İstanbulluların bunca köklü engele rağmen şehirlerini sahiplenebilecekler mi sorusunun cevabı geleceği belirleyecektir. İstanbul’u sahiplenen birileri, Gezi’de bir araya geldi, seslerini duyurdu. Bu sahiplenme bütün Türkiye’de yankılandı. “Oy ve ötesi” ve “Sandık başındayız” gibi girişimlerin oluşmuş olması da geleceğe dönük ümit verici. Belediye Meclis toplantılarının açık olması, katılmak isteyenlerin örgütlenmesi, sahiplenebilmenin bir yolu. Şehircilik politikacılara bırakılmayacak kadar önemli olduğuna göre, bir yurttaş olarak benim aklıma gelen, yerellikte alınan bütün kararlara katılabileceğim mekanizmalar oluşturmak için inatla mücadele etmek geliyor. n [email protected] Bir Şehri Yok Etmek: İstanbul’da Kazanmak ya da Kaybetmek/ Emine Uşaklıgil/ Can Yayınları/ 262 s. 1262 2 4 N İ S A N 2 0 1 4 n S A Y F A 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle