Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y alvino’nun klasikleri değişik açılardan tanımlayan ünlü denemesindeki ölçütler, kuşkusuz, Zola’nın “Germinal”i için de geçerli. Tıpkı Shakespeare’in, Dostoyevski’nin, hayatın ve insan ruhunun evrensel derinliklerini afallatıcı bir ustalıkla keşfedip edebiyatın simyasına döken pek çok yapıtı için de geçerli olduğu gibi. Evet, yıllar, dahası yüzyıllar önce kaleme alınmış klasiklerde, günümüz hayatının, bugünün insanının ruh dolambaçlarının gizlerini bulmak bizi şaşırtır, o yapıtların yazarlarına karşı derin bir hayranlık uyandırır bizde. Ama şu da yok mu? Döneminin toplumsal hayatına gerçekçi bir gözle yaklaşan bir klasikte anlatılan olayların, bugün yaşadığımız toplumda nerdeyse hiç değişmeden sürdüğünü görmek, insanı isyan ettirmez mi? “Germinal”de, 1860’lı yıllarda Fransa’nın kuzeyindeki maden ocaklarında yaşanmış acımasız, ilkel, dayanılmaz koşulların, günümüz Türkiyesi’nde, Soma’da, Ermenek’te hemen hemen hiç eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr MÜREKKEBİ KURUMADAN Soma ve Ermenek facialarının ardından sonra ‘Germinal’i yeniden okurken Yüreğimde öfke ve isyan... C Unutulmaz öç sahnesi “G ‘Ekmek! Ekmek! Ekmek! Z değişikliğe uğramadan sürüyor olması, yüreğinize isyan duyguları salmıyor mu? “Germinal”i yıllar önce Hamdi Varoğlu’nun Türkçesinden (şimdi Yordam Kitap’ta) okuduğumda belleğime yerleşen ürkü verici sahneleri, bugün Türkiye’nin ekranlarında izlemek, gazete sayfalarında “Germinal”de anlatılanlar günümüz Türkiyesi’nde, okumak, yalnızca Soma’da, Ermenek’te hemen hemen hiç değişikliedebiyat ile hayat ğe uğramadan sürüyor. arasındaki sınırları silmekle kalmayan, yüz elli yıl öncesi ile duygu uyandırabilir günümüz arasındaki uzaklığı da ortadan mi insanda? kaldıran bu olaylara tanık olmak, insaGelin, biz de yine nın öfkesini ayaklandırmıyor mu? de “Germinal”in son paragrafını oku“Yeni Türkiye” bağırtıları arasında, yalım: emeklerinden başka bir şeyi olmayan “… Geniş göğün ortasında, nisan madencilerin, kapitalizmin kâra doymagüneşi bütün parlaklığıyla ışıldıyor, döl yan açgözlülüğüne göz göre göre kurveren toprağı ısıtıyordu. Bu besleyici ban gitmeleri, başkaldırıdan başka bir göğüsten hayat fışkırıyor, tomurcuklar, yeşil yapraklar halinde patlıyor, tarlalar, otların iteklemesiyle ürperiyordu. Her MÜREKKEBİ KURUMADAN tarafta, tohumlar, bir sıcak ve aydınlık gereksinimiyle hareketlenerek şişiyor, uzuyor, ovayı çatlatıyordu. Taşkın bir özsu, fısıltılı seslerle akıyor, tohumların çıtırtısı, kocaman öpücükler gibi yayılıyordu. Arkadaşlar, yine vuruyorlar, yine ola’nın “Germinal”inin, yıllar önce görüneceklerdi. Evet, aynı paçavralar, vuruyorlar, sanki yüzeye yaklaşmışlar okumuş olsanız da, aklınızdan çıkaynı tahta ayakkabı takırtıları, kirli tengibi, giderek daha belirgin, kazmalarıyla mayan, belleğinize kazınmış sahneleri lerle, pis kokulu nefeslerle, aynı korvuruyorlardı. Güneşin alevli ışıkları vardır. kunç kalabalık, taşkın ve barbarca atıaltında, bu serpilme sabahında kırlar, Madencilerin isyanı, Kömür lışlarıyla, eski dünyayı silip süpürecekişte, bu uğultuyla gebe kalmıştı. Saban İşletmesi’nin yöneticileri ve ailelerinin ti. Yangınlar alevlenecek, şehirlerde taş izlerinde yavaş yavaş süren, gelecek yüzyüreğine dehşet salar, devrim korkusu taş üstünde kalmayacaktı; fakirlerin, yılın hasatları için büyüyen ve filizlendüşürür. bir gece içinde, kadınları iğne ipliğe mesi yakında toprağı yaracak olan, öç Gerçekten de derinden etkileyici döndürdükleri, zenginlerin mahzenlepeşinde, kara bir ordu halinde, insanlar bir sahnedir bu. Ama burada, beni en rini boşalttıkları, o büyük kızışmadan, yetişiyordu.” n çok etkileyen, madencilerden yükselen o büyük ziyafetten sonra, ormanlardaki “Marseillaise”in, Fransızların ulusal vahşet hayatına dönülecekmarşının yerini birden “Ekmek! Ekti. Belki yeni bir dünyanın mek! Ekmek!” çığlıklarının alması; oluşacağı güne kadar, ne “sınıfsal”ın “ulusal”ı bastırması olmuşvarlıklardan bir metelik, ne tur: kazanılmış sosyal durumlar“Gördükleri şey, bu yüzyıl sonunun dan bir unvan… Hiçbir şey kanlı bir gecesinde, kesin olarak hepsikalmayacaktı. Evet, yoldan, ni sürükleyip götürecek olan devrimin bir doğa gücü gibi geçenler kızıllığıydı. Evet, bir akşam, salıverilen, işte bu şeylerdi ve onun başıboş bırakılan halk, yollarda böyle korkunç esintileri yüzlerine koşuşacaktı; burjuvaların kanlarına çarpıyordu. bulanacak, başları gezdirecek, kırılan Büyük bir bağırtı yükselkasalardaki altınları etrafa saçacaktı. di, ‘Marseillaise’i bastırdı: Kadınlar haykıracaklardı, erkekler, ‘Ekmek! Ekmek! Ekısırmak için açılmış, bu kurt ağızlarıyla mek!’” n 6 n 1 3 K A S I M 2 0 1 4 erminal”in unutulmaz sahnelerinden biri de, maden işçilerinin ayaklanması sırasında, kasabanın bakkalı Maigrat’nın başına gelenlerdir. Yoksul madencilerin karıları, onları ve kızlarını yıllarca her yönden sömüren Maigrat’dan öçlerini kendilerine özgü bir biçimde alırlar: “… Maigrat’nın dükkânını baltayla yıkan Rasseneur değil, Étienne’di. Durmadan da, arkadaşları çağırıyordu: Dükkânın içindeki mallar, kömürcülere ait değil miydi? Onları bu kadar uzun zamandan beri sömüren, İşletmenin bir sözüyle aç bırakan bu hırsızdan, o malı geri almaya hakları yok muydu? Yavaş yavaş hepsi, müdürün konağını bırakıp, bitişik dükkânı yağmalamaya koşuyorlardı. Ekmek! Ekmek! Ekmek! çığlığı tekrar uğuldamaya başlamıştı. Bu kapının arkasında ekmek bulacaklardı, işte. (…) O sırada, konağın giriş aralığından ayrılmış olan Maigrat, önce mutfağa sığınmıştı, fakat oradan bir şey işitmiyor, dükkânının feci saldırılara uğradığını düşünüyordu. Dışarıdaki tulumbanın arkasına saklanmak üzere yine yukarı çıkmış bulunuyordu ki, kapının çatırdadığını; arasına kendi adının da karıştığı, yağmanın gürültülerini açıkça işitti. Demek ki bu sadece bir karabasan değildi. (…) Kalabalık, sundurmanın damında Maigrat’yı görmüştü. (…) Birdenbire, iki eli birden kurtuldu. Maigrat bir top gibi yuvarlandı, oluğa çarpıp zıpladı ve ara duvarın üstüne o kadar fena düştü ki, sokak tarafına yuvarlandı, kafası bir taşın sivri köşesine çarpıp yarıldı. Beyni dışarı fırlamış ve hemen ölmüştü. (…) Fakat kadınların ondan alacakları daha başka öçler de vardı. Dişi kurtlar gibi, koklayarak, etrafında dolaşıyorlardı. Hepsi, içlerini ferahlatacak bir hareket, bir vahşilik arıyorlardı. Brulé Kadın’ın cırlak sesi işitildi. ‘Kedi gibi hadım etmeli!’ ‘Evet! Evet! Kedi gibi! Kedi gibi! Bize çok etti, pis herif!’ Mouquette, pantolonunu çekerek onu soyarken, Levaque da onun bacaklarını kaldırıyordu. Brulé Kadın da, kuru, acuze elleriyle, çıplak butları ayırdı, o ölü erkeklik organını yakaladı. Sıska belini geren ve uzun kollarını çatırdatan bir güçle, kavrayıp tutmuş, var kuvvetiyle çekiyordu. Gevşek deriler dayanıyordu, tekrar çekiştirdi, nihayet, kopardı, bu kıllı ve kanlı et parçasını, bir başarı kahkahasıyla havada salladı. ‘Kopardım! Kopardım!’ n K İ T A P S A Y I 1 2 9 1 S A Y F A C U M H U R İ Y E T