Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Yirmi yıldır, Sivas yazılarımın tamamına yakınını, “Dünya Aydınlanma Gününüz kutlu olsun!” diye bitirdim. Bu yılki yazının sonuna böyle bir tümce eklemeyeceğim için baştan konuya girmem gerekti… estek bulmadı değil önerim ama bunun herhangi heyecana yol açmadığı, gözle görülür kıpırtıya dönüşmediği ortada. Öte yandan Özdemir İnce, Sivas’a özgülediği bir yazısında 2 Temmuz’un “Laikliğe Saygı Günü” olduğunu vurgulayıp şu satırlarla girdi konuya: “2 Temmuz’u ‘Laikliğe Saygı Günü’ olarak ilan eden Birleşmiş Milletler değil, TBMM değil, NATO değil, yeni bir Sivas Kongresi hiç değil, Edebiyatçılar Derneği’nin öncülüğündeki, elliyi aşkın sanatçı örgütünü temsil eden 1994 Sanatçılar Kurultayı…” (Bak.: Aydınlık, 2.7.2012) İşin içine bir yazar örgütü karışınca, Edebiyatçılar Derneği’nin o günkü yönetimiyle ya da ilgileri nedeniyle kimi adlarla görüşmeye karar verdim. İlk görüşmeyi 10.8.2012’de yüz yüze Özcan Karabulut’la yaptım. Özcan, İnce’nin yazısındaki altı maddelik “Sanatçılar Kurultayı Bildirisi”ni okudu ancak böyle bir toplantıyla bildiriyi anımsamadığını söyledi. Hüseyin Atabaş, Gökhan Cengizhan’la da görüştüm… Atabaş, 8.4.2013’te yaptığımız telefon görüşmesinde, “Düşünceye Saygı” başlığı altında bir toplantının yapıldığını ancak Sivas’la ilgili böyle bir karar alınıp alınmadığını anımsayamadığını, zaten dernekten ayrılalı da uzun yıllar geçtiğini dile getirdi. Gökhan Cengizhan ise 13.4.2013’te yaptığımız telefon görüşmesinde, İnce’nin sözünü ettiği 1994’teki Sanatçılar Kurultayı’nı çok iyi anımsadığını belirtip bu konuda, temel kaynak olarak “Bülten”lere bakmak, öyle karar vermek gerektiğini ancak hedefin tam anlamıyla gerçekleştirilemediğini belirtti. Son olarak 14.4.2013’te yine telefonla Mustafa Şerif Onaran’ı arayıp konuyu aktardım. Onaran, söz konusu dönemde Edebiyatçılar Derneği başkanlığını kendisinin üstlendiği, İnce’nin konu edindiği görüşlere katılmakla birlikte bunların dizgeli biçimde sürdürülemediğini iletti. Bu görüşmeler yeterli geldiği için Şükrü Erbaş’la, Ali Cengizkan’la, Sivas Kitabı: Bir Topluöldürümün Öyküsü’nü (Edebiyatçılar Derneği, 1994) yayına hazırlayan Attila Aşut’la görüşme gereği duymadım. Amacım, 2 Temmuz’un “Dünya Aydınlanma Günü” yapılması bağlamında önerimi güçlendirmek, “Laikliğe Saygı Günü”nü görece örtmeye kalkışmak değil kesinlikle. Böyle bir aymazlık düşünülebilir mi? Yaptığım, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Sivas’ı yazanı yolculayıp yakanı kutsamak... bir durum saptamasına yönelmek, sonuçta önerimi burada bırakacağımı vurgulamak yalnızca… Ama şu soruyu üretmeme de izin verilmeli: “10 Nisan Laiklik Günü” ne ölçüde sahiplenildi ki, “2 Temmuz Laikliğe Saygı Günü” olarak süreğenlik kazanabilsin? Öyle ya, Sivas’ta yakılmak istenen ama sağ kalanlar yavaş yavaş yaşam sahnesinden çekilir, yakanlar için zamanaşımı gibi bir kavrayışla geçenekler yaratılırken bunun herhangi anlamı kaldığını kim savlayabilir artık? eser veren bir yazar olduğunu düşünüyoruz,” (27) diyor Sakallı. Bu, Sakallı’nın nesnelliğinin de göstergesi. Burhan Günel’i bir yazın romantiği olarak almak da olası belki. Şu sözler yine Günel’e ait. Sakallı’dan alıntılıyorum: “Roman bir maraton. Öykü ise yüz metre koşusu. Yoğun ve hızlı. Ben ikisini de koşuyorum. Yüz metre ile başlayıp maratona doğru gidiyorum. (…) Şiir ise bu koşullar sırasında omzuma konan kelebeklerdir.” “’Sonsuz ve Gizli’ olan da budur zaten…” “Bu üç türü de çok seviyorum…” “Bunları birbirinden kalın çizgilerle ayıramayız.” “Yaşama şiirli bir pencereden bakmak için kendimi eğittiğimi düşünüyorum. Üstelik şair değilim. Yalnızca şiirin, şiirli bir yaşamın işçisiyim, emekçisiyim.” (33, 34) ŞAİR, ÖYKÜCÜ, ROMANCI ORTAKLIĞININ AĞIRLIĞI Ne denli zor farklı türlerde, ince dengeler gözeterek, bunları birbirlerine kaptırıp çiğnetmeden, ezmeden, her birini özgün kılıp bütün bir verimleme süreci boyunca bunu gözeterek kalem oynatmak, ürün vermek… Fatih Sakallı’nın belirlemesi doğrultusunda Burhan Günel, 1972’den 2012’ye dek tam on altı roman yayımlıyor. Bunların dışında genç bilimcinin aktardığı öteki sayısal bilgilere de göz atalım: “…17 hikâye kitabı, 2 inceleme kitabı, gezi ve anıların toplamından oluşan 1 gezi kitabı, 14 adet çocuk romanı ve hikâye kitabı, 2 şiir kitabı… Bunlardan başka edebiyat ve sanat hakkında yazmış olduğu birçok makale, sempozyum bildirileri, 400’ü aşkın radyo oyunu, resim ve sergi yazıları, yazarın eser verdiği diğer yazı türleri…” (34) Burhan Günel’in, bütün bu yoğunluğun ışığında, bir romancı olarak yine de işinin bilincinde olduğu görülebiliyor. Şu sözleri, bunu apaçık ele veriyor kanımca: “…Türk Romanı imajını oluşturabilecek topluca gerçekleştirilmiş bir roman olayı ne yazık ki henüz yok ülkemizde.” (50) Demek ki Günel, bir romancı olarak böyle bir kavrayışı ortaya koyacak ortak bir erkeye katkı koymayı da hedeflemişti bir biçimde. Bu noktanın ne denli önemli olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Buna göre biz, Dr.Fatih Sakallı’nın andığım kitabı aracılığıyla bir yazarın serüvenine dönük bir keşif yolculuğu da yapıyor, bu arada kendi öykücülüğümüz, romancılığımız açısından da elde fener düşünüşlerle arayışlara girişiyoruz… O halde Şiiri Düzyazıyla Kuşatan Yazar/ Burhan Günel’in Romancılığı adlı yapıt, bir yandan Burhan Günel’in romancılığına yoğunlaşırken, yazarın roman verimi aracılığıyla Türk romancılığı üzerinde de okurun düşünce uçkunlarıyla savrulmasının önünü açıyor… Bir yazarı daha uğurladık. Burhan Günel, Sivas’ı yaşamış, yazmıştı da. 2 Temmuz 1993’ün üzerinden yirmi yıl geçti. O zaman Günel yazarlığının yirmi yaşında delikanlıydı, sonraki yirminci yılda ise avucumuzdan kayıverdi ne yazık ki… Üretken geçtiği halde yazarlığın kırk birinci basamağında birden sona erivermiş bir yaşam… Fatih Sakallı, çalışmasının “Sonuç” bölümünde onun için, “…Günel’in romanlarında ‘insan sevgisi’ önemli bir yer tutar” diyor. (363) Burhan Günel, o sevgiyle ama bütün Türkiye’yi tutmuş görünen Sivas’ın alevleri eşliğinde sonsuzluğa göçerken yakıcılar, yirminci yılda kutsandılar adeta… Ah Burhan Günel, hani demiştin ya, içinde ezik bir sevincin uç verdiği: “…dünyaya, insanlara, okurlarıma, ülkeme bu kitapla yeniden merhaba!” Bu “Merhaba”n, üzerimize farz artık, sana göstereceğimiz vefaya yönelik… Merhaba Burhan Günel, Merhaba sevgili kardeşim! n 2013 n S A Y F A 15 D Burhan Günel (19472012) KAN ATEŞLERİN UYKUSUZ ÇOCUĞU: BURHAN GÜNEL… Sivas kıyımı üzerine kalem oynatanların başında geliyordu Burhan Günel (194721.12.2012). Ama tam da zamanaşımının tartışıldığı evrede yitiriverince onu, düşünmeden edemedim… Kıyımlara karşı duruş sergileyemezken biz, 2 Temmuz, “Dünya Aydınlanma Günü” ya da “Laikliğe Saygı Günü” olsa ne yazar? Burhan Günel, yaşamıyla yazarlığının çakışımlarına değgin kaleme aldığı “Ateşi Çalanların Yolunda Romancı Olmak”ta şunları paylaşıyor okurla: “Yaşamı ya kitaplardan öğrenecektim ya da bedel ödeyerek, sezgilerimle. İkisi de oldu: Hem kitaplardan hem yanlışlıklarımdan öğrendim; bedel ödeyerek. Bedel ise çoğunlukla acıdan ve ateşten oluştu. Bundandır: ‘Ateşi Seçtim’ her zaman; seçme hakkımı kullanmadığım durumlarda ise ateş beni seçti, neredeysem gelip beni buldu: 1993 Sivas kıyımı öncesinde yazdığım ‘Ateş Uykusu’ adı romanım ile ona bağlı ‘Ateş ve Kuğu’ adlı romanım bu ikili seçimin somut karşılıklarıdır…” Yukarıdaki satırları, Fatih Sakallı’nın, doktora tezi olarak hazırladığı Şiiri Düzyazıyla Kuşatan Yazar/ Burhan Günel’in Romancılığı (Otorite, 2012) adlı kapsamlı çalışması için kaleme almış Günel. Sonsuzluğa geçeceği yılın başlarında. Ucunda bir yudumcuk sevinç de görünüyor: “Gördüğüm güzellikler az değil. Şimdi de bu ilk oylumlu ve eksiksiz inceleme, değerlendirme; adıma hazırlanmış ilk kitap! Hem de hiçbir yapay destek, danışıklı ilişki, çıkar, beklenti, şu bu olmaksızın… İnanılır gibi değil. Yazarlığımın 41’inci yılının sonuna gelmişken, daha derinlikli bakmayı başardığım dünyaya, insanlara, okurlarıma, ülkeme bu kitapla yeniden merhaba!” Şimdi ne denli hüzünlendiriyor insanı bu satırlar. Yeni bir umutla, tazelenmiş solukla tam kırk ikinci yılına başlayacakken birden dalından kopuveren bir yazarın son seslenişi… 1219 Günel’e dönük, yapıtlarına yönelik kalem oynatmamış değilim. Hem öyküleri hem de romanları üzerine azımsanmayacak yazı kaleme aldığımı söyleyebilirim. Yine de süreç içinde Burhan Günel öyküleri, öykücülüğü, romanları, romancılığı üzerinde ayrı ayrı duracağım ileride. Bu aşamada kendisi de Sivas kıyımına yönelik ürünler vermiş bir yazara özgülerken “Kitaplar Adası”nı, daha çok Dr.Fatih Sakallı’nın yoğun emek ürünü, kapsamlı yapıtından izler sürerek alayım istiyorum onu… BİR YAZAR OLARAK ŞİİRİ DÜZYAZIYLA KUŞATMAK… Sakallı, Günel’in “şiiri düzyazıyla kuşatan yazar” olduğunu vurguluyor. Bugüne dek Burhan Günel üzerine yapılmış bütün çalışmaların üzerine çıkan bir inceleme bu. İlk ağızda görülebiliyor. Ne ki kitabın oylumuna bakarak değil, kitaptan taşan çalışma yöntemine, bunun uygulayımıyla işlenimine değgin ipuçlarını dikkate alarak vardığımı söyleyeyim yargıya. Sakallı, genç bir yazınbilimci olarak yazarı romancı bağlamında alırken öteki verileri dışta tutmuyor. Burhan’ın romancılığını sağlam dayanaklar üzerine oturturken buna öteki alanlarla türlerdeki verimlerini göz önünde tutarak giriyor… Genç yazınbilimci, Günel’in romanlarını “yapı, tema ve anlatım açısından” incelerken bu çerçevede sıklıkla yazarın görüşlerine uzanıyor. Şu satırlar da Günel’in: “Roman yazmayı, kötü romanlar okudukça ‘Ben böyle yazmayacağım!’ diyerek, kendimi söz konusu kötülükten korumaya çalışarak öğrendim.” “…[Y]azarlığımda en uzun soluklandığım ilk duraktır çocukluğum.” “…[B] eni etkileyen akraba yazarlara uzak durmayı başarmıştım.” “…[D]ile, biçeme önem verdim. Düz yazılarımda bile şiirden süt emdim: Türkçe öylesine şiirli bir dil ki özenli bir yazar onu geriye, şiirselliğe doğru çekiştirmez, tam tersine geliştirip gerçek şiire taşır.” “Şiirselliğin değil, şiirin içinde oldum hep: Yaşarken ve yazarken.” Günel, “Kendimi toplumcu gerçekçi çizgide ürün veren bir yazar olarak görüyorum” derken “Biz yazarın bu düşüncesine katılmıyoruz. Günel’in ‘eleştirel gerçekçi’ çizgide 27 H A Z İ R A N