23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eçenlerde piyanist ve besteci Fazıl Say’a, düşünce ve ifade özgürlüğünün temel ilkeleri ayaklar altına alınarak verilen “ceza”nın ardından pek çok şey yazıldı, konuşuldu, tartışıldı. Gel gör ki, “ceza”nın ve tartışmaların belki de asıl öznesi olan 11. ve 12. yüzyılların İranlı şair ve bilim insanı Ömer Hayyam’ın kendisi pek gündeme gelmedi. Fazıl Say’a verilen “ceza”nın öncesi ve sonrasındaki tartışmalar sırasında Ömer Hayyam’ın rubaileri ne kadar okundu ya da ne kadar yeniden okundu, bilmiyorum. Ama Hayyam’ın, yalnızca Doğu’da değil Batı’da da evrensel bir niteliğe erişmiş olan dörtlükleri, bağnazlıkların ötesinde, yaşam felsefesinin ışığında yeniden okunsa ne kadar iyi olur, diye düşünüyorum. Peki, nedir Hayyam’ı ve rubailerini evrensel kılan? Kanımca, Farsçanın güzelliklerine güzellikler, İran şiirinin özgünlüğüne özgünlük katmasının ötesinde, yaşamın ve ölümün gizemleri karşısındaki tedirginliğini, erinçsizliğini başkaldırıya varan bir tepkiyle dile getirmesi. Bir başka deyişle, gerçekliğin ve sonrasızlığın niteliğini, yaşamın süreksizliği ve belirsizliğini, insanın Tanrı’yla ilişkisini gözüpek bir yaklaşımla sorgulama yürekliliğini göstermesi. Bizim daha çok rubaileriyle tanıdığımız Hayyam’ın, döneminin çok yönlü aydınlarından biri, yaşadığı çağda ve ülkesinde bilimsel çalışmalarıyla ünlenmiş bir matematikçi ve astronom olduğunun kaç kişi ayırdında? Hayyam’ın, Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’ın çağrısıyla takvim sistemini yeniden düzenlediğini, o dönemin İslam dünyasında matematiğin en büyük temsilcisi sayıldığını, sayılar kuramı ve cebir dallarında önemli çalışmalar gerçekleştirdiğini kaç kişi biliyor? Hayyam’ın rubailerinde, şeriata ve öbür dünyanın varlığına kuşkuyla bakmasında, dinlerin getirdiği kesinlikleri ciddiye almamasında, insanın güçsüzlüğü ve cehaleti karşısında kaygı duymasında, temel metafizik sorunları açıksözlülükle ve çekinmeden sorgulamasında belli ki döneminin önde gelen bilim insanlarından biri olmasının da payı var. Bugün İran’ın yönetimini ellerinde tutanlar, “Yaşamanın sırlarını bileydin / Ölümün sırlarını da çözerdin; / Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: / Yarın, akılsız, neyi bileceksin?” demekten çekinmeyen Nişaburlu Ömer Hayyam’ın şiirine nasıl bakıyorlar, bilmiyorum. Ama çağımızdan bakıldığında, Hayyam’ın rubailerinin, nitelikli ve sahici sanat ve edebiyatın hiçbir çağda muhafazakâr, tutucu bir yaklaşımla gerçekleştirilemeyeceğini; yüzyıllara dayanıklı, bizi yüreğimizden sarsan sanat ve edebiyatın, dar siyasal ve ideolojik anlamda değil, ama en geniş anlamda muhalif, sorSAYFA 6 ? 25 NİSAN eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Fazıl Say’ın ‘cezalandırıldığı’ ve ‘barış süreci’nin işletildiği günlerde Ömer Hayyam ve Yaşar Kemal G gulayan ve başkaldıran sanat ve edebiyat olduğunu bir kez daha kanıtladığı kanısındayım. “Akıl bu kadehi övdükçe över; / Alnından sevgiyle öptükçe öper; / Zaman ustaysa bu canım nesneyi / Hem yapar hem kırıp bin parça eder”; “Her sabah yeni bir gün doğarken, / Bir Ömer Hayyam Yaşar Kemal gün de eksilir ömürden; / Her dır. Bir toplum vicdanını yitirir gibi oldu şafak bir hırsız gibidir / Elinde bir fenerle mu, tüm ölçütler, değerler şaşmaya yüz tugelen” derken “zaman”ı sorgulayan Haytar. Olup bitenler, yaşananlar karşısında yam, “İçin temiz olmadıktan sonra / Hacı duyarsızlaşmaya, kayıtsızlaşmaya başlar hoca olmuşsun, kaç para! / Hırka, tesbih, toplum. Ortak değerleri, hep birlikte oluşpost, seccade güzel: / Ama Tanrı kanar mı turulmuş güzellikleri kimsenin gözü görbunlara?” diyerek din cambazlarını Tanmez olur. rı’ya havale etmekle yetinmez; “Var mı Kimi yazarlar ve ozanlar, romanlarını, dünyada günah işlemeyen, söyle; / Yaşanır öykülerini, şiirlerini yazarken edindikleri mı hiç günah işlemeden, söyle; / Bana kötü toplumu gözlemleme güçlerinden, insan deyip kötülük edeceksen, / Yüce Tanrı, ne ruhunu okuma yetilerinden yola çıkarak farkın kalır benden, söyle” diyerek kafa bir “ses”e dönüşürler. Toplumda yaşanantutmaktan da çekinmez. lara gösterdikleri tepkileriyle, dile getirme Fazıl Say’ı yargılayıp “ceza” verenler, yürekliliğini gösterdikleri düşünceleriyle, Türkiye’yi, yıllar önce Salman Rushdie’nin yaşadıkları toplumun “ses”i, “vicdan”ı “Şeytan Âyetleri” adlı romanını yargılayanolurlar… ların düzeyine çektiler. Böylesi bir ortamOnlar, tam da Melih Cevdet Anday’ın da, Say’ı yargılayanlar dahil olmak üzere “Telgrafhane” şiirinde söylediği gibidirler: herkesi, Hayyam’ı yeniden okumaya çağırı“Bir sis çanı gibi gecenin içinde / Ta gün yorum. İsterseniz, Sabahattin Eyuboğışıyıncaya kadar / Vakur metin sade / Çalalu’nun bir ölçüde serbest çevirisinden, dicaksın…” lerseniz Abdülbaki Gölpınarlı’nın özenle Örneğin, 19. yüzyılda yazdığı “Çimen hazırladığı kitaptan. Ama ille de güncellikYaprakları”ndaki dizeleriyle, Amerikalılara lerin ve bağnazlıkların ötesinde, yaşam felseslenen, onları hoşgörülü ve cömert olmasefesinin ışığında: ya, tüm ırkların birleşmesinden doğan, si“Ben olmayınca bu güller, bu serviler yasal özgürlükten beslenen yeni bir soy yayok. / Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar ratmaya çağıran Walt Whitman, yaşadığı yok. / Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar toplumun vicdanı olmuş bir ozandı. yok. / Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok…” Anımsatmak istediğim bir başka kitap da Yaşar Kemal’in, yıllardır sürdürdüğü barış çağrılarını bir araya getirdiği “Bu Bir Çağrıdır”. Şu sıralar sürmekte olan “barış süreci” tartışmalı günlerinde mutlaka yeniden okunması gereken bir kitap “Bu Bir Çağrıdır”. Kişilerin vicdanı olduğu gibi, toplum Fazıl Say’ı yargılayıp “ceza” verenler, Türkiye’yi, yıllar önce Salman Rushların da vicdanı var die’nin “Şeytan Âyetleri” adlı romanını yargılayanların düzeyine çektiler. 2013 Sonra, Siyah edebiyat akımının ozanı Léopold Senghor geliyor aklıma. 196080 yılları arasında Senegal devlet başkanlığı yapan Senghor, gerek eylemiyle, gerek denemeleri ve şiirleriyle yalnızca ülkesinin değil, tüm bir Afrika’nın birliğinden yana çıkmış; bağnazlıktan uzak, demokratik, insancıl değerleri hayata geçirmek için çaba göstermiş; Senegal ve Afrika’nın sağduyulu, hoşgörülü sesi olmuştu. Ardından, İngiliz düşünür Bertrand Russell’ı anımsıyorum. Toplumsal ve siyasal kampanyalara öncülük eden, barışı ve nükleer silahsızlanmayı savunan Russell’ı. Einstein’la birlikte hazırladığı nükleerkarşıtı bildiriyi, pasif direniş eylemleri düzenleyen 100’ler Komitesi’ni, 1960’ların başlarının simgelerinden biri olup çıkan kitlesel oturma eylemlerini, onun öncülüğünde kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ni. Kanımca, bu açıdan baktığımızda, Yaşar Kemal’i de yaşadığı toplumun vicdanı olan yazarlar arasında saymalıyız. “Bu Bir Çağrıdır” adlı kitabında, “Bu çağrıları çok yazdım, yirmi yıldır yazdıklarımı bir araya toplayarak bir daha çağrıda bulunayım dedim” diyordu Yaşar Kemal. “Ne söylense sanki duyan yok, gören yok, buna karşın Kürt sorunu dillerde, dillerde ya, hiçbir şey olmuyor. Sanki Türkiye’de hiçbir şey olmamış, sanki köyler, binlerce köy yakılarak dört milyon köylü Türkiye’nin dört bir yanına aç perişan dağılmamış, sanki binlerce faili meçhul denilen cinayet olmamış, sanki Kürtler inanılmayacak işkenceler görmemişler, işkencelerde ölmemişler. Şimdi köylüler köylerine dönsün diyorlar ama ya köy kalmamış, ya kalan köylere onları devletin korucuları sokmuyor.” Ne ki, Yaşar Kemal, aynı kitapta, bir başka çağrıda daha bulunuyordu: “Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim…” Buradaki “doğru dürüst bir demokratik düzen” sözlerinin “barış süreci”nin de anahtarı olduğu kanısındayım. Ancak gündelik siyasal hesaplar ve çekişmelerden arındırılmış, Türkiye’nin tümü için gerçekten demokratik bir düzeni hedefleyen, ümmetleşerek değil, çağdaş insan hakları ve düşünce özgürlüğü temelinde ilerletilen bir “barış süreci”nin kalıcı bir sonuca ulaşabileceği açık değil mi? Olup biteni köşesinden, sessizce, belki hafifçe gülümseyerek izleyen Yaşar Kemal’in “Bu Bir Çağrıdır” adlı kitabındaki yazılarının da şu günlerde yeniden okunması gerektiği kanısındayım. Özellikle de “âkil insanlar” tarafından… Gerçek ve içten bir “barış süreci”nin, heykele “ucube”, baleye “belden aşağı”, Paul Auster’a “cahil adam” diyenlerin ötesinde, “Fareler ve İnsanlar”dan “Şeker Portakalı”na pek çok kitabı insancıl değerlerini zerre kadar kavramadan, salt dinsel ahlâk kaygısıyla yargılayanların dışında hedefe ulaşabileceğini düşünüyorum. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1210
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle