18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

solda tanımlayan insanların yaşadığı fikirsel dönüşüm. Neler söylemek istersiniz? Emek sermaye çelişkisine oturan dünya görüşü, solun kimi kesimlerinde tuhaf bir sapma gösterdi ve uluslararası sermaye ve onun oyuncağı olan politikacılar ve medya kuruluşları ve onun oyununa gelen kimi bilim insanları, bu sapma tüm dünya solunu ve solun tüm geleceğini kapsıyormuş gibi bir izlenim yaratmayı, belki de tüm ülkelerde başardılar. Sapma şu: Sol = enternasyonalizm. Oysa, bilinen gerçektir, Marx’ın sözünü ettiği enternasyonalizm proletaryanın haydi bütün çalışanları katalım tüm emekçilerin enternasyonalizmidir. Gelin görün ki bugün dünyada gerçekleşen, mutlak iktidarını pekiştirmek, gerek zihin gerek kol emekçilerini tecrit edebilmek için, gerek ulusal gerek sınıfsal direnci aşındırmak amacıyla ‘’kimlik siyasetleri’’ adı altında mikromilliyetçilik yapan sermayenin enternasyonalizmidir. Benim ilk elden tanık olduklarıma gelince... Üniversiteden başlayalım. 12 Eylül ertesinde bir apolitizasyon gerçekleşti; bu eksilme, bireylerin yaşantılarına ve insan ilişkilerine sadece siyasetten uzaklaşmak olarak değil arkadaş gruplarının ve dayanışmanın iptal oluşu biçiminde de yansıdı. Ardından, üniversite kurumunun bir ticarethane olarak işletilmesi süreci geldi çattı. Bireyselleşemeden tekilleşen insanlar müthiş bir rekabete giriştiler. Özgür düşünce gölgelenirse, bilimsel düzey yükselemez; bilimsel düzey yükselemeyince rekabet kısır kalmaya ve yıpratıcı olmaya mahkumdur. Şimdilerde görünen odur ki üniversitenin dinselleştirilme süreci başlamış bulunmaktadır. ¥ Erendiz Atasü, roman konusunda düşüncelerini ifade etmenin yanında, beğendiği Türk romanları üzerine incelemelerini sunuyor. KAYBETMEYE DEVAM EDİYORUZ Akademi, değim yerindeyse kurum içi marazların, deneyimlerin pek aktarılmadığı bir dünya. Belki de bu nedenle kalıcı ekoller yaratılamıyor, her toplumsal dönüşüm, araştırma konusundan öte, hızlı kurumsal dönüşüm de getiriyor. Peki ya edebiyat dünyası, o da kendi içinde bir âlem değil mi? Son otuz yılın toplumsal dönüşümlerinden edebiyatımız nasıl etkilendi? Doğru, üniversite kapalı kutudur. Her siyasal iktidar üniversitenin kapalı kutusuna kendi biçimini vermeye kalkarsa, nasıl bir bilgi birikimi oluşabilir ki… Edebiyat dünyasında da benzer değişimler yaşandı. “Yeni dünya düzeninin” dayatmaları, kimi yazarların para ve ün hırsına kapılmalarını, kalemlerine deyim yerindeyse ihanet etmelerini kolaylaştırdı. Kendilerine yakışmayan metinler ürettiler ve kitlelerin okuma zevkinin düzey yitirmesine katkıda bulundular. Ticaretleşmenin getirdiği düzey düşüşü... Kaybeden hepimiz olduk okur, yazar ve Türk edebiyatı olarak kaybetmeye devam ediyoruz. Edebiyatın piyasa ile imtihanı, kitaptaki ana konulardan biri. İmtihanı diyorum çünkü siz, ‘çok satanlar’ yanında da edebiyatın hâlâ mümkün olduğunu savunuyorsunuz, edebiyata sadece yazar olarak değil; aynı zaman da edebi eleştiri açısından da katkı sunuyorsunuz. Neden? Kendime eleştirmen demem, okuduğum kitaplar arasında beni heyecan landıran, düşündüren yapıtlar için zihnimde yazılar oluşmasını engelleyemiyorum. Kanımca esaslı bir edebiyat eleştirmeni yeni yayınları elinden geldiğince izler ve hepsine dikkatle ve nesnellikle yaklaşır. Kimi yazarları ve/veya yapıtları görmezlikten gelmez. Türkiye’de böyle bir eleştiri anlayışı var mı; bu soruyu yanıtlamayı kendilerine “edebiyat eleştirmeni” diyenlere bırakıyorum. Beni harekete geçiren neden özneldir; ama elime kalemi aldıktan sonra öznellik biter. Yapıtı bir metin olarak ele alır ve alabildiğine çözümlemeci bir gözle ve ciddiyetle incelerim. Sade suya tirit yazılara imzamı koymaktan imtina ederim. Öznelik/nesnellik konusunda ki bu disiplini, hiç çekinmeden ve abartmadan söyleyeyim, bana fen bilimleri eğitimim kazandırmıştır. Ne demiş matematikçi Nash? “Matematik bilmeyen uluslarda adalet olmaz!” Her şeye rağmen, edebiyattan vazgeçmiyorsunuz. Neyse ki hâlâ iyi yapıtlar kaleme alınıyor, okurları çok fazla olmasa da. Edebiyat bir kurgu, biçim ve biçem işidir. Metni edebi kılan bu özelliklerdir. Bu özellikler yok ise edebiyattan söz edilemez. Peki bu kadarı yeterli mi? İyi bir romanın bir meselesi olmalıdır. Yazar sadece bir söz ustası değildir. Edebiyat bir ülkenin, bir kültürün hem belleği hem vicdanıdır. Yazar, toplumsal ya da bireysel gerçekliğin yüzeyinden derinlerine, asıl dokusuna süzülebilmelidir. Bir feminist olarak kimlik siyasetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sözüm ona ‘’bireyci’’ dünyamızda, birey ya da yurttaş kendisinin seçmediği, tesadüfen içine doğduğu ırk ve/veya din grubunun ki bizim coğrafyamızda çoğu fevkalade baskıcı ve insanlığın binlerce yıllık ıstırap ve çaba sonucu kavramsallaştırıp kabul ettiği insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları gibi kazanılmış değerleri yok sayan kültürlerdir, bunlar bireyi grubun dışında hayatını sürdüremeyeceği ölçüde zayıf ve donanımsız kılmaya özen gösteren gelenekçi ortamına hapsolmaktadır. Siz, sözgelimi, 13 yaşında bir kız çocuğunu okuldan alıp kocaya verirseniz, onun hangi bireysel seçim hakkından söz edebilirsiniz?!.. Kadınların ataerkil cinsel ahlak yani “töre” uğruna habire katledildiği bir ortamda bir feminist olup bitene nasıl iyimser gözlerle bakabilir ki!.. ? Yıllar Geçerken Hayat ve Roman/ Erendiz Atasü/ Everest Yayınları/196s. 30 MAYIS 2013 ? SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1215
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle