Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tanrı yazmıştır. Hikâye, “onun için böylesine aldırmaz, böylesine inanılmaz ve böylesine vahşidir.” Son bölümün son tümceleri, Tanrı “romanını böyle yazıyor, insafsız ve alaycı” şeklindedir. “Yazarların neyle eğlendiği hiç bilinmez”; ama yazar dünya yaşamındaki “son oyunu” oynar ve Tanrı’ya seslenerek “umarım ‘öteki cildi’ yazmışsındır. Umarım, o bundan daha iyi bir kitaptır.” Kitabın geneline yayılan her türlü tanrısal yaratıma ilişkin değerlendirme uyarınca, yazar, Tanrı’ya imrenmektedir çünkü Tanrı, “milyarlarca insanı öldürdü ama bir kere bile, ‘Şimdi ne yapacağım’ diye düşünmedi, kimse onu suçlamadı. Milyarlarca yıllık bir tarihi bütün ayrıntılarıyla yazdı da tek bir bölümde bile, ‘Burası iyi olmamış’ diye eleştirilmedi. Tek bir tesadüfünü bile insanlar, ‘Böyle de tesadüf olmaz’ diye küçümsemedi.” Yazar da Tanrı gibi birini öldürmüştür; ancak bu yazarı, “küçük” bir Tanrı yapmakla birlikte, “bir katil” yapmıştır. Kamile Hanım’ı öldürdükten sonra “bu gece burada yapayalnızım; Tanrı’dan başka hesaplaşacağım, suçlayacağım kimse yok” diyen yazar hesaplaşmasını sürdürür: “Hangimiz öldürdük, ben mi, Tanrı mı? Tanrı öldürdüyse ben niye hapse gireceğim? Ben öldürdüysem niye Tanrı’ya tapıyorlar?” Yazarın on ikinci bölümdeki anlatımıyla, “her yazarın içinde bir katil yatar. Yazarların hayatları, diğer insanlardan bu katili saklamaya çalışarak geçer. Tanrı gibi onlar da yarattıklarını insafsızca öldürür, süründürür, acıdan acıya sürüklerler… Bunları seri katillerin aldırmazlığıyla yaparlar.” İzleyen bölümde tanrısal roman şöyle betimlenir: “Tanrı’nın tesadüflerinin de bir düzeni, bir iç örgüsü, gizli bağlantıları” vardır. Rastlantıyı ve düzeni yan yana getirmesi, onun romanını “çekici kılan” şeydir. Romancı, işlediği cinayette belki de Tanrı ile “suç ortaklığı” etmiştir; “günaha birlikte girişmiştir” çünkü Tanrı “tesadüflerle yolu açmış”, o yürümüştür. On üçüncü bölüm, Tanrı ile konuşmadan, ona yakınmadan ibarettir. On sekizinci bölüm de tanrısal roman, diyesi, evrenin akışı anlatılır. Tanrı, romanını “kötülük ve kötüleri korumak” üzerine kurmuştur. Her şeyi “zıddıyla yaratıp, romanını bu gerilim üzerinden” götürmüştür ancak böyle bir roman aksar çünkü “bu romanın içinde kötüler cezalandırılamaz.” Ayrıca, Tanrı her şeyi “ikinci kitaba”, diyesi, öte dünyaya bırakmaktadır. Halbuki “iyi kurgulanmış bir kitap, çözümü ‘başka bir kitaba’ bırakamaz.” Tanrı, “kötülüğü hem ödüllendirip, hem yasaklamasaydı, bu kadar sır olmaz; edebiyat diye bir şey icat edilmezdi.” Ahmet Altan, yirmi dokuzuncu ve otuz üçüncü bölümlerde de roman figürü yazarın ağzından aynı konuyu, diyesi, sadakatihanet çelişkisi üzerine kurgulanan Tanrı’nın romanını anlatır. Yazar, Tanrı’dan korkmamakta, onu sevmektedir. Tanrı’nın “yaratıcılığını, yaratmadaki o büyük kudretini, hayal gücünü hatta o hayal gücünün meyvesi olan zulmünü bile” sevmektedir. Tanrı romanında sadakati “övmesine” karşın, “sadık bir kahraman” yazamamıştır; ihanetin “büyük bir günah olduğunu” söylemiştir; ancak hep “ihaneti ödüllendirmiştir.” İnsanlar, sadakati “kutsamış”; ancak “hep ihanet etmiştir.” Tanrı, “romanını ölüm korkusu” üzerine kurmuştur; ölüm korkusu ortadan kalktığı anda romanı “ölmektedir.” Kırk altıncı bölümdeki anlatımla, “her roman, yazarının yansımasıdır”; insanlar da Tanrı’nın çünkü insanlar, Tanrı’nın “suretinden yaratılmıştır.” “Son Oyun”da yer alan bu ve benzeri görüşler, yüzyıllardan beri özellikle Heterodoks İslam geleneğinde tartışılmaktadır. Ahmet Altan bu tartışmayı yazınsal yaratıma uyarlamıştır. Ahmet Hakan köşesinde (Hürriyet, 4. Nisan 2013) “Roman Yazacaklara Tavsiyeler” arabaşlığıyla “Tanrı ile hesaplaşmaya kalkma. Bu iş 19. yüzyılda tamamına erdi. Oradan büyük isyan çıkmaz. Cinsellikten medet umma. Neredeyse ev kadınları bile cinsellik üzerine romanlar yazdı. Artık oradan da bir elektrik çıkmaz” diye yazmıştır. Ahmet Hakan’ın bu tavsiyeleri, ? “Son Oyun”u okuduktan sonra Ahmet Altan için verip vermediğini bilemem; ancak bunlar sanatın zamanüstü temalarıdır. İnsanlık var olduğundan beri anlatılaştırılmıştır ve bundan sonra da anlatılaştırılacaktır. Edebiyat anlatı sanatıdır. Neyin anlatıldığı denli, nasıl anlatıldığı önemlidir. “SON OYUN” KADIN KAHRAMANLARIN BAŞATLIĞINA KARŞIN, ERİL BİR ROMAN Ahmet Altan iki kadını, Zuhal ve Kamile Hanım’ı karar alan ve aldığı kararları uygulayan figürler olarak kurgulamasına karşın, romanda eril anlatım başattır. Bu, birincisi romanın erkek başkahraman yazarın ağzından anlatılmasına, ikincisi romanın başat motifinin cinsellik olmasına bağlanabilir. Romanın altıncı bölümündeki şu betimleme, bu saptamayı doğrular niteliktedir: “Bir erkeğin hayatında unutulmaz anlar vardır… Bir kadın teninin bütün ısısını taşıyan bir yakınlığın doğduğu anlardır onlar… Ben bir erkeğim ve erkekliğimi dünyanın en güzel ve en lanetli hediyesi gibi taşırım. Onun sayesinde tattığım zevklerin peşinde yürüdüm hep.” Kadının “teslim olduğu” anları arayan yazarın “erkeklik dünyasının hazla dolu labirentler”, yazarın “teslim aldığı”, kadınların “teslim olduğu” anlardır. Yazar, bu anlarda “erkek olmanın gücünü ve teslim olana teslim olmanın güçsüzlüğünü” yaşamıştır. Yazar, Zuhal’ın “içinde ne varsa uyandıracak, diriltecek, yaşatacak… onun bütün isteklerini gerçekleştirecek olan” insandır. Zuhal kendini “bütün varlığıyla” yazara “emanet” eder. Zuhal’ın “ben roman karakteri olsam, beni nasıl yazardın, kaderin hep yeniden yazıldığına emin misin? Tanrı, insanlar için değişmez bir kader yazmış olamaz.” sorusuna verdiği yanıtta yazarın eril düşünce yapısı, anlatıma yansır: “Yazmaz. O yazsa ben değiştiririm. Ben senin kaderini değiştirecek güce sahibim… Ben senin kaderini değiştirecek adamım.” Zuhal yazarın “her emrini yerine getiren, hiç itirazsız bir arzuyla” ona itaat eden, onu “efendisi” yapan kadındır. Yazar, romanın sonunda Zuhal ile Mustafa’yı öldürteceğini düşündüğü Kamile Hanım öldürdükten sonra “Zuhal’e kaderini değiştireceğime söz vermiştim. Değiştirdim” diye yazar. YENİ BİR ANLATIM TEKNİĞİ: CHAT Ahmet Altan, romanda yazarın “evimiz” diye adlandırdığı internette chatleşmeyi yeni bir anlatım tekniği olarak başarıyla romana içkinleştirmiş. Bu tekniğin kullanımı, bana teknolojik gelişmelerin edebiyat üretimini biçimlendirdiğine ilk dikkat çeken Walter Benjamin’i anımsattı. Bu tekniği, anımsadığım kadarıyla, Elif Şafak “Baba ve Piç” romanında kullanmıştı. Yazar, internette “chat odalarına” girerek, kasabanın kadınları ve gençleriyle “çeşitli kimliklerle” konuşur. Onların “kimlik değiştirdiklerini, sırlarını paylaşacak kendilerine benzer birilerini aradıklarını, seviştiklerini” belirler. Geceleri Zuhal ile öğleden sonraları kasabanın insanlarıyla “bir sınırsızlığın içinde, yaşanandan, görünenden çok farklı bir gerçeklik dünyasında” dolaşır. Aslında gerçeklerle dolu olan bu sanal dünya çok daha “renkli ve heyecan vericidir.” Romanda bazı bölümler, örneğin, yedinci bölüm, yalnızca internet ortamında chatleşme, şeklinde kurgulanmış. Sanal ortamda yazışan birçokları gibi yazar ve Zuhal de birbirine yüz yüze söyleyemeyecekleri sözler eşliğinde “yazarak sevişirler.” Yazar yine sanal ortamda chatleşerek öğrenmiştir: İnsanlar kasaba gibidir; “çok sakin görünürler; ama günahlarla doludurlar”; onları birleştiren, “günahlarıdır.” “Son Oyun”, hem çok okunmaya ve hayran kitlesi kazanmaya aday bir romandır, hem de bir anlatı sanatı olan edebiyat kapsamında değerlendirilmediği takdirde, geniş bir düşman topluluğuyla karşılaşabilir. ? Son Oyun/ Ahmet Altan/ Everetst Yayınları/ 416 s. 25 NİSAN 2013 ? SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1210