18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Çocuk gençlik yazını alanında üretilmiş yapıtlarda da türün gereksineceği sanatın eksiksiz, yerli yerinde yapılıp yapılmadığına, bu amaçla uygulanan zanaatın birebir yerine getirilip getirilmediğine bakacağız. azarın kendisiyle yarıştığı izlenimi bırakmayan bir yapıtın çocuk gençlik yazınında bir yerinin olamayacağını savlamıştım geçen hafta. Gerçekten yaratıcısı tarafından içselleştirilip kavgası verilmemiş bir kitabın çocuk gençlik yazını alanında ne hükmü olabilir ki? Yazarlık hüneri, bir konuyu derli toplu anlatabilmek, kimi sorunları eli yüzü düzgün biçimde anlatıya dökebilmekten geçmiyor ki… Öyleyse biz, çocuk gençlik yazını alanında üretilmiş yapıtlarda da türün gereksineceği sanatın eksiksiz, yerli yerinde yapılıp yapılmadığına, bu amaçla uygulanan zanaatın birebir yerine getirilip getirilmediğine bakacağız demektir… İşin başında dil, biçem, kurgu geliyor. Öykü, roman evrenlerindeki gerçektenlik bağının gözetilmesi, yapıtın böyle bir duygu yayıp yaymadığının gözden geçirilmesi gerekiyor. Sonra bu evrenlere yerleştirilen kişilerin birer karakter olarak mı yapılandırıldığı yoksa yalınkat, düz, tipik, gözü kapalı mı üretildiği, sonuçta yamalı bohça benzeri mekanik, çizgisel, öykü ya da roman kişisi mi olduğu büyük önem taşıyor… Ayrıca yapıtta bütün bunlarla birlikte bir düz değiştirme ile mi yetinildiği, yoksa dişe dokunur bir soyutlayımla parmak ısırtan dönüştürüme mi ulaşıldığı da ciddi eşik olarak duruyor önümüzde… O halde adları çevresinde oluşan etki nerelere varmış olursa olsun, usta yazarların da söz konusu ölçütlerden kendilerini kurtaramayacağı unutulmamalı. Buna göre bireysel açıdan hoşa giden, kişisel beğenilerle benimsenmiş bir kitap güzelduyusal ölçüt temele alındığında gerçekten “güzel”, “iyi”, “doğru” olana karşılık gelebiliyor mu yoksa yalnız kocaman bir “estetik boşluk” halinde mi duruyor ortada? Bütün bu öne sürüşlerin ardından şöyle bir yargıya varmak olası: sanatın düşünsel, olgusal boyuttaki nitelikleriyle yüz yüze gelinmeden, gündelik eğilimlerden beslenmiş yüzeysel, sığ kararlar, doğrusu ya, bizi bir yere götürmez… Öte yandan işleniş süreçlerinin her bir aşamasında emperyalizmin suflesi doğrultusunda oyunun her hamlesi uygun adım yerine getirilir, bu yönde durmadan yayın yapan kitle iletişim araçlarına bağımlılık apaçık sürerken ürettiğiniz estetik değerin, şu dünyada ne ölçüde size özgü olduğunu düşünebilirsiniz ki? Hiç mi kuşkulanmazsınız böyle bir çağda, ulaştığınız değerin, üretilen öteki değerler gibi birer retorik olarak aslında size zil sesiyle temrin ettirilmiş kanonik değerler arasında yer almadığından? YAZINSAL ÖLÇÜTLERİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMEK... En eski metinler, değerini nasıl koruyor? Eskiliğinden ötürü mü, taşıyıp yansıttığı nitelikten mi kaynaklanıyor bu? Binlerce yıllık geçmişin içinden süzülürken SAYFA 30 ? 23 MAYIS itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Çocuk gençlik yazını için öykü roman... kimbilir kimlerin el vermesiyle ne haddelerden geçerek günümüze ulaşmış, doğru deyişle bugüne kalmış yapıtlarda en temel ölçüt, hiç kuşku yok ki “zaman”! Bu çerçevede bir yazınsal yapıta yakıştırılan, dönemi içindeki egemen belirleyici değer yargısının bir başka zamanda geliştirilip yüklenecek ölçütlere bağlı olarak geri çekilmeye zorlanabileceği gözden uzak tutulmamalı o halde… Geçen hafta listelediğim çocuk genç yazını alanında ürün verimleyen on bir yazardan on altı kitabı yeniden geçiyorum: Erol Büyükmeriç; Bozbıdık (1999, Kaynak’ta ikinci basım, 2003), Necati Tosuner; Günışığı’ndan Dur Bakalım Petek (2012), Arda’nın Derdi Ne? (İkinci basım, 2011), Necati Güngör; Anneme Bir Ev Alacağım (Günışığı, ikinci basım, 2011), Gülsüm Cengiz; Evrensel’den İpini Kopartan Uçurtma (2008), Ayşe’nin Günleri (2007) Hacer Kılcıoğlu; Günışığı yayını Gevrekçi (2013), Aydede Her Yerde (2012), Bugün Adım Kaktüs Benim (2011), Perşembeleri Çok Severim (2009), Behiç Ak; Vapurları Seven Çocuk (Günışığı, 2009), Renan Özdemir; Yeşil Saha Kırmızı Perde (Kelime, 2012), Mustafa Aslan; Aşk Sesini Arıyor (Bengül, 2004), Behçet Çelik; Sınıfın Yenisi (Günışığı, 2011), Fidan Ç.Kaplan; Biz Üçümüz… (Top, 2012), Özlem N.Yılmaz; Karmeleği (Can Gençlik, 2010)… Yukarıda sıraladığım yazarlarla kitaplarını herhangi dizgeye dayalı seçmediğimi, bunda rastlantısallığın belirleyici olduğunu, bu nedenle başkalarının da listede yer verdiklerime başka yazarlarla kitapları ekleyebileceği gibi bunların kimilerini listeden çıkarabileceği ya da kitapları değiştirebileceği gerçeğini bellekten çıkarmamak gerekiyor… Ayrıca bu yazar grubunun yapıtlarındaki işleyimlerin birinden ötekine değiştiği de ortada. Listedeki ilk dört yazarın yapıtlarına daha önce değindim. Çocuk gençlik yazını odağında üretilen yapıtlarda gözlenen ya da görülmesi gereken yanlara da eğildik hatta. Bu kez geriye kalan yedi yazarla yapıtlarından kalkıp farklı ipuçlarını dizilemeye girişelim. Yazarları, kendi arasında doğum tarihlerine göre sıralayabilmek olanaklı. Bu açıdan 1940’lılardan 1970’lilere uzanan dizilişte ilk dört yazarla son dört yazar arasında apaçık bir kuşak farkı ortaya çıktığı söylenebilir. Gerçekten de listedeki ilk yazarın 1942, son yazarın 1978 doğumlu olduğu göz önüne alınırsa aradaki otuz altı yıllık farkın kuşak kavrayışı içinde bile uzun süre sayılacağı çok açık… Ortadaki üç yazarın kâh önceki kâh sonraki grupla alışveriş içine girebileceği düşünülürse bu adların, ortalama bağlamında günümüz çocuk gençlik yazını alanında kalem oynatanların bütününü kapsayan kaba bir kesit vereceği de öngörülebilir. Ancak 1940 öncesi ile 70 sonrası doğumlular da eklendiğinde listeye, nasıl bir tablo çıkar ortaya, bu da dikkate alınmalı… Yazınımızda 90 doğumlularla 2000’lilerin ağırlığı giderek artacağına göre, 2013 Y gelecekte yeni kuşakların yaptığı bir çocuk gençlik yazını çıkacaktır ortaya… ESKİDE KURALCILIK YENİDE KURAL DIŞILIK... Kitaplar arasındaki gezimizi Hacer Kılcıoğlu ile sürdürelim… Hacer, sanki andığım yazar yelpazesinin uçlarını birbirine düğümlemek istercesine hem yazınımızın ustalarına uzanıyor bir çalım hem de gençleri benimseyen tutumla kaleme alıyor anlatısını. Nitekim yazarın, kendisini, gerek anlatı evreninde yaydığı sıcak, içtenlikli havaya gerekse kişilerini, onlardaki karakteri ele veren ipuçlarıyla örmeye, sonra yer yer sinema, hatta tiyatro kokan bir dil kullanımına kaptırdığı ardı sıra bunlara duyduğu güven çok açık kitaplarında. Ondan okuduğum Gevrekçi, Aydede Her Yerde, Bugün Adım Kaktüs Benim, Perşembeleri Çok Severim adlı romanların tümü de bu güven üzerine yapılandırılıyor gördüğüm kadarıyla. Ama bu arada okura sevimli gelecek tutumla, kolaycı yaklaşımla da karşılaşılabiliyor. Böyle de olsa karşı durulamaz bir çekim gücüne sahip yazar. Bu yoğunluğu dengeleyebilmek amacıyla işleyimlerinde yazınsal açıdan anlatı diline yaslanırken kare mantığına dayalı kıpır kıpır bir dili, kavrayışı da bunun yanına koşuyor… Sonuçta hızlı tartımına karşın bu ideolojiye yenilmediğini, sinema dilinin kare mantığına yaslansa da yazınsallıktan çok fazla uzaklaşmadığını düşündüğüm, ama tıpkı Seray Şahiner gibi tam anlamıyla yazınsal da olamadığını gözlemlediğim, ancak bu yeteneğiyle yine de başarılı bir anlatı dizisi yarattığına inandığım yazar çıkıyor karşımıza… Hacer Kılcıoğlu müthiş düşleyim gücü olan yazar konumuyla sevdirerek çabucak okuturken kendini, kavramsallaştırmayı bir türlü oturtamıyor romanlarında. Ama ondaki yazarlık tutkusunun bunu aşmada kendisine yol göstereceği açık. Behiç Ak’ın, her zamanki kendine özgü yaklaşımıyla karşılaşıyoruz Vapurları Seven Çocuk’ta. Nitekim yazar, kıç tarafında balonlar uçuşan vapurla gönül çelen giriş yapıyor romanına. Bu doğrultuda “mavi sularda beyaz danteller oluşturarak dolana”n vapur sıcaklık yayarken duygulu olduğu denli duyarlı, yaşam sevinci üreten, kişilik gelişimini sanatsal olandan yana etkileyici okuma serüvenine çağırıyor okuru. Renan Özdemir’in Yeşil Saha Kırmızı Perde’sini okurken Memet Fuat’ın gençlerde paylaşımcı ruh oluşturma, kişilik üzerinde olumlu etki yaratmaya dönük katkısı nedeniyle voleybolla tiyatroyu önermesini anımsamadan edemedim. Bu bağlamda ilgiyle okudum Özdemir’in romanını. İki yıldır okul fut bol takımına seçilmeyi bekleyen, ancak başarılı olamayan beşinci sınıf öğrencisi Özgür’ün, günün birinde sınıf arkadaşı Özge’nin, “kendini iyi tanısan,” demesinin ardından doğal bir geçişle tiyatro çalışmasına katıldığını, kendini ağırdan geliştirerek tiyatroda adım adım başarıya ulaştığını görürüz… Yazı konusu yaptığım romanlarda temel kişisi en yüksek yaşa sahip yapıt, Mustafa Aslan’ın Aşk Sesini Arıyor’u. Lise son sınıfta okurken zamanlarını da birlikte geçiren bir avuç delikanlı, bir yandan yenice yaşamaya koyuldukları aşk duygusu içinde yüzüp üniversite sınavı karabasanıyla boğuşur, bir yandan da ailelerinin farklı temelden kaynaklanan baskılarına karşı ayakta durmaya çalışır. Böyle bir döngüde uyuşturucuya alışmış olan Erkan’ın öldürüldüğü duyulur. Polisin sorguya çektiği yakın arkadaşı Oktay, geri dönüşlerle onu, kendilerini anımsamaya koyulur. Behçet Çelik’in Sınıfın Yenisi’nde, Gülsüm Cengiz’in çocuk karakteri Ayşe’nin farklı değişkesiyle karşılaşıyoruz bir çalım. Ayşe, Tokat Reşadiye’den İstanbul’a taşınmış, okul değişikliği yaşamıştı. Bu kez kolej sınavlarını kazanamadığı için kendi mahallelerindeki düz liseye giderek, önceki sınıfından kopan Emre’yi tanıyoruz. Ancak yaşam devam eder. Yeni bir okulda öğrenime devam ederken kızlara karşı da yavaştan ilgi duymaya koyulmuştur Emre. Ne var ki “sınıfın yenisi”dir, sorunlarını kendi çabasıyla aşmak zorundadır. Emre yeni, ama gerçekçi, ayakları yere basan bir dünya kurmakta gecikmeyecektir kendine. Fidan Çobanoğlu Kaplan, Biz, Üçümüz… adlı romanında anneleri de arkadaş olan, aralarından su sızmaz, on ikisini süren üç kızla tanıştırıyor bizi: Günce, Anı, Öykü… Kızlarla aileleri Eskişehir’de yaşamakta, adeta bir kültür evi izlenimi bırakan Üzüm Kafe’de buluşmaktadır sıklıkla. Günce kendilerini karakter olarak aldığı bir roman yazmaktadır bu arada. Ama romanını yazarken bir yandan yazdıklarını arkadaşlarıyla da paylaşır. Bunun, okuru farklı duyarlıklara taşırken, onda yazma dürtüsü uyandırmaması olası mı? Son olarak Özlem N.Yılmaz’a geçelim, Karmeleği’nde yer alan öykülere göz atalım. Ülkemizde yaşanan örtük savaş dehşetine yönelik yer yer salt bilgisel temelde öğreniye dayalı aktarıma da yaslansa, yer yer olgusallığa açık yanlar da barındırsa yapıtta bunların yine de düzeyli soyutlamalarla yansıtılması, bu yapılırken içselleştirmenin ötesinde bir yaşanmışlığa yaslanılmasını zorunlu kılmaz mı? Bunu başarıyla öyküleştirmek de bu nedenle Yılmaz’a düşmüş görünüyor işte… Kuşkusuz yukarıdan bu yana sözünü ettiğim kitaplarda yazarların yaşam, kültür, algı farkını ele veren yansıtımlarla da yüz yüze geliyoruz. Bu doğrultuda yazarlar arasında kuşak farkında olduğu gibi benzerlik veya örtüşmelerle örülü bir yansıtım da çıkıyor ortaya. Bu verilere dayanılarak yapılacak bir genel değerlendirmeyi ise haftaya bırakalım… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1214
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle