Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mehmet Eroğlu’nun yeni romanı “9,75 Santimetrekare” Günün romanı, dünün hesaplaşması Mehmet Eroğlu’nun yeni romanı “9,75 Santimetrekare” raflardaki yerini aldı. Eroğlu bu yeni romanında, “Fay Kırığı” üçlemesinde resmettiği Türkiye’nin, bir adım sonrasındaki kırılmayı gündemine alıyor; Gezi Parkı Direnişi’ni. Diğer yandan ise kahramanı Ahmet’le Gabar Dağı’nın eteklerinde bıraktığı on dakikalık karanlığın peşinden bir yaşamı sürüklüyor. r Eray AK ünün romanını yazmak zor. Bunun birkaç nedeni sayılabilir elbet ama en önemlisi, geleceğe bir şekilde taşınacak olan metnin, günü tahlil etmede yanlış yollara sapabilme ihtimali. Sonuçta; hiçbir yazar niyet okuyucusu değil, hiçbir yazardan geleceğe günün fotoğrafını çekip bırakması beklenemez ve yazarlar bununla mükellef de değildir ayrıca, evet ama eğer ki yazarımız, günün tam göbeğindeki siyasi ve toplumsal kırılmaları metnine taşıma derdinde ve isteğindeyse ondan, en azından günü doğru okumasını beklememiz de fazla olmaz sanırım. “Günü okumak” deyip de geçmemek gerek ayrıca çünkü olaya neresinden bakıldığından çok nasıl bakıldığı önem GEZİ: BİR SAMİMİYET EŞİĞİ kazanır bu noktada. Sağcı, solcu ya da Mehmet Eroğlu da yeni romanı 9,75 “şucu”, “bucu” olarak değil de vicdan, Santimetrekare ile Gezi Direnişi’yle doğruluk ve tutarlılık esas değerler olarak gündemimize gelen bu samimiyet eşiğiöne çıkması gerekir. ni tekrar akla düşürenlerden oldu. Açıkçası, söylenmesi dile kolay kavYanlış anlamaya mahal vermeden söyramlar bu bahsettiklerim. lemekte yarar var: Eroğlu’nun romanı Herkesten aynı kelimeler çıkar da samimiyet eşiğinin arka tarafında değil. uygulamada az insan bir adım öteye geTıpkı “Fay Kırığı” üçlemesinde olduğu çebilir. İşte tam da bu nedenle zor günün gibi yine bir Türkiye fotoğrafı yazarın romanını yazabilmek. İşte tam da bu HEM YÜZÜ HEM YAŞAMI derdi. “Fay Kırığı” üçlemesinde resmetyüzden az roman yayımlanıyor günü okuYARALI tiği Türkiye’nin bir adım sonrasındaki yabileceğimiz. kırılmanın fotoğrafı 9,75 Santimetreİlk zaman dilimi “1997 ya da 98” Günü okuyabilme adında az sayıdaki kare. Ancak bu romanda durumlar yıllarında Gabar’da askerliğini yapan yapıtlardan biri olduğuna inandığım biraz daha farklı. Merkez, o toplumsal Ahmet’in yaşamındaki kırılmaya odakMehmet Eroğlu’nun “Fay Kırığı” üçlemesi, üçlemenin üç romanının da usta işi tekniği ve yazarın anlatım gücü bir kenara bırakılsa bile, Türkiye’nin uzunca bir dönemdir yaşadığı sosyolojik kırılmanın tam anlamıyla bir haritasını çıkarmıştı. Gerek yeni nesil “kasabalı” zenginlerin “kentte” yeni bir var oluş mücadelesine girişinin hikâyesi, gerek “muhafazakâr” kesimin içinde dönen dalaverelerin ortaya serilmesi, gerekirse de dağa çıkanların çıkış nedenlerini içselleştirmiş bir kahramanın dilinden anlatılması sağlamıştı “Fay Kırığı” üçlemesinin bugün de konuştuğumuz gücünü. Hâlâ farklı boyutlarını yaşadığımız bu “kırılma” devam ediyor. Bu kırılmanın içinde ise Mehmet Eroğlu “9,75 Santimetrekare” ile Gezi’nin insanlar üzerindeki etkisini verebilme arayışı içinde. S A Y F A 8 n 1 3 K A S I M 2 0 1 4 G yeni yeni artçılarla yeni yeni depremler yaşanmaya... Bunlardan biri de hiç şüphesiz Gezi Direnişi. Yeni bir muhalefet anlayışı, korku eşiğinin aşılması, tepkiselliğin tüm renkleriyle bir bütün olması ve orantısız zekânın bir başka mizaha evrilmesi; Gezi’nin daha ilk elden toplumsal bilince katkıları oldu. Halkları etkilemiş hiçbir toplumsal olay yok ki edebiyatın gündemine gelmesin ve yine hiçbir toplumsal olay yok ki günü gelsin de edebiyata hesabını vermesin. Bu bağlamıyla Gezi, edebiyatımız açısından da bir samimiyet sınavı oldu aynı zamanda. Bir yanda bu güzelliği “kullananlar”, diğer yanda bin bir imtinayla bu nazik meseleye yaklaşıp yine en nazik şekliyle “edebiyat yapmaya” çalışanlar. kırılmanın kodları değil. Gezi Direnişi, romanın önemli bir rengi, fonda akan, zaman zaman da tüm renkleriyle metnin içinde gezdiği haritaların zeminini ele geçiren, romanın bir diğer kahramanı... Eroğlu daha çok insanlar üzerindeki etkisini verebilme arayışında Gezi’nin. Sokakları gaz bulutu kaplamış, sinirler gerilmiş, insanlar her gün hakaretin bir başka çeşidini en yetkili ağızdan dinlemiş... İşte böyle bir ortamda Gezi Direnişi’nin önemli merkezlerinden Cihangir’e götürüyor bizi yazar. Cihangir’de ise sosyalleşmeye çok da açık olmayan, kafası karışık, zihni hafiften bulanık, geçmişiyle hesabını tam görememiş bir yazarın; yani kahramanımız Ahmet’in evine. İsmi de çok önemli değil aslında Ahmet’in çünkü gün geldiğinde kendine Tarık denmesini isteyecek kafada bir tip olarak çizilmiş yazar tarafından. Roman da Ahmet’in bu sosyallikten uzak, kendine alkole vermiş ve umarsız hallerinin nedenlerini geçmişe inerek deşmek isteyen bir yapıda kurulmuş: “Romanın en önemli özelliği içinde çekirge olması. Metin bu yüzden zamanda ileri geri sıçrayıp duruyor.” Bu bağlamda iki zaman dilimi, romanın eksenini beliriyor. lanıyor. Buna aslında odaklanma da denemez çünkü Ahmet’in oynak zihninden dökülenleri okuyoruz biz ve Ahmet’in zihni bunları yeniden hatırlamasına izin vermiyor. Ahmet de yazarlığını ve yaşamını zihnini bir türlü netleştiremediği o yıllara yöneltiyor. Hatta o yıllardan kalan hepi topu birkaç dakikaya: “O siyah boşluk. Amacım o on dakikalık boşluğu doldurmak, beynimdeki lekeyi silmek.” Yani Ahmet, hatırlamak için yazıyor. Ahmet’in hatırlamaya çalıştığı geçmiş ise kendini bize parça parça açan bir perde ve romanın merak unsurlarından en önemlisini meydana getiriyor aynı zamanda. İkinci zaman dilimi ise 2013 Haziranı, yani Gezi günleri. Ahmet’te bir değişiklik yok. Tıpkı az önce anlatıldığı gibi. Ancak Türkiye’yi etkileyen Gezi, Ahmet’i de etkileyecek ve direniş sürerken kapısı, üst komşusu Marilyn tarafından çalınıp evine Gezi yorgunu iki kişi dinlenmek için gelecek. Gezi Direnişi, Ahmet’in yaşamına mahalleyi saran gaz bulutlarının dışında komşusu sayesinde giriyor. Ahmet’in geçmişindeki kırılma, roman boyunca bulanık zihninde arayacağımız “o on dakikalık boşluk” ise bugünündeki kırılma da bu iki misafir olur. Gezi Tükiye’yi değiştirdiği gibi Ahmet’i de yavaş yavaş değiştirmeye başlar. Bu değişim de bize Ahmet’in geçmişindeki o perdelerin teker teker açılmasını sağlar. Romanda yaratılan bir başka zaman dilimi de hayallerde geziyor. Ahmet’in yazdığı romanın zamanı bu. Buna bakarak içinden iki romanın geçtiği bir hikâye okuduğumuzu söyleyebiliriz 9,75 Santimetrekare’de. Yaratılan bu farklı düzlemde ise Zinar’ın hikâyesine öğrenmeye çalışıyoruz. Hep yazmak istediği, yazdığı ama ilerleyemediği, ilerlese de bir türlü bitiremediği romanının kahramanı Zinar. Zinar, Ahmet’in geçmişindeki o küçük kara boşluğu arayışının cisme gelmiş hali bir diğer yandan. Yani, Ahmet’in yarası. Tüm bir roman boyunca biz de aslında Zinar’ın, yani Ahmet’in yarasının peşinden koşuyoruz. Ahmet’in yarasından da bahsedelim sözü açılmışken: “Yaramın yüzölçümü tamı tamına dokuz virgül yetmiş beş sanitimetre kare. İyi biliyorum çünkü askeri heyette üç kez ölçtüler. (...) Bu yara beni komando olmaktan kurtardı. Eğer sıfır virgül yirmi altı santimetrekare daha büyük olsaydı, belki askerlikten de kurtarabiliridi. (...) Ama olmadı. Yırtamadım. Askerlik bitince, dokuz virgül yetmiş beş santimetrekarelik yaramın yeterince gün yüzü gördüğüne kani oldum ve sakal bıraktım.” Ahmet, geçmişinin yaralarını yüzünde cisimleştirmiş gibidir adeta. Nasıl ki Zinar bunun bir yansımasıysa, aynı şekilde yüzündeki yara da bunun simgesine dönüşmüştür. Ancak yüzdeki yaralar sakalla saklanabilse de zihnin yarası bir şekilde baş verecek yer bulur kendine. Zinar, işte bu zihin yarasının simgesi. Ahmet’in yaşamı için olduğu kadar roman için de önemli bir imge yara. Yüzü yaralı bir adamın, geçmişindeki yaralarla yüzleşebilme cesaretinin romanı Eroğlu’nun kaleminden son çıkan. n erayak@cumhuriyet.com.tr 9,75 Santimetrekare/ Mehmet Eroğlu/ İletişim Yayınları/ 282 s. K İ T A P S A Y I 1291 C U M H U R İ Y E T