Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş iir Atlası İ İvan Davidkov Şiirler/Çeviren: Ahmet Emin ATASOY PORTRE Sen pencerenin yanındasın. Hani dağ nerede? Haftalardır yağan yağmur onu sildi galiba. Bir kavak, oynatarak fırçasını elinde, senin portreni çiziyor cama. Alışılmışın dışında tuhaf bir portre bu. Gözlerin hep aynılar, ama onlarda parlıyor varoşların o neon soğukluğu ve çamaşırlar kararıyor güz hüznüyle sallanan mandallarda. Sigara içiyor bir işçi ahşap köprü dibinde, sokağın ıslaklığında minik ateşi yansıyor sigarasının. Senin yüzündeki o iki kırışık üzerinde geçişi görünüyor ömrün son arabasının. Ayak sesleri bozuyor senin akşam sessizliğini bir şehir soluyor sende isli ve ıslak. Ve sen ilk kez şeffaf görüyorsun yüreğini kavakla yağmur tarafından resmedilmiş olarak. CEVAT ÇAPAN ‘Ayak sesleri bozuyor senin akşam sessizliğini bir şehir soluyor sende isli ve ıslak,’ van Davidkov (19261990), Montana’ya bağlı Jivovtsi köyünde doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, liseyi ise Montana ve Berkovitsa’da bitirdi. Sofya Üniversitesi’nin Islav Filolojisi Bölümü’nden mezun oldu (1951). İlk olarak Sofya Radyosu’nda çalışmaya başladı. Septemvriyçe (Eylül Çocuğu) gazetesinin eki olan Plamıçe (Alevcik)’de redaktörlük yaptı (19521960). Bulgar Sinematografisi’nde, sonra Bılgarski pisatel (Bulgar Yazarı) Yazarı) yayınevinde genel müdür olarak çalıştı (19681984). İvan Davidkov şairliğinin yanında yazar, denemeci, çevirmnen ve ressam kimliğiyle de ün yapmıştır. İlk yazdıkları Septemvriyçe (Eylül Çocuğu) gazetesinde yayımlanan İvan Davidkov’un şiiri, yepyeni ve özgün imgelerle derin bir lirizmi buluşturup kaynaştıran bir şiirdir. En önemsiz görünen şeylerde bile büyük gerçekler ve gizli anlamlar bulan şair, bunları kâh düşünce potasında eriterek, kâh yoğun bir duygu süzgecinden geçirerek sunar. O, konularını seçerken, üç temel objeden hareket eder: İnsan, doğa ve yaşam. Söylem ve biçem yönünden yetkin bir bilinçliliğin ve sorumluluk duygusunun meyvesi olan bu şiirler, Bulgar edebiyatının en iyi ürünleri arasında yer almaktadır. Şiirleri çeşitli yabancı dillere çevrilen şair, edebiyat ve kültür alanında birçok ödül ve unvan sahibidir. Düzyazıları ve çevirileri denli çocuklar için yazdığı şiirleriyle de çok sevilen İvan Davidkov’un şiir kitaplarından başlıcaları şunlardır: Tramvay (1950), Beyaz Armonikalı Ukraynalı (1951), Lirik (1957), Dnepır Penceremin Altında Akar (1960), Her Eşikte Görebilmek Sevinci (1962), Kanatlar ve Kökler 1964), Akşam Yıldızının Aydınlattığı Tepeler (1966), Trakya Höyükleri (1968), Taş Ocağı (1972), Yıldız Yağmuru Şerefine (1972), Veda Vakti Galiba (1992). HAYALET GİBİ KÖYLER BOZKIRDAKİ MEYHANE Hangi rüzgâr savurdu bizleri ta buraya, bozkırın göbeğine, kıyısına Tisa’nın? Şarkıcı Çingeneler koştu karşılamaya Garip bir meyhanede, ortasında ovanın. Sardılar çevremizi neşeyle gülüşerek, sen yanıma oturdun. Dikkatle baktım sana. Bir gelinden farksızdın, utangan, suskun, ürkek… Kemancı, gördü bizi, dil döktürdü kemana. Oysa perçemlerimiz kırçıldı artık bizim, oysa düş kervanımız epeyce gecikmişti, ama birbirlerine değen ellerimizin yüzüğü bile yoktu. Yüzün sanki değişti ve dal gibi titretti vücudunu bir sancı sonra bir şey parladı sanki yanaklarında. … Ayrılık şarkıları sıralayan kemancı kesin bizim aşkımızın hayranıydı aslında. Ey, yıllar ötesinin dost bozkır meyhanesi belki hâlâ geceyle söyleşiyor kemanın? Yüksek meşalelerle kavaklar kafilesi güzü taşıyor belki yollarında ovanın? Ve beni de çağrıyor ısrarla bu kafile hep oraya Bozkır’a. Debdebesi gecenin yayılıyor nal sesi ve at kişnemesiyle, bir de takı sesinden atlı Çingenelerin. Ve işte kemancı da eşik dibinde yine. Ya bir de tutup seni soruverirse bana? Mumlar göz kırpıyorlar. Ve rüzgâr birdenbire hızla onun gölgesini kovuyor uzaklara. Ve bir el işareti. Bir sonun başlangıcı uçuşan anıların zalim karanlığında. …Bizim ayrılığımızı haykırırken kemancı kesin başka bir aşkı kutsuyordur aslında. WATERLOO Gece elleriyle taşıyacak ölülerin taşlaşmış bedenlerini ve donuk yüzlerden akacak kişnemeleri atların. Sonra uyandıracak karanlık köyleri patlayışı vişne tomurcuklarının Ve yol boyundaki renk renk papatyalar büyüleyecek bir karganın gözlerini. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1219 Sisli ovalarda hayalet gibi köyler kovalayacak birbirlerini. Yapraklarla kuş sesleri ıslak yolun üzerine saçılacak ve bir at, aydınlatmayacak senin gecikmeli düşlerini ve bir güneş çıplak bayırlarda otlamayacak. Horoz ötüşlerinin arasından sızacak tilkilerin hepsi. Pınar, kırç elmaslı tacıyla şahane parlayacak ve gökte lir gibi ötecek üryan kiraz ağacının sesi ve kovanlığa dönüşecek ateş, düşün arılarını toplayarak. Sabah çıkarken, ıslak ve acı yapraklardan ürpereceksin yatışan elmaları göreceksin dibinde eşiğinin: bahçendir o senin, uğramış geceleyin talana. Bir köylü göreceksin derenin orda, yüksekte dikenlere batmış küçücük tarlasını sürmekte soyga ve karga çığlıklarını koşmuş da sabana. PİRELERİN PAZARI* Muazzam bir balçık yığını dikecekler alıp alıp sığınak toprağımızdan ve bundan böyle ot halinde bile olmayacak bizim için dünyaya dönüş, çünkü bir aslan, ki bizim toplarımızdan dökülmüş, Waterloo üzerinde cehennem kapısındaki Cerberus gibi yatacak her zaman. Ey, kan tutkunu, şan tutkunu hükümdar, acaba öldürülen süvarinin terkisindeki kılıcın sesi boğduğu saatte kahrolası adını beddualara, senin zavallı ruhun hâlâ mı geziyor etrafında sığınaklarımızın yoksa usançla mı silkiyorsun pelerininden, büyüklüğün simgesi, o yapışkan küfünü ölüm öncesi atılan çığlıklarımızın? Burada nihayet, en son müşteri, sisli torbasıyla rüzgâr olacak . Alacak ufukta batan güneşi, sonra tren ve kuş sesini alacak. Yağmurun o gümüş dansözlerini ve vapurun düdüğünü alacak. Katlayıp, kenti tüm ışıklarıyla yansıtan Sen’i, dergi gibi yan cebine koyacak. Ben de beklemeden gelen akşamı satmak fikrindeyim son gözyaşımı ama sakıncam da, endişem de çok, çünkü gurubun yaklaştığı şu anda Pireler Pazarı denen mekânda gözyaşının bile bir değeri yok. * Paris’teki bitpazarı. 27 H A Z İ R A N 2013 n S A Y F A 19