30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y üm kitaplarım bir araya getirilse tek bir kitap çıkar ortaya,” diyor Leonardo Sciascia. “Geçmiş ve şimdinin yaralarını deşen ve aklın sürekli yenilgisinin ve o yenilgide sırtı yere gelen ve yok edilenlerin tarihi olarak gelişen bir Sicilya kitabı.” Sciascia’nın bu sözleri, onun Sicilya adasının içlerindeki Recalmuto’da doğmuş olmasının çok ötesinde, yazdıklarının hemen her satırıyla tepeden tırnağa Sicilyalı bir yazar olduğunu ne kadar özlü ve derin bir yaklaşımla ortaya koyuyor. Yine de, onun bu açıklamasında, “aklın sürekli yenilgisi” sözü çeliyor aklımı. Gerçekten de, hemen tüm yazdıklarında, Sicilya ve Sicilyalıların “başına gelenler”den yola çıkarak, “geçmiş ve şimdinin yaralarını deşen” Sciascia, aklın sürekli yenilgisinin tarihinde gezinirken, düş kırıklıklarının, acıların, yenik düşmelerin karşısına o benzersiz mizah duyarlığıyla dikilmiyor mu? Öyleyse, Sciascia’nın, “aklın sürekli yenilgisinin” ve “o yenilgide sırtı yere gelen ve yok edilenlerin” tarihini anlatan “Sicilya kitabı”, bir umutsuzluk ya da umarsızlık anlatısı olarak görülebilir mi? Eski Romalı komedya yazarı Terentius, “Hayatın olduğu yerde umut da vardır,” demişti. Sciascia’nın, başlarına gelenler karşısında umarsız gibi görünen yoksul insanlarında, ahmakça bir iyimserlik değil, ama yaşamışlıktan ve yaşanmışlıktan serpilip boy atan bir umut yok mudur? Daha doğrusu, Sciascia’nın, onların öykülerini anlatırken, okuyucunun yüreğine insana değgin bir umut saldığı söylenemez mi? Biraz daha ileri gidersek, Sciascia’nın öykülerindeki güzellik, ustalık ve yetkinlik bile, tek başına, edebiyat gemisinin yelkenlerini umut esim ve esinleriyle şişirmeye yetmez mi? Aslında, Sciascia’nın “Şarap Rengi Deniz” kitabının çevirisine yazdığı önsözde, Neyyire Gül Işık da, yazarın kendi yapıtlarıyla ilgili sözünü doğrularcasına, “Sciascia gününün Sicilya’sını feodal kökenli toprak ağası zenginlerinin umursamazlığı, yoksullarının çaresizliği, mafyanın amansızlığıyla, insanları ve toplumuyla görüntüleyerek, bilgece buruk bir gülümsemeyle irdelerken o tarihsel boyutu hiç gözden kaçırmıyor” diyordu. “Öyle ki Sicilya’yı Sciascia’dan dinlemek, bu eski uygarlık adasını, açıkça dile getirilmediği anlarda bile, tarihsel derinliğiyle izlemek, hatta duyumsamak anlamına geliyor. Yazarın incelikli değinmelerle SAYFA 6 ? 6 HAZİRAN eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Acı bir gülümsemeyle düşündüren... Neyire Gül Işık’tan bir Leonardo Sciascia daha: ‘Sicilyalı Amcalar’ “T fark ettirdiği gibi, günümüzün gerçekleri arasında yaşayıp giden Sicilyalıların hiç bilmedikleri ya da çoktan unuttukları, ama alttan alta hep var olan ve varlığını duyuran, bugünkü birkaç nimetin ve birçok illetin sorumlusu olan Tarih o…” Sciascia’nın “Oyunun Kuralı” (Can yayınları) adlı yapıtının da çevirmeni olan Neyyire Gül Işık, “Şarap Rengi Deniz”in (YKY) ardından Sicilyalı yazarın bir öykü kitabını daha kazandırdı dilimize: “Sicilyalı Amcalar” (YKY). Sciascia, ilk basılan yapıtı, faşizm üstüne bir yergi niteliği taşıyan “Diktatörlük Masalları” (1950) ve küçük bir Sicilya kasabasının tarihini, siyasetin kasaba halkı üstündeki etkilerini işlediği ilk romanı “Regalpetra Kilise Bölgesi”nin (1956) ardından 1958 yılında yayımlamış “Sicilyalı Amcalar”ı. “Sicilyalı Amcalar” uzunca dört öyküden oluşuyor: Amerikancı Teyze, Stalin’in Ölümü, Kargaşalı Kırk Sekiz, Antimon. Gül Işık’ın deyişiyle, Sicilya adasını yeni kurulmakta olan İtalyan Devleti’ne kesin biçimde bağlamak üzere girişilen TÜRKÇEDE SCIASCIA Şarap Rengi Deniz (YKY) Sicilyalı Amcalar (YKY) Siyah Üstü Siyah (Sel Yayıncılık) Basit Bir Olay (Can Yayınları) Her Türlü (Can Yayınları) Mısır Konseyi (Can Yayınları) Oyunun Kuralı (Can Yayınları) Baykuşun Günü (Can Yayınları) yalının, adanın kendine özgü tarihsel ve coğrafi konumundan kaynaklanan kendine özgü bakış açısından dile getiriliyor. “Sicilyalı Amcalar”daki öykülerin, Sciascia’nın olgunluk çağının ilk ürünleri olduğunu söyleyenler çoğunlukta. Öykülerdeki olay ve sonuçlar, başka bir deyişle savaş ve devrim arasında yitirilen hayaller ve ihanet edilen idealler, yazarın büyük bir ustalıkla yarattığı Sicilyalı karakterlerin yaşamlarından çarpıcı kesitler taşıyor okura. Yer yer gülünç, zaman zaman acıklı olaylar yazarın anlattığı; ama öykülerin kendisi ne gülünç, ne de acıklı, çünkü Sciascia’nın acı bir gülümsemeyle düşündüren mizah duyarlığı bizi asla yalnız bırakmıyor. ? özellikle de dehşet ve acı verenleriaçıp ‘okumak’ gerekir tek başına düşüne taşına, düşüncenin imbiğinden geçirerek elbette. O zaman bir dünya serilecektir önümüze. Öyküdeki, yerin yedi kat dibinde didinen, toprağın üstüne çıkmaya ancak grizu ateşinin harlamasıyla karar veren kükürt ocağı işçisini bir simge olarak alırsak, kendi cehennemî yeraltımızdan bizi bekleyen yine cehennemî bir yeryüzüne çıkacak olursak, gide gide varacağımız sonuç Leonardo Sciascia’nın öyküsünün ve kitabının bitiminde tumturaksız sözlerle önerdiği işte o okuma, okuyarak ve düşünerek bilinçlenme olgusudur. O sayede ‘yeni şeyler görmek’ isteği uyanabilir içimizde, yüzyıllar boyunca düşünerek bilinçlenen Sicilyalıların yaptıkları gibi…” Öyleyse, okuyalım “Sicilyalı Amcalar”ı… O cehennemî yeryüzüyle yüz yüze gelirken belki kendi cehennemî yeraltımızla da yüzleşiriz… Kimbilir, “bilinçlenmek” kocaman bir söz olsa da, belki “yeni şeyler görmek” isteğiyle bakarız yaşadığımız, yaşayamadığımız dünyaya… ? Garibaldi seferini; İspanya İç Savaşı’nın Sicilya’ya yansımasını; İkinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen İtalya’ya Müttefik çıkarmasını; en katı uygulamasıyla komünizme gönül bağlayanların Soğuk Savaş yıllarındaki düşlerini konu alan öyküler. Evet, görüldüğü gibi, hepsi de çok farklı dönemlerde geçen farklı olayları konu alıyor; ama dört öykü de, bir Sicil MÜREKKEBİ KURUMADAN ‘Yeni şeyler görmek’ N eyyire Gül Işık, “Sicilyalı Amcalar”ın başına, çevirmenliğin ötesine geçen edebiyatçı kimliğiyle, aydınlatıcı bir Sunuş yazmış. Leonardo Sciascia’yı okuyucuya incelikleriyle tanıtmakla kalmıyor, kitaptaki dört öykünün geçtiği iklim ve coğrafyayı da derinliğine gözler önüne seriyor. Sunuş’una bir alıntıyla giriyor Işık: “… Ve kendimi ip üstünde oynayan bir cambaz gibi hissediyordum, hani dünyaya bir uçuşun keyfiyle bakar, sonra tersine çevirir dünyayı, kendisi baş aşağı döner ve altında ölümü görür, insan kafalarının ve ışıklarının, ölümü çalan trampetin üstünde onu havada tutan yalnızca bir iptir. Uzun lafın kısası, her şeyin içyüzünü görme tutkusuna kapılmıştım, sanki herkes, her şey, her olay insanın açıp okuyabileceği bir kitaptı: Hem kitap da bir şeydir, insan onu masanın üstüne koyup bakmakla yetinebilir, ya da masa tepeleme doluysa kaldırıp birinin kafasına fırlatmak için kullanabilir ama açıp da okuyacak olursan bir dünya serer önüne; öyleyse neden her şey açılıp okunmasın ve önümüze bir dünya serilmesin?” Sonra da, önümüze, bu alıntının açımlamasını seriyor: “Bu kitabın son öyküsü ‘Antimon’da, okuma yazması kıt, adı belirtilmeyen Sicilyalı kükürt ocağı işçisinin, İspanyol İç Savaşı’nın cehenneminde bilinçlenerek memleketine su verilmiş çelik gibi keskinleşmiş döndükten sonra, konumunun yalnızlığı içinde düşüne taşına vardığı sonuçtur bu: Yani, kitaplar bir dünya serer insanın önüne açıp okunacak olursa elbette. Öyleyse, yalnızca kitapları değil, her şeyi, insanın başına gelen bütün olayları 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1216
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle