18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kendi malzemesini biçimleyerek ortaya çıkar. Her biçimleme, biçimleyenin yeteneği, becerisi ve estetik duyarlılığıyla doğru orantılıdır. Kurgulama ürünü olan dilin yeniden kurgulanması demek olan anlatma/anlatılaştırma, tinsel bir ürün olan dilsel malzemenin retorik figürlerle estetikleştirilmesidir. Hegel’in edebiyatı diğer sanatlardan üstün saymasının nedeni, edebiyatın malzemesi olan dilin tinsel etkinliğin ürünü olması ve yazınsallaştırma sürecinde yeniden kurgulanarak, tinsel ve estetik olarak biçimlenmesi, diyesi, biçemselleştirilmesidir. Bu bakımdan öyküleme, her türlü anlatma, yazınsal deyişle, anlatılaştırma dil üzerinden yapılır; dil, yazınsallaştırmanın malzemesi olarak kalmaz, ayrıca anlatmayı, öyküyü/anlatıyı dolayımlar. Bu yüzden, en gerçek(çi) anlatma bile zorunlu ve kaçınılmaz olarak kurgusal bir özellik taşır. Livaneli, “Hikâyeler Nerede Başlar, Gerçek Nerde Biter?” adlı bölümde kurgunun yanı sıra, bilim ile edebiyat arasındaki ilişkiyi de romana katar. Buradaki anlatımla, bilim, “edebiyata hiçbir zaman yetişememiştir.” Örneğin, bilim henüz emekleme çağında bile değilken, Antik Yunan trajedileri sayesinde hâlâ bir açıklama modeli olarak kullanılan “Oidipus Kompleksi” gibi kavramlar geçerliliğini korumaktadır. Edebiyat, “hiç ölmeyen” öyküler anlatır; “hayatı anlamanın tek yoludur.” Ahmet de Arzu cinayetiyle ilgili olarak savcılığa ifade verir. Savcı, Arzu Hanım “bazen sizin eve gelip birkaç saat kalırmış; sonra da saçı başı dağınık vaziyette çıkarmış” diye duyumsatmalı bir tonla Ahmet’i sıkıştırır; söze gizem katar. Arzu’nun kocası Ali’nin “Arzu seni çok severdi. Seninle konuştuğu zaman kendini değerli hissettiğini söylerdi” şeklindeki anlatımıyla, Ahmet ile Arzu’nun ilişkisi daha da gizemlileştirilir. Gazeteci kız, Ahmet figürünü, “duyuları olan, ama duyguları olmayan, egosu yok ve hayvanlarla konuştuğuna inanan” biri olarak tanımlar ve Ahmet’in anlattığı öyküyü kastederek ekler: “bu hikâye, cinayetten daha ilginç bir hale geldi.” Yazar, bu sözlerle romanın devamının Ahmet’in gizemli kişiliğiyle bağlantılı olduğunu bir kez daha duyumsatarak, ayrıksılaştırıcı etkiyi artırır. ¥ zünden “çıkan savaş, düelloda ölenler, işkencede sevgilisinin adını söylememek için dişleriyle dilini koparıp atanlar, delirenler, tımarhaneye düşenler, bütün itibarını ayaklar altına alanlar” betimlenmiştir. Gazeteci kıza göre, yazınsal yapıtlarda kurgulanan kahramanlar bütün bu aşkları yaşamıştır; bir başka deyişle, söz konusu yazınsal aşk anlatımları “uydurma ve hayal ürünüdür.” Ahmet’in bu değerlendirmeye yanıtı yine edebiyatın gücünü ortaya koyar: “Edebiyat gerçekten daha gerçektir.” Yazarın Ahmet’in ağzından yapıta içkinleştirdiği bu belirlemeyi olumlamak için ekleyelim: Edebiyat, daha doğrusu her sanat, olabiliri anlatır; nitekim romanda da dile getirildiği gibi günlük yaşamda bütün bunlar zaten olagelmektedir. Devam edelim: “İnsani duyguların en tehlikelisi olan” aşk, “insanın iradesini elinden alan, insanı yöneten, mantık ve düşünme” yitimine yol açan derin bir duygulanımdır. Dolayısıyla, “birine âşık olmak, gözü bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek demektir. Başına neler geleceğini hiçbir zaman bilemezsin. Sonu ölüm de olabilir, cinayette, intihar da.” Romanı çekicileştiren, zevkle okunur kılan da, Livaneli’nin yazınsallaştırdığı en olağandışı aşk, diyesi, Ahmet’in kardeşinin aşkı, dünyada yaşanabilecek “en büyük aşk hikâyesidir.” “Kardeşimin Hikâyesi”nde anlatılaştırılan aşk, bütün bunların ötesine geçen şiddetli ve tutsak alıcı bir aşktır. Livaneli, böyle bir aşkı anlatılaştırdığı yapıtını, ayrıksılaştırma, sıradışılaştırma ve böylece olağandışılaştırma yöntemiyle çekicileştirmeyi başarmıştır. Ahmet; kişileri, olayları ve mekânları açıklamak için genellikle bir edebiyat yapıtına gönderme yapar veya bir yapıttan alıntılar. Örneğin, sözü edilen Smerdyakov, Dostoyevski’nin “Karamozof Kardeşler”indeki figürlerden biridir. Gazeteci kızın “hep roman kahramanlarını anıyorsunuz” demesi üzerine, Ahmet’in yanıtı hazırdır: “Benim için hayat bir roman, herkes de roman kahramanı.” Mehmet: Kendinde Başkasını Yaratma Yeteneği ve Sovyetler Birliği’nin Dağılması Ahmet’in ağzından öykülenen romanın ikinci bölümü “Mehmet” adını taşır. Dikkatli okuyucu, romanda Mehmet ile Ahmet’in sürekli iç içe geçirilerek birbirini koşullayarak kurgulandığını görecektir. Ben, okuyucunun okuma zevkini bozmamak için, AhmetMehmet ilişkisini ayrıntılandırmak istemiyorum. “Kardeşimin Hikâyesi”, yazarın başarıyla geliştirdiği bir yazınsal figürü öbüründe eritme veya yeniden diriltme yaklaşımıyla devingenlik kazandırılmış bir yapıttır. Her yazınsal yapıt gibi yüzeysel bir okuma, romanda anlatılaştırılan trafik kazası sonucu annebabanın ölümü olayının katmanlarını açımlayamaz. Livaneli’nin Ahmet üzerinden kurgulayımıyla Mehmet, Ahmet’in de taşımaya özendiği özellikler taşır: Örneğin, çok okur, “tam bir kitap kurdudur”; ODTÜ’de öğrenim gördüğü bölümün “ders kitabını” yayımlar; öğrenci eylemlerine katılır; bildiri yazar, dağıtır. Livaneli, Sovyetler Birliği’ndeki uygulanış şekli başarısızlığa uğrayan sosyalist sistemin çöküşünü de yan bir izlek olarak yazınsallaştırmak suretiyle, romanı boyutlandırmıştır. Beyaz Rusya’yı, bu ülkelerde iş yapan inşaat şirketlerinin çalıştırdığı insanlar üzerinden anlatıya katmıştır. 90’lı yılların başında Rusya, “hükümet darbeleri, parlamentonun topa tutulması, cinayetler” gibi olaylarla sarsılmaktadır; “yoksulluğun pençesinde kıvranmakta, kimse maaş alamamakta, yiyecek bulamamakta, herkes hayatta kalmanın çarelerini aramaktadır.” Bu koşullar altında tek belirleyici olan paradır. Bol para ve “çarpıcı güzelliğiyle” Rus kızları, gibi çekiciliklere dayanamayan Ahmet/Mehmet de orada çalışanlardandır. Bir Türk inşaat firması Minsk yakınlarındaki Borisov’da Doğu Almanya’dan geri çekilen askeri birlikler ve subaylar için binlerce lojman inşa etmektedir. Türk işçiler, özellikle de mühendisler bol para kazanmaktadır ve bunlardan bazıları, “yıkılmakta olan Rusya’da maaş alamayan” Kızıl Ordu subaylarının kızlarıyla arkadaş olup “resmi olmayan evlilik” yapıp ‘içgüveysi’ gibi onların evlerinde yatıp kalkmaktadır. Bunlar kendi aralarında şakalar bile geliştirmiştir: “Rus kızı votka gibidir; tek başına içilir; hiçbir şey istemez; ama Türk kızı rakı gibidir; yanında meze ister.” Livaneli, sıradışılaştırma, hatta olağandışılaştırmayı Mehmet’in çılgınca tutulduğu Olga Pavlovna figüründe doruklaştırır. Olga, romandaki anlatımla, “dünya dışı bir varlıktır; birçok güzel vardır; ama o, güzellikle çirkinlikle ilgisi olmayan bir varlıktır.” O, başka şeydir; anlatılamaz; o “mucizedir.” Böyle bir güzellik düşünülemez; onu “bugüne kadar hiçbir ressam çizememiş, hatta hiç kimse rüyasında bile görememiştir.” Mevlana’nın romanda alıntılanan dizeleriyle, “bu aşka ilahi diyemem korka Edebiyat Neyi Anlatır Veya Aşk Sıradışılaştırılabilir mi? Aşk binlerce yıldan beri, binlerce kez anlatılaştırılmıştır, bundan sonra da anlatılaştırılacaktır. Livaneli de “kardeşimin Hikâyesi”nde asıl izlek olarak insana her şeyi yaptırabilen, onu “korkunç bir uçurumun kıyısında dolaştıran” aşkı yazınsallaştırmıştır. Romandaki anlatımla, aşk, “dünyadaki en tehlikeli, en öldürücü duygudur.” Kimileri aşkı mutlulukta ulaşılan “en son nokta” olarak görür. Aşk, Cervantes’ten aktarıldığı üzere, “bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir başkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir; dördüncüyü atar alevlerin içine. Birini yaralar; öldürür ötekini. Aynı anda yanıp sönen bir şimşeğe benzer.” Yazınsal yapıtlarda “aşklarına karşılık bulamadıkları için intihar edenler”, Kıbrıs kralı gibi yersiz kıskançlık bunalımı sonucu sevgilisini “elleriyle boğup öldürenler”, toplu “kıyımlar” yapanlar; güzel Helena yü Livaneli, “Hikâyeler Nerede Başlar, Gerçek Nerde Biter?” adlı bölümde kurgunun yanı sıra, bilim ile edebiyat arasındaki ilişkiyi de romana katar. rım/İnsani diyemem utanırım.” Livaneli’nin tuhaflaştırarak ilginçleştirme yeteneğinin sonu yoktur: Mehmet ile Olga otelde yalnız kaldıklarında sarılıp öpüşmeden sonra, Olga “Rusça bir şeyler söyleyip çırpınmaya başlayınca, İki kişinin en mahrem anında”, kızın ne dediğini anlamak için, İngilizce çevirmen Ludmilla’yı çağırır. Çevirmenin yanıtı, “korkuyor, onun için sinirleri bozulmuş” şeklindedir. Böylece, Ludmilla, Mehmet’in maaşının yarısını alarak “tercüman aracılığıyla aşk”ın yaşanmasına eşlik eder. Biri öbürüne “hayatım, canım, sevgilim” diyecek, öbürü de çevirmen aracılığıyla karşılık verecektir. Romandaki söyleyişle, “hiç bu kadar komik, hatta trajik bir şey duyulmamıştır.” Çevirmen eşliğinde en mahrem anlarını yaşamak zorunda kalan Mehmet, Olga ve Ludmilla ile birlikte Soçi gezisi yapmak ister; ancak bu gezi o aşkın sonu olduğu gibi Mehmet’in de “olağandışı” ayrıksı bir dizi olay yaşamasına neden olur. Daha önce “yüzlerce yıldır tek kadın ayağının basmadığı” Athos Dağı’ndaki Aynaroz Manastırı’nda kalıp, “Keşiş Proriforio’nun kuru kafası” ile konuşan Mehmet, Moskova havaalanında polislerce götürülür; “gözleri kapalı, elleri zincirli olarak nerede olduğunu bilmeden, hayvanlar gibi yerlere bağlanır”, aylarca zindanlarda tutulur, öyle ki zaman kavramını yitirir. “Günden güne hayvani özüne doğru alçaldığını” duyumsar. Alıkonulduğu hücrenin duvarına parmağını sürterek kanatır ve kanıyla duvara kocaman “OLGA” yazar. Ölmek ister ama kendini öldürecek bir nesne bulamaz. Hiç konuşma olanağı bulamadığı için neredeyse konuşma yetisini yitirme aşamasına gelir. Sonunda hücreye koyulan bir İngiliz’e tek bir tümce söyleyebilir: “Ben insanım!” İngilizden Grozni’de olduğunu öğrenir ve yine bu İngilizin yardımıyla özgürlüğüne kavuşur ancak Olga’yı aramaya koyularak yeniden aşkın tutsaklığına düşer. Mehmet’i Grozni’deki zindandan kurtaran Türk Büyükelçiliği yetkilisinin anlatımıyla, Mehmet bir yıldan fazla süre “bir yanlışlık” sonucu orada tutulmuştur. Rus İstihbaratı veya polisi, Mehmet’i Çeçen direnişçi Muhammed Arslanov’a benzeterek alıkoymuştur. Mehmet “savaş, rejimin çöküşü, yönetici değişikliği” gibi nedenlerden ötürü koyulduğu yerde “unutulmuştur.” Arslanov dosyası kapanmış ve “hücrede öylece kalmıştır.” “Kardeşimin Hikâyesi”ni okumaya başladığımda, bu romanın yazarın bir önceki romanı olan “Serenad”ın gölgesinde kalacağı kuşkusunu taşıyordum. Fakat okudukça gördüm ki, Livaneli, romandaki olayları, mekânları ve kişileri, olağanüstü bir yazınsallıkla sıradışılaştırarak, öykülemiştir. Bu roman, Livaneli’nin sıradanlığı veya olağanlığı, büyük bir estetik duyarlılıkla sıradışılaştırma ve ayrıksılaştırma başarısının parlak bir ürünü olarak Türk edebiyatında seçkin bir yer edinecektir. Doğu ve Batı anlatı birikiminden ustalıkla yararlanan Livaneli “Kardeşimin Hikâyesi”nde öykü içinden öykü çıkaran kurgulama ve biçemselleştirme yeteneğiyle muhteşem bir roman yaratmayı bilmiştir. ? Kardeşimin Hikâyesi/ Zülfü Livaneli/ Doğan Kitap/ MAYIS 2013 ? SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1215 30
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle