Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ahmet Altan’dan ‘Son Oyun’ Yaşam, yalnızca eğlence ve oyundur Ahmet Altan uzun bir aradan sonra yeniden edebiyata döndü. Tüm yaplarının yeni baskıları yapıldı. Son romanı Son Oyun ise yüksek bir tirajla okura sunuldu. ? Prof. Dr. Onur Bilge KULA on yıllarda Adı “Taraf” gazetesiyle özdeşleşen Ahmet Altan “Son Oyun” romanında “dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir” ilkesi uyarınca yaşamını biçimlendiren varlıklı ve tanınmamış bir yazarı anlatır. Bir cinayet romanı yazmak için, rastlantı sonucu bir sahil kasabasına gelen yazar önceden planlamadığı bir cinayet işler. Roman, yazarın bu cinayet sonrasında geriye dönüp olanları ve “son oyun” olarak adlandırdığı intiharı betimlemektedir. tar. Örneğin, yirmi üçüncü bölümde yazar, Zuhal ile sanal ortamda sevişircesine yazışırken şöyle der: “Bir roman karakteri olduğunu düşün. Kitap bitmeden kaderin belli olur mu? Roman karakterlerinin de bir söz hakkı vardır. Her şeyi yazarın kendisi yazmaz. Bir yerden sonra karakter de yazarın yazacaklarını belirler.” Yazarla hem gerçek, hem de sanal dünyada yoğun bir cinsellik yaşayan romanın başkahramanı Zuhal, kasabanın belediye başkanı Mustafa’nın eskiden sevgilisi olduğunu, onunla buluşmayı sürdürdüğünü, ona hâlâ âşık olduğunu, sadece “kalpsiz erkeklerden hoşlandığı için bir zavallı” olduğunu, buluşup seviştiği yazara “sat beni!” diyecek denli açık sözlüdür. Kitaplarını okurken yazarı düşündüğünü, “hangi kahramanların” yazar olduğunu, anlattığı kadınların sevgilileri olup olmadığını merak eder. Romandaki söyleyişle, “kitapların da kendi mucizesi vardır. Yazanla okuyan arasında çok kuvvetli bir bağ oluşturabilirler.” Dünya yaşamının tadını çıkarmasına karşın, bazı dinsel inanışları önemseyen Zuhal, yazarın kitaplarından birinde “imam nikâhıyla evlendiğini” okumuştur. Yazarın kendisiyle de “bir camide” imam nikâhıyla evlenmesini ister. Bir başka roman kahramanı kasabanın belediye başkanı, Zuhal’ın kopamadığı aşkı Mustafa Gürz de yazarın kitaplarını okumuş ve “klasik anlatımları” ve “insanı tahlil” etmesinden ötürü “çok beğenmiştir.” Mustafa, “en değerli şeyin, insanoğlunun en fazla övünebileceği şeyin edebiyat olduğunu” düşünenlerdendir çünkü Jules Verne örneğinde görüldüğü gibi, edebiyat veya yazar, “bilimcilerden önce uzaya” gitmiştir. Mustafa yurtdışında öğrenim görmüş ve kendini yetiştirmiş bir insandır. Edebiyata ilgisini “eğlenceli ve herkesle dalga geçen” bir adam olan amcasına borçludur. Edebiyatı sevmiştir çünkü onun deyişiyle, “yalnızlar sever edebiyatı.” Mustafa yenilikçi, yenileştirici bir figürdür. Edebiyatı, okumayı seven Mustafa, kadına bakışta gelenekseldir; Zuhal’ı “malı gibi” görür. Kasabada dilediği her şeyi yapar; yapma hakkını kendinde görür. Öte yandan, bilmeden Zuhal’ın kendisinden gizli olarak seviştiği yazarla Zuhal hakkında konuşur. Mustafa, Zuhal’e cinsel sadakat konusunda sonuna değin güvenir. Romandaki yazara göreyse, güven, “zavallı erkeklerin ortak zaafıdır” çünkü bunlar “mutlak sadakat” olmadığını anlayamaz. Yazarın yoğun cinsellik yaşadığı bir başka kadın Kamile Hanım, kasabanın eşrafından Raci Bey’in eşidir. Yüz çizgileri sert, alaycı, açık sözlü, hazırcevap, otoriter ancak cinsellik yansıtan bir kadındır. Yazarla ilk karşılaşmasında “hasta inek bu mu” dercesine, “yazar sen misin?” diye sorar ve ekler: “Para kazandırıyor mu yazarlık?” Yazar, “Kazandırır; ama ben kazanamadım” diye yanıtlar. Peki, kazanamadığına göre, nasıl zengin bir yaşam sürdüğünü sorması üzerine, yazar, kasabadaki hazine efsanesine gönderme yaparak, “gömü buldum” der. Kamile Hanım sözü yazara ve yazmaya getirerek, “neler 2013 S Ahmet Altan, dilsel malzemeyi sanatsallaştırmada olağanüstü başarılı. ROMANDA ANLATILAŞTIRILAN FİGÜRLER Dilsel malzemeyi sanatsallaştırmada olağanüstü başarılı olan Ahmet Altan, “Son Oyun” romanını, sahil kasabasına gelen tanınmamış bir yazarın burada tanıdığı ve bolca seviştiği üç kadın olan Zuhal, Kamile ve Sümbül ve bu üç kadınla bağlantılı olan Mustafa, Raci Bey, oğlu Rahmi ve Tahtacı figürleriyle kurgulamıştır. Roman figürü yazarın romanda adı yoktur. Romanın üç başat motifi vardır: Yoğun cinsellik veya sevişme, sevişmenin olmadığı bölümlerde yine bir yazar olarak anlatılan Tanrı’yla övgülü tekyanlı konuşma ve kasabada olupbitenleri belirleme yarışında olan belediye başkanı Mustafa ile Raci Bey arasındaki ölümcül çekişme. Bu ölümcül çekişmeyi sürdürmek için araçsallaştıran mafya veya çete başları Zakkum ve Muhacir’dir. Zakkum, Mustafa’nın, Muhacir ise Raci Bey’in fedaisidir. Kasabadaki eski kilisenin altında var olduğuna inanılan ve söylenceleştirilen hazine, aslında kasabaya egemen olmanın aracına dönüştürülmüştür. Bu amaçla cinayetler işlenmektedir. Romanda yan figür olan Tahtacı bilge Alevi ve yazarın ev işlerini yapan Hamiyet, romana renk katmaktadır. Kasabada “yazar” olarak anılan romandaki erkek başkahraman yazar için her şey, bütün yaşam bir oyundur; eğlence arayışıdır. Ev işlerini yapan Hamiyet’le bile oynar. Hamiyet’i yönetir, kışkırtır; onunla arasındaki “gizli cinsellik oyunu” ile “büyük sırrını” anlatmasına ortam hazırlar. Yazar, kendi söyleyişiyle, “her türlü oyunu” sevmektedir; onun için “her şey bir oyundur.” Yaşam, “eğlenebilmek” için bir oyuna çevrilmelidir. İnsanların “sakladıklarını” bilmek, onların bunu bilmemesi, onu eğlendirmektedir. Yaşamı salt eğlence ve oyun olarak gören ve her ilişkisini haz ve doyum üzerine kuran yazar, “kasabanın en güçlü, en tehlikeli iki adamının kadınlarıyla yattığını” gerçeğini ayrımına varır. Korkuya kapılır; ancak ikisi de yazarı “değişik biçimlerde çıldırttığı” için onlarla yatmayı sürdürür. Kamile Hanım’ın “bencil ve açgözlü şehvetten”, başka bir şey istememesi, Zuhal’ın “yazdığı romanı yaşamak, romanlardaki kadın olmayı” istemesi, yazarın korkusunu yenmesini sağlar. Yazar, Zuhal’ın bu yönünü hep canlı tuSAYFA 12 ? 25 NİSAN yazıyorsun sen? Aşk meşk mi? Kadınları iyi anlatıyor dedi birisi” diye konuşur. Sesine “cilveli bir dalgalanma” kazandırarak, “Çok kadın tanıdın mı? Oradan mı biliyorsun kadınları” diye duyumsatmalı tarzda ve “sesini cinselliğe doğru akıtarak” sorar. Kamile Hanım, “alabileceği her şeyi almak isteyen, bencil ve azgın şehveti” olan yaşlılığın eşiğinde bir kadındır. Tahta beşik oyan Tahtacı, yalın ve eğitim görmemiş bir bilgedir. Ona göre, insanın yaşıyor olması, içinde bulunduğu dünyasal koşullar, başlı başına zenginliktir. Kasabaya egemen olmak için savaşan zenginler, “bir insanı öldürdüğünde kendi parçasını öldürdüğünü” bilmekten bile acizdir. Kamile Hanım’ın kocası Raci Bey acımasız, tutucu ve gelenekçi bir tip olarak çizilmiştir. Ne kendisi bir şeyleri değiştirebilir, ne de başkasının değiştirmesine izin verir. YAZAR, OKUNMAK İÇİN (Mİ) YAZAR YA DA YAZAROKUR SÖYLEŞİMİ Erkeklere “sakat” işlemi yapan romanın başkahramanı Zuhal roman figürü yazarla ilk tanışması sırasında yazarın romancı olduğunu ve kendisini tanımadığını söylemesi üzerine, “tanımam herhalde, artık pek kitap okumuyorum. Çocukken çok okurdum” der ve ekler: “Sizinle tanışan herkes, çocukken çok okuduğunu söylüyor, değil mi” diye sorar. Yazarın yanıtı “Evet, büyüdükten sonra okuyanlara pek rastlamadım” şeklindedir. Zuhal sormayı sürdürür: “Kitaplarınızı okumamalarına üzülüyor musunuz?” Yazar, “ben alışkanım, üzülmeyi severim” karşılığını verir. Bu tanışmayla birlikte, yazar, Zuhal’ın etkisinden kurtulamayacağını, “karanlık yerlere sürükleneceğini” anlar. Aynı günün akşamında dönüş yolculuğunda yazar, tüm romanlarını Zuhal’ın edindiğini görür, heyecanlanır: “Ah romanlarımız, en meşum ve en zayıf yanlarımız, Tanrı’nın bizi dokunulmazlık sularına batırırken tuttuğu topuğumuz…” diye iç geçirir. Kitaplarını Zuhal’ın elinde görmek bile yazara, bu çekici kadının “göğsünün, karnının, kasıklarının sıcaklığını” duyumsatmaya yeter çünkü roman figürü yazarın ağzından romandaki anlatımla, “zavallı bir romancıyım ben, insanlar arasında peygamber olduğunu bir türlü kanıtlayamadan dolaşan bir peygamberim, varlığımı ilk gören kula tapmaya hazırım.” Çoktandır kitap yazmayan yazar, bir cinayet romanı yazabilmesi için, kendisinde “yazma isteği uyandıracak”, onu yeniden “yazıya ve haya ta döndürecek bir mucize” aramaktadır. Kendisini bir ölü gibi duyumsamaktadır çünkü “yazı yazamayan her yazar ölüdür zaten.” Dolayısıyla “birisi” kitaplarını okusun; “birisi bir şeyler söylesin” ister. Yazmalı, Zuhal’ın yaydığı “şehveti” anlatmalıdır; “güzel kadınların uyandırdığı şefkatten korkun” iletisini vermelidir. Kitabını, “Ey insanlar, yazarların kibrinden korkun” şeklindeki tanrısal buyruk üzerine kurmalıdır. Zuhal kitaplarını okumuştur: “Çok güzel yazıyorsun. Yazarlarla kadınlara takıntılısın galiba. Kadınlar hakkında o kadar şeyi nerden biliyorsun?” Rahmi’nin karısı Nuray’ın da “bütün kitaplarınızı okudum… Kasabanın bütün kadınları okuyor… Kadınları çok iyi anlatıyorsunuz; bizi çok iyi yazıyorsunuz” sözleri, Ahmet Altan’ın “kadınları çok iyi anlatan yazar” imgesini romana serpiştirdiğini göstermektedir. Yazar, hep kadınları anlatmaktadır çünkü kadınlar erkeklerden daha “eğlenceli ve daha tehlikelidir.” Yazarın anlatımıyla, “yer üstünde erkeklerin arazi kavgaları, iktidar çekişmeleri, cinayetleri, yeraltında kadınların azgın ve zapt edilemez cinsellikleri” kasabayı yönetmektedir. Erkekler, “vahşet ile çocukluktan ibaret iki uçtan oluşur; bu uçların arası boştur.” Yazar, Zuhal’ın romanlarının “en çok nerelerini beğendiğini, gerçekten güzel olduğunu düşündüğü yerleri fark edip etmediğini, kendisine hayran olup olmadığını” bilmek ister çünkü romandaki deyişle, “hiçbir yazar hayranlığın azına razı olmaz.” Yazarları beğenmek yetmez; onlara hayran olunmalıdır. Zuhal’ın “nasıl yazıyorsun bunları?” sorusuna “çırılçıplak soyunup kafamı buzdolabına sokup öyle yazıyorum” yanıtını verir. Zuhal’ın şaşkınlığa kapılması üzerine, gülerek “ben böyle yazmıyorum; Marquez böyle yazdığını söylemiş” diye ekler. Romanda betimlenen yazar figürüyse, zengindir ancak “o paraları” kendisi kazanmamıştır; “para kazanacak” biri değildir; “harcamayı” sever, “kazanmak için uğraşmaktan hoşlanmaz.” O para kendisine kalmasa “dilenci ya da dolandırıcı olurdum herhalde” diyen biridir. Romandaki anlatımla, yazarlık da aslında “bu iki mesleğin karışımı; insanları çeşitli yalanlarla kandırıyor, paralarını alıyor ve hayranlıklarını dileniyorsun.” Fakat yazar bu işte de başarılı olamamıştır; kimseyi kandıramamış, kimse de ona hayran olmamıştır. Edebiyata meraklı biri olmayan, bir kitabı “beğenmesinden bir sonuç çıkartılacak biri” olmayan Zuhal onun “ilk ve tek hayranıdır.” Ahmet Altan “Son Oyun”da sürekli roman yazmayı anlatıya içkinleştirir. Örneğin, otuz ikinci bölümde Mustafa’yı şöyle konuşturur: “Sen romancısın; sana bir şey soracağım: Dünyanın en muhteşem romanını yazacak olsaydın, eşsiz bir roman, yüzlerce yıl hatırlanacak bir roman, herkesin bakacağı, okuyacağı, hayran olacağı bir roman, bunun için ölmeye razı olmaz mıydın? Ya da bunun için birini öldürmen gerekseydi, öldürmez miydin?” TANRI İLE HESAPLAŞMA VEYA TANRISAL ROMAN Ahmet Altan, anlatıcı yazarın ağzından kasaba yaşamının tekdüzeliğini, hemen herkesin birbirini tanıması ve bunun bir denetim aracına dönüştürülmesini, romanın başından itibaren başat malzeme olarak anlatıya katmıştır. “Son Oyun”un ikinci sayfasında roman figürü yazar, “romancı” olarak tasavvur ettiği Tanrı’yı değerlendirir: “Tanrı’nın kötü ve savruk bir romancı olduğunu düşünüyorum. Yarattığı bütün insanlar arasındaki ilişkileri tesadüfler üstüne kuran, olayların sıkıştığı bölümleri tesadüflerle çözen bir romancıya iyi bir romancı demem ben. Ama Tanrı’nın yarattığı vahşi bir mizahla süslenmiş bu hayatta tesadüflerden başka bir şey yok. Tesadüfleri çıkardığınızda hayat bitiyor.” “Son Oyun”da anlatılaştırılan yazar, bir cinayet romanı yazmak için geldiği kasabada bir cinayet işlemesini de “Tanrı’nın tesadüflerdeki savruk insafsızlığı ve alaycılığına” bağlar. Yazara göre, anlattığı “bütün hikâyeyi” kendisi değil, ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1210