02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayhan Bozkurt'tan "Bütün Aşklar Birbirine Benzer, Biri Hariç” ‘Medya dejenere olunca ülkede tüm sistem çöker’ hangi soruları sorup hangi kartları açıyor roman? Patronunun kızına âşık olup evlenmiş, Eylül’le ise gönlü karışmış bu gazeteci şimdiki yaşında İstanbul’a benzettiği “aşkı” nasıl yaşıyor ve nasıl gözlemliyor çevresinde? “AŞK EYLÜL DEMEK” Başlangıçta mesleğinde yaşadığı çelişkiler dışında iyi bir hayatı var gibi görünüyor. Ailesine bağlı, çocuklarını çok seven bir baba. Mutluluğun tarifi ona göre iyi bir evlilik, çok para kazanmak başlangıçta. Ama kafası karışıyor. Aslında mutluluğun ne olduğunu o da bilmiyor. Zorluklarla geçmiş bir gençliği var. Kayınpederinin kızıyla evlenmesi, işinde ilerlemesini hızlandırıyor. Eylül’e yeniden âşık olmasının bir gerçeği daha var ki onunla yüzleşmek istemiyor. Karşısına yıllar sonra çıkan bu kadın özgür, kimseye bağlı değil, aktivist. Evliliğini hemen sorguluyor. İş ve kariyer için yapılmış bir evlilik mi bu? Duygusal bir adam, şiir sevdalısı. Yazmayı denemiş ama çok iyi şiirler okuduğu, çok iyi şairleri tanıdığı için kendi yazdıklarını beğenmemiş ve yazmaktan vazgeçmiş. Aşk aklına geldiğinde İstanbul beliriyor gözlerinin önünde. Aşkı bu şehirde tanımış, terk edilmeyi bu şehrin sokaklarında tatmış. “Aşkın bir diğer adı İstanbul’dur” diyor. Tüm bu bakış açısı geçmişe özlem aslında. Semih Kurt geçmişinin daha temiz, daha saf olduğunu düşünüyor ve bu yüzden geçmişinde takılı kalıyor. Eylül yıllar sonra karşısına çıkınca geçmişi daha da ağır basıyor. Eylül’ü Ne kadar çok sevdiğini hatırlıyor. İlk aşkı o. İstanbul sokaklarında, öğrenci evlerinde saf, duru bir hayatın yüzü Eylül. Semih bu yüzden bugünkü hayatını sorguluyor. Başında bulunduğu grubun çıkar ilişkileri onu boğmaya başlıyor. Yapılan haberlerin, yayınlanan programların arkasında gazetecilik adına hiçbir şeyin olmadığını düşünüyor ve vicdanıyla başbaşa kalıyor. Taşların yerinden iyice oynatıldığı, güdümlü yayın politikaları nedeniyle kovuluşuna adım adım yaklaşan Semih’in ezberi bir kez daha nasıl bozuluyor? Patronu bir otomotiv firmasıyla ortaklığa giriyor. Otomobilin Türkiye’de tanıtımı için hazırlıklar başlıyor ve gazetenin en çok okunan ve sevilen köşe yazarından bu otomotiv firmasıyla ilgili yazı yazılması isteniyor. Bu köşe yazarı “ısmarlama yazı” yazmayacağını belirtiyor. Hatta yıllar önce bu firmanın adı karıştığı bir olayı araştırdığını ve sona geldiğini söylese de ona tanıtıcı yazı yazması için baskı yapılıyor. İktidara karşı muhalif yazılarıyla da tanınan yazar teklifi kabul etmeyince işinden kovuluyor. Yerine iktidarın istediği kişiler yerleştiriliyor. Yılların medya patronu bu duruma göz yumuyor. Böyle bir yapının içinde bulunan Semih Kurt’un ne yapması, nasıl bir tavır alması gerektiğine işaret ettim. Gazetecilikten bahseden ve bu mesleğin onurlu bir meslek olduğunu savunan insanların vicdanına seslenmek istedim. Çünkü medya dejenere olunca ülkede sadece yargı değil, tüm sistem çöker. Romanıma en başta Gezi Direnişi’yle başlamamın nedeni de bu. n [email protected] Bütün Aşklar Birbirine Benzer, Biri Hariç/ Ayhan Bozkurt/ Everest Yayınları/ 202 s. K İ T A P S A Y I 1262 İlk kitabı “Barikattaki Çocuk”la hatırı sayılır bir okur kitlesi edinen Ayhan Bozkurt, “Bütün Aşklar Birbirine Benzer, Biri Hariç” adlı ikinci kitabında gazetecilik mesleğine bağlı bir adamın çöküşü ekseninde, iktidarla medya arasındaki kirli oyunları ve günümüz aşklarını Gezi’ye yürekten bir selam yollayarak sıkı bir tempoda işliyor. Bozkurt’la yeni romanı üzerine söyleştik. r Gamze AKDEMİR ğaçlarıyla bir anıt park ve orta yerinde vatandaşı kelepçeleyen polis! Durumu sorgulayan çocuğuna mantıklı bir açıklama yapamayan ve birlikte arabanın içine dolacak olan gaz bombasını solumak üzere olan medya yöneticisi gazeteci babanın çaresizliğiyle başlıyor okuma. Otele sığınıyorlar derken; bildiği, bilmediği neleri gözlemliyoruz gazeteci Semih Kurt ile o anlarda? Gördüğü olay karşısında önce bir gazeteci olarak durumun bir “haber” olduğunu fark ediyor. Çünkü polis gençleri kovalıyor, bir taraftan ağaçlar kesilmiş… Dozerler, kepçeler var. Sıradan bir olaya benzemiyor. Mesleki güdüyle yayın yönetmenine haber veriyor hemen. Kameralar, muhabirler filan istiyor. Medyanın en tepesinde bulunan bir adam böyle bir olayda haber verir mi, tartışılır. Sağlam bir gazeteciyse konumu hiç önemli değil onu haber olarak görür zaten. Gezi Direnişi’ne gönderme yaptığım bu ilk bölümde, herhangi bir gazeteci çocuğuyla birlikte tesadüfen orada olup polisten gaz yiyerek otele sığınsaydı çıkıp acaba Gezi’ye A karşı çıkan iktidarın diliyle “o otel” için çapulculara yardım ettiler, polis gerekeni yaptı der miydi? Vicdanı buna el verir miydi? Gezi Direnişi’nden hiç söz etmeyip belgesel yayınlar ya da haber yapar mıydı? Köşesinde ne yazardı, tepkisi ne olurdu? Bu eylemlerde gencecik çocuklar öldü. Hangi vicdan buna dayanır sorarım? Gezi Direnişi bir gazetecilik vicdanıdır aynı zamanda. Gazetelerin ve gazetecilerin ne hale geldiğinin göstergesi. Türkiye’de kırılmanın başlangıcı. Halk medyayı ve medya yöneticilerini bu kadar yakından hiç görmemişti. Romanda bir medya yöneticisi olmaktan çok bir babanın çaresizliğini yaşıyor Semih Kurt arabanın içinde çocuğuyla gaz yerken. Polislerin, insanları neden kovaladığını, kocaman bir parkta durduk yere neden ağaçları kesildiğini soran çocuğuna mantıklı bir cevap arıyor. Sorunun yanıtını o da bilmiyor. Ama bildiği bir şey var ki gördükleri sıradan şeyler değil. “HEM GAZETECİ HEM DEĞİL” Nasıl bir medya yöneticisi söz konusu? Kameralarına tahammül edemediği giderek dejenereleşen medya cangılına ve maymunlarına dair mesela düşünceleri neler? Neye Kaygısı ne, kaygısız roman kahramanı Semih Kurt’un? Köşe yazarı ya da yayın yönetmeni değil. Bağlı bulunduğu grubun en tepesinde görev yapıyor. Bu yükselişi yılların gazetecisi kayınpederinin sayesinde. Bu durum aslında ona konum, çevre ve paradan başka bir şey kazandırmıyor. Gazetecilik yapmayı bırakıp bir süre patronunun direktifleri doğrultusunda hareket ediyor çünkü. Aslında mesleğine aşkla bağlı ama giderek bulunduğu konumun gazetecilikle bir ilgisinin olmadığını çok sonra fark ediyor. Patronunun ihaleleriyle uğraşıyor, iktidarla iyi geçinmenin yollarını arıyor ve sonra çelişkileri görüyor, bu giderek kendisini sorgulamasına neden oluyor. Büyük bir çatışma bu. Gazetecilik mi yapmak yoksa büyük ihalelerle patronunun para kazanmasına “gazeteci” kimliğiyle omuz N İ S A N 2 0 1 4 vermek mi? İyi bir gazeteci olmak isteyen Semih Kurt çevresinde parayla her işi yapan “sözde gazetecileri” gördükçe bu işten iyice nefret etmeye başlayıp yalnızlaşıyor. Çünkü çevresinde gazeteci kimliğiyle dolaşan bir sürü insan mantar gibi çoğalıyor. İktidarın seçtiği kimi gazeteciler önemli yerlere yerleştiriliyor. Bazı patronlar buna göz yumuyor. Bununla da bitmiyor, kimi köşe yazarları fikir adamı olmaktan çok birer yıldız gibi hayatları, aşkları ve parıltılı yaşamlarıyla gazete sayfalarında boy gösterirken televizyonların da içi boş programlarla dolup taşmasıyla bir yönetici olarak buna dur diyememenin gerginliğini yaşıyor. Tüm bunlar iş hayatını yeniden sorgulamasına neden oluyor. Elinde açık bir kartla her şeyi yapabilen bir yönetici olmak ona etik gelmiyor. Her şeyden önemlisi gücün, paranın, statünün erdem olmadığını fark ediyor. “Aşka” ve “mutluluğa” nasıl bakıyor, “Gezi Direnişi bir gazetecilik vicdanıdır aynı zamanda. Gazetelerin ve gazetecilerin ne hale geldiğinin göstergesi” diyor Ayhan Bozkurt. S A Y F A 1 8 n 2 4 C U M H U R İ Y E T Fotoğraflar: Kaan SAĞANAK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle