Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Vann’ın ustalığı, önceki yüzyıllardan devraldığımız o büyük yazarlar kuşağının adeta yenilenmiş bir ardılı konumu sergileyebilmesinde yatıyor. ünü birlik kaleme alınan yazıların yanında haftalık, haftalıklara göre yarımaylık, yarımlıklara bakarak aylık, aylık olanlarla karşılaştırıldığında mevsimlik ya da yıllık metinlerde yazarın daha seçici davranacağı açık… David Vann’ın Türkçedeki üç romanını bir arada üstelik kavramsal, izleksel bağlamda hem de bizdeki kimi romanlarla eşleştirerek sıkıştırabilir miydim “Kitaplar Adası”nın haftalık dağdağasına, kestiremiyorum… Onun daha önce Bir İntihar Efsanesi (Çev.: Esra Birkan, Can, 2012) başlıklı öyküler toplamı üzerinde durmuştum. Türkçede yine Can’ın yayımladığı üç romanı var yazarın: Caribou Adası (Çev.: Cem Alpan, 2012), Pislik (Çev.: Esra Birkan, 2013), Keçi Dağı (Çev.: Suat Ertüzün, 2014)… Bir yanıyla intihar olgusuna götürse de, “yok etme” dürtüsü üzerinde düşündüren bir dizi etkimeyle karşı karşıya bıraktığı söylenebilir anlatılarında Vann’ın bizi. Bu, şiddetin kökenine inmek biçiminde temellendirilebilir elbette. Ayrıca bütün bunlar, yazarın ailede yaşadığı intihar sonrası yaşamına yayılan sarsıcı etkilerin dışa yansıması biçiminde de alınıp değerlendirilebilir kuşkusuz. Üç romanında da adeta aile paradoksuna dayalı roman verimlemeye yönelmiş görünen yazarın bu tutumu rastlantısallıkla açıklanabilir mi? Örneğin yapıtlarda anne, baba, çocuklar, sonraki ikisinde büyükanne ya da büyükbaba gibi öğelerin katılımıyla görece de olsa çekirdek aile yapısına uygun karakter yerleştirimine dayalı roman evreni kurulması bunu destekleyen bir veri. Nitekim Caribou Adası’nda yapıtın intihar olgusuna kilitlenmesi, Pislik’te yine aynı şekilde buna yatkın ağır bir basınç altında yol alınması, Keçi Dağı’nda bu kez kendisini var etmek amacıyla başkasını yok etmeye yoğunlaşılması Vann’ın, olguyu kendisine temel izlek olarak aldığını göstermeye yetiyor. Sınıf atlama, daha iyi konuma ulaşma, beklenti eşiğini yükseltme gibisinden derin tutkuların beslediği, bu amaca yönelmek üzere bir yok etme güdüsünün enikonu toplumsal yaygınlık sergilediği üç romanına bakarak duraksamaksızın söyleyebilirim ki bir büyük yazarla karşı karşıyayız… David Vann (d.1966), son dönemde tanıdığım, nitelikli, soy yazıncılardan biri. Bundan ötürü bu yarımayda David Vann’ın romanlarına girip sonraki yarımayda yine Vann’la ilinti çerçevesinde S A Y F A 4 4 n 1 3 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com David Vann’la yeniden düşünmek G kimi yazarlarımızın bununla örtüşen ilk romanlarına yöneleceğim… Ülkede bizler hep birlikte bir toplumsal intiharın eşiğine gelmiş, ortalık adeta kan gölüne dönüşmüşken David Vann’da ya da öteki yazarlarda intihar vb. izleklere eğilmem yadırganmamalı… Tersine tam sırası bana kalırsa… ÖZYAŞAMDAN YAZINSAL DÖNÜŞTÜRÜME GİTMEK… Okuduğum romanlarında Vann, sırtını temelde iki dayanağa yaslıyor: 1. Özyaşamöyküsüyle birebir eşleştirilmesi olasılığı ortadayken bunları soyutlayıp dönüştürmedeki ısrarcı, düzeyli tutum; 2. Yapıtlarda suça, cezaya yönelik kavramsallaştırma yönünde ufkumuzu yenileyip geliştirici yaklaşım. O halde bir biçimde farklı bir Dostoyevski değişkesiyle karşı karşıyayız denebilir. Şimdi bu doğrultuda yapıtlardan kalkarak yazarda gözleyebildiğim kimi yaklaşımları sıralayayım… 1. Vann, üç yapıtını da az karakterli birer oda romanı halinde örüntülüyor. Bunlara sahne oyunu gözüyle bakmak bile olanaklı hale geliyor böylece. Öte yandan Caribou Adası’nda apaçık söyleşimler kurup bununla roman evreninde suskunluğu, bungunluğu koyultabilirken Pislik ile Keçi Dağı’nda ise söyleşime yanaşmıyor görünürken, iki yapıtını da konuşma örgüleriyle dolduruyor bir bakıma. Ancak bunlar hiçbir zaman öne çıkmıyor, hatta K A S I M 2 0 1 4 duyulmuyor; içe akan konuşmalar halinde, söylenenin ardındaki gerçekliğin okura geçmesine yol açıyor, o kadar. 2. Ne var ki bunca konuşma örgüsüne karşın romanlarda hem evren hem de karakterler büyük/küçük eylem dalgalarının neden olduğu patlamalarla ortalığa saçılarak farklı katmanlar halinde önümüze geliyor. Yine de Vann, yapıtlarını birer eylem romanı olmaktan uzak tutmayı hakkıyla başarıyor. 3. Vann, romanlarında kavramsallaştırmaya giderken insanlığın temel sorunsallarıyla ustalıklı bağlar kurarak bunun altından kalkıyor. Böylelikle önde intihar ya da cinayet eylemi, yönelimi görünse de okurun düşünsel derinliklerle yüzleştirilmesi, roman oylumu içine alınmasıyla bu, kendiliğinden bir ağırlık merkezine dönüşüyor. Bu bağlamda özellikle mülkiyet, bunun aile, devlet yapılanması içindeki yatakları, kökeni, sınıfsal bağlantıları iplik söküğü gibi gözler önüne seriliyor. Derken öteki insanal sorunsallar da sökün ederek bu, okur önünde enikonu yığın oluşturuyor. 4. Roman kişileri kendi içlerinde sorgulamaya gitmiyor değil. Ancak üç romanda da yazar, bu tür bir iç sorgulamayı görece düşük tutuyor… Vann, böyle yapmak yerine tam tersine sorgulamayı okurun üstlenmesi için çaba harcıyor. Sonuçta bir yandan kıpırtılı, köpürtülü konuşma örgüleriyle eylemler romanın kolay okunurluğunu sağlıyor öte yandan okurun iç sorgulama yapabilmesinin de önü açılıyor. KARAKTERLERİN KENDİ CEHENNEMLERİNE SÜRÜKLENİŞİ Yapıtlarına kazandırdığı bu yöndeki dinamizmin ardından David Vann romanları üzerine genel bir iki söz daha edelim… Vann romanlarında belleği sarsan bir dizi altüst oluş yaşanıyorsa eğer, bunlar anımsayış ya da unutuşlardan kaynaklanıyor değil… Çünkü romanların temel ya da yan kişileri, sonuçta tüm karakterler öznel koşullarıyla istekleri arasında sıkışıp kalmış insanlar. Kaldı ki David Vann, koşullarını değiştiremeyen, ama özlemleri, istekleri, beklentileri bunu aştığı için sürekli kendilerini kıskaç içinde gören, yaşadığı kırılma nedeniyle patlamaya hazır insanların bunalımlarını aktarıyor bize. Öte yandan gerek bu dinamizmi gerekse kendini ya da başkasını yok etme düzleminde gelgitler yaşayan karakterlerin tutum, davranış, kılgılarını işlerken anlatısına önemli ivme de kazandırıyor yazar. Ayrıca şiddetin kurulmasında adeta zemine dönüşen doğanın da kışkırtıya, çelişkiye dayalı büyüsüyle romanlara eşlik ettiği gözleniyor. Ancak burada doğa, coğrafi yapı bağlamında değil, yol açtığı farklı etkimeler sonucu insanın, yok etmeye dönük dürtüsündeki yönsemelere ev sahipliği yapması bağlamında alınmak zorunda… Vann’ın ustalığı, önceki yüzyıllardan devraldığımız o büyük yazarlar kuşağının adeta yenilenmiş bir ardılı konumu sergileyebilmesinde… Gerçekten roman evreninde karakterlerin kendi cehennemlerine sürüklenişine yol açan tutkularını doğadan kopmadan verebilmesi; bu arada yok etme, yok ederken kendilerini arındırma ya da temize çıkarma hırslarını soyutlayıp dönüştürürken bütün bunları soy yazıncılara özgü yaklaşımla işleyip yapılandırabilmesi bunu gösteriyor… Ayrıntılılarıyla hesaplanıp düşünülmüş roman evrenleri, bunlar üzerine sıkı sıkıya yerleştirilmiş yeterlikli karakterleriyle David Vann’ın üç romanı da okur beklentisini birebir karşılayacak düzeyde… Bu arada öykücülerimizde bile rastlayamadığım çarşak, ağnak, poyra vb. sözcüklere yer açarak çevirisine oylum kazandıran Suat Ertüzün’ü de kutlamadan geçmeyeyim. İNSANLIĞIN BU YAZINSAL HAVUZDAKİ YANSIMASI… Aynı madalyonmuş izlenimi bırakan, bir yanı intihar öte yanı cinayet olarak kendini gösteren “öldürme”, “ötekini yok etme” dürtüsü, kendi akarında ilerleyen roman evrenleriyle David Vann’da varlığını sürdürürken dünya yazınsal havuzunda bu izleğin takipçisi öteki yazarlar üzerinde de durulabilir. Özellikle son yıllarda bizim romanlarımızın da azımsanmayacak bölümünde David Vann’ın geliştirdiği yönde değilse bile yine de bu doğrultuda yok etme yönünde izlekle karşılaşılıyor. Bu çerçevede öncekilerden Ayfer Tunç, Hasan Ali Toptaş vb. yazarların ardından Mürselin Kurt, Gönül Çatalcalı, Mehmet Taşdemir, Fatih Balkış, Mehmet Can Şaşmaz, Mehmet Fırat Pürselim, Fatih Öcal da üzerinde duracağım yazarlar olacak… Gelecek yarımayda da bunları harmanlayacağım… Öte yandan böylesi bakış doğrultusunda David Vann romanlarıyla Faruk Duman’ın yine Can tarafından yayımlanan Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur (2012), Baykuş Virane Sever (2013), Köpekler İçin Gece Müziği (2014) adlı öykü, roman son üç verimi de ilginç bir yaklaşımla harmanlanabilirmiş gibi geliyor bana… Dünyanın iki farklı anakarasında yaşanan eşzamanlı bu çarpıcı örtüşme elbette çok ilginç. İki usta, dünyanın iki ucunda adeta kol kola giriyor çünkü. Ayrı bir yazı konusu bu… Ama buna sıra gelir mi, kestiremiyorum… Umarım bir fırsatını yakalar Vann’la Duman’a birlikte uzanırım… n K İ T A P S A Y I 1 2 9 1 C U M H U R İ Y E T