Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Erendiz Atasü İle ‘Yıllar Geçerken Hayat ve Roman’ üstüne ‘Nerede durduğumuzu kavramak için geçtiğimiz yolları görebilmeliyiz’ Erendiz Atasü otuz yılı aşkın bir edebiyat emekçisi. Her şeyin toplumsal belleği silmek üzere el ele verdiği bu dönemde, tanık olduğu kimi çalkantıları, kimi hayati dönüşümleri anımsatıyor bizlere. Yaşam deneyimi bu olguların dikkatten kaçmasına razı gelmediği için yapıyor bunu. Hayata, edebiyatın duyarlığıyla, edebiyata yaşanmışlığın bilinciyle bakan Atasü ile bir söyleşi ve kitabıyla ilgili bir değerlendirme sunuyoruz sizlere. Ë Reyhan A. TOPÇUOĞLU ıllar Geçerken Hayat ve Roman”da edebiyat eleştirisinden özyaşamsal deneyimlere uzanan birçok deneme var. Bu kitap, Erendiz Atasü’nün hem bir aydın olarak ülkeye dair saptamalarını, hem bir yazar olarak edebiyata yaklaşımını örnekliyor. Atasü’nün edebiyatını seven okurları, onu bir entelektüel ve bir edebiyat eleştirmeni olarak yeniden keşfetmeye çağırıyor; dahası yazarın edebiyat dünyasında, akademide ve gündelik hayattaki bazı kişisel deneyimlerine ışık tutuyor. Yer yer meraklı; yer yer ‘katılma duygularını, acılarını, hayali kahramanları aracılığıyla olanca içtenliği ile dile getirebilir. Simone de Beauvoir anılarında seçtiği özel yaşam biçimini yani kadınla erkeğin hem bir çift olarak yaşamı sürdürürken hem üçüncü kişilerle yakın ilişkiler kurabilmesini savunur. Oysa özyaşamsal romanı Mandarinler’de bu çetin özgürlüğün onu ne kadar yaraladığını ve ne ıstıraplara mal olduğunu görmemek mümkün değildir. BİLİM VE EDEBİYATTA OTUZ YIL Birinde gerçeğin diğerinde kurmacanın yazıldığı iki farklı dünyada, bilim ve edebiyat dünyalarında otuzar yılı aşkın eşzamanlı iki kariyeriniz var. Bu süreçte, Türkiye’de özgürlükler ve baskılar çok değişti. Bir entelektüel, bir kadın ve feminist bir yazar olarak, değişen toplumsallıklardan nasıl etkilendiniz? Atıktan kitaba kadar, her şeyin piyasalaştığı, yaşamın çeşitli mecralarının piyasa kurallarına göre yeniden düzenlendiği bir yüzyıldayız. Bu geçişlere ait tanıklıklarınız aslında kitabın ana izleği. Ve bu izlek dört koldan ilerliyor: Üniversite, edebiyat dünyası, Türkiye’de piyasalaşan yaşamın özellikle Ankara’da kentsel bedenlenmesi; ve kendini ¥ “Y mak elde değil’, yer yer ‘vay canına!’ dedirten bir kitap bu. Ama bir anı kitabıdır diyemeyiz, değil mi? Diyemeyiz, tabii. Kitabın “Tanıklıklar” bölümünde sözünü ettiklerim kişisel hatıralar değil, tanık olduğum toplumsal değişimler üzerine yorumlarımdır. Türkiye vahim derecede unutkan bir ülke. Bugün nerede durduğumuzu kavrayabilmemiz için geçtiğimiz yolları görebilmemiz lazım. Aslında her edebi roman bir tanıklık. Siz, romanlarınızda bireysel öykünün toplumsallıkla, toplumsal değişme ve dönüşme ile olan etkileşimlerini örnekliyor, irdeliyorsunuz. Bu da bir tanıklık. Peki o zaman, birinin kahramanın, diğerinin yazarının hikâyesi olması dışında, anı yazarlarının tanıklığıyla, edebiyatın tanıklığı arasındaki fark nedir? Önemli ve zor bir soru. Anı yazarı, olayları kendi bakışından verir. Romancı ise hayat parçalarını kurgusuna dahil ederken olaya tüm kişilerinin bakış açılarından yaklaşmak zorundadır. Aksi halde kişilerine canlılık kazandıramaz. Yani roman, büyük ölçüde hayal ürünü olmasına rağmen daha nesneldir. Ayrıca, daha da samimidir. Anı yazarının özdenetimi ve otosansürü işbaşındadır; oysa romancı Erendiz Atasü’den Bir Hayat Muhasebesi: ‘Hayat ve Roman’ Ë Gürsel AYTAÇ sıl yaratıcı yazar, romancı olarak tanınan ama izlenimci eleştirilerinden de haberdar olduğumuz Erendiz Atasü, “Yıllar Geçerken: Hayat ve Roman” kitabında Türk ve dünya edebiyatından geniş bir bilgi birikimini hayat muhasebesiyle harmanlıyor. 192 sayfalık bu eserinde hayatına ilişkin bilgileri ve gözlemleri, “Tanıklıklar” başlıklı bölümde ve 22 sayfa. Geri kalan bölümler ve sayfalar bir roman yazarı olarak onun roman bilgisini ve deneyimini yansıtıyor. Bu özelliğiyle “Hayat ve Roman”, Atasü’nün eserleri üzerine bilimsel araştırma yapacaklara yeterince malzeme sunmakta. Yazma sevdası uğruna ayrıldığı üniversitedeki fen bilimleri kariyerinin izleri, onun romanlarında tespit edilebildiği gibi bu kitabına aldığı roman incelemesi ve eleştirisi yazılarında da, hatta daha da belirgin bir şekilde kendini gösteriyor. Son günlerde ilgilendiğim ve bir dergi için hazırladığım “Edebiyatın Gücü ve Güçsüzlüğü” konusunun çağrışımları, ister istemez Erendiz Hanım’ın bu kitabını okurken de peşimi bırakmadı. Neydi o çağrışımlar sorusuna cevabım: Fizik, kimya, biyoloji dallarından yaratıcı yazarlığa geçenlerin çoğunda gözlenen, “edebiyattan, estetik tadın yanında yol göstericilik, eleştiricilik gibi toplumsal yarar beklemek. Bunu özeleştiriyle bizzat açıklayan İsviçreli yazar, mimarlıktan gelme Max Frisch’di. Erendiz Atasü’yü okurken hemen ilk sayfalarda “Hayat Geçerken Yazmak”ta bunu düşündüm. “Fen ve sağlık dünyasının” kendi yazarlığındaki payını şöyle SAYFA 4 ? 30 MAYIS 2013 A vurguluyor: “Gerek fen ve sağlık dünyasından, gerek üniversite ve edebiyat ortamlarında geçen hayatımın bana çeşitli bakış açılarıyla değerlendirilebilecek deneyimler kazandırdığını düşünüyorum.” (s.6) “Tanıklık”larını okuyucularıyla paylaşmak gereğini duyuşunda ya da bu paylaşımlarında egemen bakış açısının da eleştirel oluşunu not edebiliriz. Bu eleştirel tutumunu, ele aldığı romanların irdelenişinde daha belirgin hissettiriyor. “Tarih ve Edebiyat”, “Yazarken Çağın Ruhunu Yakalamak” başlıklı bölümlerde “edebiyatın gücü”nü hayatın içyüzüne uzanabilmek ve yüzeyden çok farklı olan bu içsel manzarayı […] okurun algısına […] seslenebilmekte, toplumsal ya da bireysel bir gerçeği onun iç dünyasında simgeselleştirmede görüyor. (s.42) “Yazarken Çağın Ruhunu Yakalamak” konusunda “Dağın Öteki Yüzü” romanının İngilizce çevirisini okuyan yabancı okurların, “Türkiye’yi nihayet anlayabildik” şeklindeki tepkisi, yazarın başarısının kanıtı olmuştur: “Bir yazar başka ne ister?...” (s.46) “Roman, Derinlik ve Yapı” başlıklı yazıda Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatımızda “bütünü kavrama ve bütünseli yaratma” konusundaki perspektif eksikliği tespitlerinden yola çıkarak romanda bütünselliği sağlamanın kolay olmadığının, bunu başaramayan romanın “yavan” olduğunun altını çiziyor ve birçok genç (deneyimsiz) yazarlarımızın “derinleşme özürlü” olduğuna değiniyor. (s.49) Aynı yazıda dilin önemi üzerinde yeterince durulmadığını da belirtiyor. Öte yandan romancılarımızın ideolojileriyle aralarına mesafe koyamama eleştirisi yöneltilebilir derken apolitik yazarlarımızın durumunu vahim bularak şöyle diyor: “Bakış açınız yoksa malzemenize biçim veremezsiniz, dolayısıyla roman yazamazsınız.” (s.53) Araştırmalarını edebiyatın roman türünde odaklamış biri olarak ben, romanda nesnel bakışı, yani romancının farklı, hatta karşıt dünya görüşlerini ya da ideolojilerini dile getiren figürlerine nüfuz edebilme, onları roman dokusunda değerlendirme yeteneğini ve becerisini önemsediğimi belirtmek durumundayım. Çünkü yaratıcılık, kanımca özellikle bu yetenekte ortaya çıkıyor. Erendiz Atasü, roman konusunda düşüncelerini ifade etmenin yanında, beğendiği Türk romanları üzerine incelemelerini sunuyor. Bu yazılarda edebiyat bilgi donanımı ve değerlendirmelerindeki isabetli tespitler, okur olarak bizleri o romanları okumaya ya da onun gözünden yeniden okumaya özendiriyor. Selim İleri’nin “Bir Yalan Tango”su ile “Kırık Deniz Kabukları”, Tahsin Yücel’in “Sonuncu” başlıklı romanı üzerine yazdıkları onun yaratıcı yazarlık yanında edebiyat araştırıcılığı alanında da yetkinliğini kanıtlıyor. Genel olarak yazarların yerli ve yabancı romancılar üzerine, denemeciliğe yakın inceleme yazıları, onların romanlarını inceleyecek araştırmacılara yardımcı olmaktadır. Erendiz Atasü’nün “Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum” kitabında olduğu gibi “Hayat ve Roman” başlıklı eserinde daha da belirgin olan bu özelliklerin altını çizmek isterim. Çünkü söz konusu özellikler yalnız edebiyat araştırmacısını değil, onun oldukça geniş okur kitlesinin de ilgisini çekecektir. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1215