29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] Y aksim Gezi Parkı Direnişi, kuşkusuz, Türkiye’de daha önce gerçekleştirilen protesto eylemlerinden farklı pek çok özellik taşıyor; ama bu pek çok farklı özellikten biri de, sosyal medya araçlarından bugüne kadar görülmemiş biçimde yararlanılmış olması. Direniş eylemcileri, twitter ve facebook üstünden önlenemez bir iletişim ağı kurmakla kalmadılar, aynı zamanda eylemleri, çatışmaları ve güvenlik güçlerinin saldırılarını sosyal medyada paylaşarak tüm ülkeye ve tüm dünyaya anında ilettiler. Kaldı ki, Başbakan Erdoğan’ın twitter’ı “baş belası” olarak nitelemesi de bunu fazlasıyla doğruluyordu! Başbakanın unutmuş göründüğü bir şey vardı: Teknoloji alanında sağlanan gelişmeler yalnızca insanların telefonlarının, evlerinin, işyerlerinin dinlenmesinde kullanılacak değildi ya! Hiç kuşku yok ki, Gezi Parkı Direnişi’nden öğrenilecekler yalnızca teknolojik gelişmelerin kullanımıyla sınırlı değil. Tıpkı, pek çok kentte halkın da büyük desteğini alan bu başkaldırıdan ders çıkarması gerekenlerin yalnızca Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetiyle sınırlı olmaması gibi. Umarım, ülkedeki siyasal muhalefet de, gerici hükümeti eskimiş söylemlerle eleştirmeye çalışanlar da, dahası hâlâ askeri darbe hayalleriyle yaşayanlar da, insana, halka, gençlere güven duyma konusunda dersler çıkaracaklardır bu direnişten. Anaakım medyanın çok büyük bir bölümünün Gezi Parkı eylemleri ve güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddeti kamuoyuna yansıtma konusundaki tutumu (!) ise, gazetecilik okullarında başlı başına bir “ders” olarak okutulsa yeridir. Kimi televizyon kanallarında düzenlenen açık oturumlardaki kimi moderatörlerin, kimi katılımcıların hükümet karşıtı eleştirel konuşmalarını kesmeye kalkışarak “moderaterörist”liğe soyundukları bile görüldü yaşadığımız günlerde. Televizyon kanallarından birinde, yorumcunun, belli ki güvenlik güçlerinin Gezi Parkı direnişçilerine uyguladığı orantısız gücü doğrulamak kurnazlığıyla, Londra polisinin G8 toplantısı sırasında çevreci eylemcileri gözaltına alışını “tekme tokat giriştiler” diye vermesi ise doğrusu beni çok güldürdü. Neden derseniz, görüntülerini izlediğimiz olayda tek bir “tekme tokat” yoktu. “Tekme tokat” olmadığı gibi, basınçlı su sıkma ya da hedef alarak biber gazı bombası atma da yoktu. Yorumcu, gözümüzle gördüğümüz görüntülere karşın yalan söylemeyi sürdürüyordu. Anlaşılan, hiç “tekme tokat” yememişti… Göbeğinden bağımlı medyayı bir yana bırakırsak, Gezi Parkı direnişi, kanımca, hemen her alanda “alışılmış” ile “alışılmamış” arasındaki, “eskimiş” ile “yepyeni” arasındaki ayrımı da apaçık gözler önüne serdi. En yeni kuşağın, ’90 kuşağının en yeni yöntemlerle, en yeni olanakları kullanarak önderlik ettiği eylemlere destek veren pek S A Y F A 6 n w 20 eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin ilk kitabı yayımlandı: ‘Gezi Günlükleri’ Güzellik sokaklardadır... T çok köşe yazarı bile söylemleriyle “yepyeni” karşısında “eskimiş” kalıyordu. Evet, bu direnişle ilgili çok şey yazıldı, konuşuldu, daha da yazılıp konuşulacak; ama benim burada asıl vurgulamak istediğim, Gezi Parkı eylemcilerinin görsel alanda da görmezlikten gelinemeyecek bir yaratıcılık ve yenilik getirmiş olmaları. Afişlere, pankartlara, duvar yazılarına yansıyan bu yep yeni görsellik elbette sosyal medya üstünden görülmemiş ölçüde paylaşıldı. Ama çok geçmeden de Yazılama Yayınevi tarafından kitaplaştırıldı. Gamze Erbil’in editörlüğünde yayımlanan “Gezi Günlükleri” adlı kitap, Gezi Parkı direnişinden afişler, pankartlar, fotoğraflar, sloganlar, sözler içeriyor. Erbil’in, 6 Haziran 2013 günü kaleme aldığı “Çapulcuların Hikâyesi” başlıklı sunuş yazısından, direnişle ilgili bu ilk kitabın hazırlanış öyküsünü de öğreniyoruz: “Gezi direnişinin hikâyesi farklı biçimlerde, farklı dillerde, farklı yönleriyle çok anlatılacak. Paylaşılacak o kadar çok şey var ki, paylaşmaya bile yetişemiyoruz. Sonuçta ‘anlatılan bizim hikâyemiz’. ‘Gezi Günlükleri’ adını verdiğimiz bu derleme, hikâyemizin sadece sınırlı bir kesitte, sınırlı olanaklarla kotarılmış, an itibarıyla hissettiklerimiz ve düşündüklerimizle yoğrulmuş hali. Eksikleri, hataları var. Bir kısmını biliyoruz, bilmeden yaptıklarımız için de uyarılarınızı bekliyoruz. Emeği geçen tüm katkıcılara teşekkürler… Her direniş bir uyanıştır. Şaşırtır, heyecanlandırır, mutlu eder ve zihin açar. Her direnişte kayıplar da olur. Üzer, öfkelendirir, biler. Kayıplara rağmen ve onların öfkesiyle, direniş gülümsetmeye devam eder. Kendi aklını, yaratıcılığını, kendi kültürünü şekillendirir. Son bir haftada çok şaşırdık, çok heyecanlandık, çok öfkelendik. En önemlisi de kendimize, insanımıza güvenimiz tazelendi, yaratıcılığımıza hayran kaldık. Bu derlemeyi hazırlarken bu duygu ve düşünceleri paylaştık. Hikâyemizin büyük fotoğrafını, farklı yönlerini ihmal etmemeye; duygusunu doğru yansıtmaya çalıştık. Bu uykusuzlukla, bu gazla, mümkün olduğunca… İyi seyirler…” “Gezi Günlükleri”, Erbil’in sözlerinden de anlaşılacağı gibi, yaşananların taze yürek çarpıntıları içinde hazırlanmış bir “ilk” kitap. Bu “ilk”in eksikliklerini de taşıması çok doğal. Ama bize anımsattığı, gösterdiği, aklımıza düşürdüğü bir şey var: Bu direnişi olanca görselliğiyle yansıtacak, özenle düzenlenmiş, tasarlanmış bir kitap yapılmalı. Ne ki, bu başkaldırı nasıl öncelikle genç insanların aklından, coşkusundan, yaratıcılığından doğduysa, sözünü ettiğim kitap da onların görsellik anlayışını kavrayan genç tasarımcıların elinden çıkmalı kanımca. Kuşkusuz, böylesi direnişlerin görsel dilini ortaya koyan kitaplar yapıldı daha önce. Örneğin, editörlüğünü Johan Kugelberg ile Philippe Vermès’in üstlendiği ve Four Corner Books’tan yayımlanan “La Beauté est dans la Rue / Beauty is in the Street: A Visual Record of the May ’68 Uprising” (“Güzellik Sokaktadır: Mayıs ’68 Ayaklanmasının Görsel Kaydı”) adlı koca kitap var önümde. Paris’teki Mayıs ’68 hareketi sırasında oluşturulan Atelier Populaire (Halk Atölyesi) tarafından hazırlanmış devrimci, isyancı posterleri, açıklamalarıyla birlikte ortaya koyan bu kitabın sanırım en belirgin özelliği, Mayıs ‘68’in felsefesini görsel bir dille çok ustaca günümüze aktarabilmesi. Elbette, geçen yılın sonlarında, Yılmaz Aysan’ın hazırladığı ve İletişim Yayınları’ndan çıkan “Afişe Çıkmak: 196380, Solun Görsel Serüveni” adlı yapıtı da unutmamalı. “Afişe Çıkmak”, ülkemizdeki Sol hareketlerin en yoğun yaşandığı yılları görsel bir dille gözler önüne sermekle yetinmiyor, tanıklıklarla da besliyordu. Sol’un yakın dönem tarihini, pankartlar, afişler, dergi ve kitap kapakları, duvar yazılarının yanı sıra döneme ilişkin söyleşiler, anılar, anlatılarla da yeniden yaşatıyor, dahası tüm yaşananların üstüne yeniden düşünmemizi sağlıyordu. Taksim Gezi Parkı direnişini yepyeni görselliğiyle önümüze getirecek kitap da, sanırım, adlarını andığım bu iki kitabın yaklaşımını örnek almalı, ama bununla yetinmeyip yeni kuşağın çok farklı özellikler taşıyan yaratıcılığını yansıtmaya özen göstermeli. Vurgulamadan geçemeyeceğim: Bu tür kitaplar ya da böylesi bir kitap, kolektif bir biçimde gerçekleştirilen bir başkaldırının adsız yaratıcılarının elinden çıkmış görsel ürünleri kapsayacağından, kâr amacıyla yayımlanmamalı bence. Geliri, şimdiden kestiremediğim bir vakfa ya da kuruluşa bırakılmalı. Bir de kaygım var; o da, bu direniş boyunca hazırlanan posterlerin, pankartların, afişlerin, duvar yazılarının giderek dekoratif amaçlarla kullanılması ya da burjuva sanat ve kültür mekânlarında estetik ilgi nesneleri olarak sergilenmesi ve anı nesneleri olarak satılması. Böylesi bir yaklaşım, daha şimdiden hem hükümet, hem de medya tarafından evcilleştirilmeye çalışılan bu hareketin sokaklar ve duvarlardan alınıp kafese kapatılmasından başka bir işe yaramayacaktır. Güzellik sokaklardadır!.. n K İ T A P S A Y I 1218 H A Z İ R A N 2013 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle