24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ceksiniz? Doğrudur bu saptamanız ama bugüne kadar yazdığım şiirlerde, yeterince aşırı olduğumu düşünmüyorum. Alabildiğine aşırılıklar içerisinde olmanın gerekliliğine inanıyorum ama. Hemen söyleyeyim: bu bağlamda yaptıklarımı yeterli bulmuyorum. Bu tutumumun yadırganacak olmasını da önemsemiyorum. Çünkü, insana özgü her şeyin ödün verilmeden yazılabileceğini, yazılması gerektiğini düşünüyorum. Yepyeni bir semantik tutarlılık gerek. Bu başarıldığında, insanın düşünce biçimi değişecek, algısı da genişleyecek. Bunu yapılması neden itici olsun. Ece Ayhan örneği yeterince açıklayıcı değil mi? Nedense, bazı sözcükler de, çeşitli sosyolojik nedenler uydurularak şiir dışı tutulmak isteniyor. Metin Eloğlu’nun saptamalarına göre 1940’lı 1950’li yıllarda şiire giren “belsoğukluğu, çiroz, nasır…” gibi sözcükler de yadırganmıştı. Şiir, bir özgürlük alanıdır, o alana dokunmamak /dokundurtmamak gerek. Veysel ÇOLAK: Dahası şair kadına özgü bir dilden, dişi bir şiir dilinden söz edilebilir mi? Dişi bir şiir dilinin olabileceğini düşünmek doğru gelmiyor bana. Şiir dili, Cemal Süreya’nın dediği gibi, dil içerisinde bir dildir. Bir temayı somutlaştıran, iletisi olabilen bir dil. Her şair anadilinin olanaklarından yararlanarak kendine özgü biçemi (üslup, tarz, stil) oluşturur. Bu yapılırken cinsiyet belirleyici değildir, olamaz da. Dizelerde, şiirde oluşturulacak anlamlar ideolojik olacağı için, bu noktada bir ayrışma, bir karşıtlık ortaya çıkacaktır. Bu durumu açıklayan çok örnek var: Benito Mussolini ile Eugenio Montale İtalyanca; Francisco Franco ile Federico Garcia Lorca İspanyolca; Adolf Hitler ile Bertolt Brecht ise Almanca konuşmuş ve yazmışlardır. Kendi dillerinin olanaklarını kullanarak oluşturdukları karşıt anlamlar, uzlaşmaz niteliktedir. Demek ki dilin kullanılışında cinsiyet üzerinden değil, ideoloji üzerinden bir ayrışma oluyor. Kadın ya da erkek, her şairin şiiri dili bu açıdan değerlendirilmeli. Sina AKYOL: Peki, asıl sorun ne? Asıl sorun; şiirin, biraz da, şairin biyografisi gibi algılanıyor olması. Bu aşıldığında sorun kalmayacak, algılar da değişecek. Şair üzerinden değerlendirilmeyecek şiirler. Bu bağlamda ne yaptığımı söyleyebilirim: şiir yazmaya koyulC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I duğumda kendime yabancılaştım öncelikle. Elbette yaşamsal izlekleri boşlamadım hiç. Kabul görmüş tiyatro oyunlarında bulunan, bilinen karakterlerin birinci tekili kullanması gibi; onların ağzından ya da onların duygusuyla şiirler yazmayı denedim. Bu, daha çok benim anlayabileceğim bir koddu aslında. Oyunculuk sanatında empati önemlidir. Bir karaktere çalışırken ona ulaşmanın en iyi yolu empati kurmaktır. Örneğin, ateistsindir ama dindar birini oynamak durumunda kalabilirsin. Karakter seni kendine inandıramıyorsa, sen ona inanmayı denersin, inanırsın da. İnanmadığım birinin şiirini de yazmayı deneyebilirim o zaman, dediğim noktada kalemim özgürdü. Hiçbir zaman biyografim olmadı şiir. Özetle kadın ya da erkek; ben insanın şiirini yazmaya çalışıyorum. Şiirlerimin öznesi de insandır, herkestir; belki ben de herkes kadar şiirlerimde varım. GERÇEK BİR SAPTAMA... Sina AKYOL: Şiirleri poetik açıdan inceleneceği yerde; daha çok şairlerin kültürel birikimi, gelenekle ilişkilenip ilişkilenmedikleri, aydın sorumluluğu duyup duymadıkları, şiiri kendilerinden başlatma çabaları, duygusallıkla yetinmeleri tartışılıyor. Şiir üzerinden değil, şair üzerinden bir sürtüşmedir almış başını gidiyor. Kendini böylesi bir ortam içerisinde bulduğuna göre, bu konuda neler söyleyeceksin? Bu saptamanızın gerçek oluşu insanı ürkütüyor. Behçet Necatigil gibi “Biz işimize bakalım” demekten başka ne yapılabilir? Öte yandan elbette şiirler konuşulmalı. Her şiir dili, teması, biçimi, yapısı, biçemi ve içerdiği ideolojiyle gelir okuyucu karşısına. Artık bu noktadan sonra somuttur, üzerine düşünülebilecek bir nesnedir. Bir şiirin her bakımdan yapılacak eleştirisi, şairinin de eleştirisi olacaktır ama bu poetik bir eleştiri niteliği taşıyacaktır. Önemli olan bu çünkü şairin kişiliğine saldırarak, şiir eleştirisine varılamaz. Ne yazık ki bu yöntem işletilmiyor. Abdülkadir Budak’ın dediği gibi “Şair, şairin kurdu” olmaktan hoşlanıyor sanki. Ahlâki bir açmaz içerisinde doğrudan kişiliklere saldırılıyor. Kin yoğunlaştırılıyor ve işlerliğe sokuluyor. Pekişen körlük, yanılgıları da beraberinde getiriyor. Kendini üstün görmek, herkesi aşağılamak bir başka bela. Dedikodunun, yalanın, iftiranın dayanılmaz hafifliğinde işleyen bir şiir ortamı. Mehmet Kemal’den ödünç alarak söylersem, “Şairler dövüşür”; ama böyle değil. Bu, benimseyebileceğim bir dünya olamaz. Bu nedenle uzak duruyorum. Tam da aklınıza geleceği gibi; evet, “Kabuk”uma çekiliyorum. n Kabuk/ Gökben Derviş/ Mayıs Yayınları, İzmir, Kasım 2012/ 1219 2 7 H A Z İ R A N 2 0 1 3 n S A Y F A 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle