Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Engin Ergönültaş’tan ‘Minare Gölgesi’ Hakikate seslenen uyumun romanı Karikatürümüzün ve Gırgır mizah dergisinin önemli isimlerinden, Zalim Şevki’nin babası Engin Ergönültaş, bu kez bir romanla çıktı karşımıza: Minare Gölgesi. Minare Gölgesi, yakın dönem İstanbulu adına, edebiyat marifetiyle sunulan önemli bir kaynak gibi. Ë Adnan ÖZER eklam lafıdır: “Beklenen ........... geldi!” Sanattan, edebiyattan örnek verirsek; “Beklenen film sinemalarda!”, “Beklenen roman kitapçılarda!”. Bugünlerde çok naif kaçar ama eskiden tanıtımların epeyce bir yerleşik sözüydü, cümlesiydi, hatta sesiydi. Engin Ergönültaş’ın Minare Gölgesi adlı romanını okumaya başlamıştım; (romanda) kıştı ve kar yağıyordu, üçüncü gününü de beyaz ısrarıyla geçen kar, ezan seslerini alıp alıp Haliç’in R sularına savuruyordu. Balat’ın Zengüle Hacı mahallesi bu yağışın altında pısmıştı, “gözünü sımsıkı yummuş bir kedi gibi”. Karla beraber geceyi bitiren pasajları da okudum.... Nihayetinde kar kesildi ve ben bir ses duyar gibi oldum. Az daha okudum... evet, ses iyice yaklaşıyordu. Romanın son derece cazip sesinden fakir Suriçi’nin yoluk saçlı Sirenler’inden geliyordu ne de olsa Odiseusvari bir sıyrılışla koparak iyice bir kulak verdim ona: “Beklenen roman geldi!” Dediği buydu. Duyduğum, eskinin reklamlarında kullanılan o kentiçimahallievcimen sözün aynısı Engin Ergönültaş olsa da başka bir şeyi ifade ediyordu. Schopenhauer’in bir sözü var; “Halkta edebiyatı anlayacak asgari deha hep bulunur” der. Bu toplumların gizli dinamiklerinden biridir. Bir edebiyat “kendi” olmaktan çıktığında Alman filozofun sözünü ettiği o “deha”, o dinamik rahatsız olur. Bu olumsuz gelişmenin seyrini izlemek zordur. Zira halk edebiyatını takip etmez, türedi olanı da pek izlemez. Dolayısıyla rahatsızlığı okuma ilgisinde aramayalım. Ya nerede arayacağız? Burada yine bir Alman filozof, çağdaşlardan Karl Jaspers yetişiyor imdadımıza. Jaspers, toplumların bir gökkubbe gibi manevi sfer’inden söz eder. Ona göre, bir toplum, sanatçısını, edebiyatçısını bire bir izlemese de o manevi sfer sayesinde iyiyi kötüyü hisseder... Toplum içten içe reddeder; toplum içten içe beklenti içine girer. BEKLENEN ROMAN Minare Gölgesi de böyle ‘manevi’ ortamda geldi. Şimdi de bizden bir filozofun sözüne kulak verelim. Sakallı Celal, “Bu kadar cehalet ancak tahsille olur” demiş. Romanlar yazılıyor, romanlar okunuyor. Romanlar yazıldıkça, romanlar okundukça ne oluyor dersiniz? Edebiyatımız geri gidiyor. Edebiyatımız geri gittikçe de daha kolay roman yazılıyor. Daha çok roman okunuyor. Bilindik söz ama bunun adı: tüketim. Minare Gölgesi işte böyle bir ortamda geldi. Beklenen bir romandı o. Beklenenlerden biri. Esaslarını ve unsurlarını kendi mahallinde olma haliyle belirlemiş bir gerçeklikle geldi. İlk değerlendirmelerdeki etkisi de buna bağlı. “Buralı” diyorlar. Bu hoş bir sıfat. Demek ki “buralı” olmayan romanlar da varmış! Yine de Minare Gölge si’ni mitik ve muhafazakâr çağrışımları olabilecek böyle bir çerçeveye sıkıştırmamak ge rek. Bir şehir romanı o, İstanbul’dan. Mahalle ölçeğinden şehrin merkezine Beyoğlu’na geçişlerle bir anlatı kurulmuş. Bu geçişler esnasında anlatı çevresini genişletiyor.Umarsız işsiz genç Abdülkadir ve yaşlanıp çaptan düşmüş konsomatris Sultan Abla bir kahredici hatta gidip geliyorlar. Evlerine her dönüşleri, yaşadıkları Zengüle Hacı mahallesini daha bir karartıyor... Sultan Abla’dan söz etmişken romandaki kadın unsurunun dikkat çekici olduğunu söyleyelim: Ümmiye Hanım (Abdülkadir’in annesi), komşu Mahmure Hanım, yine komşu Reşide ve kızı Asuman (çocuk kahraman Atilla’nın annesi), bir komşu daha: Kıymet (diğer çocuk kahraman Meryem’in annesi). Bu karakterlerle romanın bir de “kadın hali” (çocuk hali; kediköpek hali; karyağmurrüzgâr hali; ışıkgölgeduman hali vb.) olduğunu söyleyebiliriz. Bu karakterlerle fakir Suriçi İstanbulu’nun kadın tarafı alabildiğine anlatılıyor. Kadınlara çocuklar ekleniyor: Atilla ve Meryem. Her birinin başına gelenler ayrı bir roman konusu olabilecek dramatik yapılar iken, sonunda hikâyeler de çocuklar da birleşiyor. “Kaçan” Atilla (evlerine komşu caminin minaresine saklanan o) ile “kaçamayan” Meryem (yalnız yaşayan annesinin dostu Kudret’in yaptıkları!) hikâyeleri romanı bir hayli zenginleştiriyor. TASVİR VE BETİMLEMELER Minare Gölge si’nin tasvir ve betimlemelerinde kimi okura yorucu gelebilecek, şiirsel tasavvurla iştigal halinde ve derinlemesine plastik (plastik sanatlaryazarın aynı zamanda usta bir çizer olduğunu anımsayalım) ilgiye dayalı bir söylem düzeyi var. Mahalmekân böyle pitoreks imkân sunarken içindeki nesneler karşı konulmaz bir dokunaklılık barındırır, sergilerken, Engin Ergönültaş’ın söylem düzeyini hadi belagat diyelim indirmesi düşünülemezdi. Okur bu noktada romana içerik düzeyinden bakmalı: a) Gerçekçi, b) Çevreye ayarlı (ambiental), c) Ahlaki. Minare Gölgesi, bu üç şık sorulduğunda yıldızlı pekiyi alacaktır... Yani romandaki peyzajlar (sözcüklerle habire çizilen, kimi de tekrar eden), gerçekliğe hizmet eden miskin resimlerdir. Minare Gölge si ayrıca, yakın dönem İstanbulu adına, edebiyat marifetiyle sunulan önemli bir kaynak olacak gibi görünüyor. Bitirirken ondan bir alıntı yapmadan edemeyeceğim:“Köpekler bir türlü susmadı. Feryatları, komşu fakir mahallelerin; Edirnekapı’nın, Karagümrük’ün, Kariye’nin, Molla Aşki’nin, Tahta Minare’nin, Acıçeşme’nin, Draman’ın, Derviş Ali’nin, Kasım Günani’nin, Balat’ın, Ayvansaray’ın köpeklerine sirayet ede ede, dalga dalga yayıldı.” Bu cümleler hakikate seslenen bir uyumdan geliyor. Oranın sesleri. ? Minare Gölgesi/ Engin Ergönültaş/ İletişim Yayınları/ 368 s. SAYFA 6 ? 30 MAYIS 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1215