13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tanıştırmak, o yaratıların dünyasına taşımaktır. Perulu, Nobel ödüllü romancı Mario Vargas’ın şu özlerini yinelemekte yarar var: “ (...) O iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmazdı” Vargas, okuma ve yazınsal yaratıların işlevinin yaşamda eksik olanı tamamlamak olduğunu söyledikten sonra şöyle sürdürüyor sözlerini: “Öyküleri ve romanları yalnızca tek bir hayatımız varken pek çok hayatı yaşayabilmek için yaratırız. Roman ve öykü olmasaydı, özgürlüğün hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, ideoloji ya da bir dinin ayaklar altında çiğnenmesinin hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık.” ? DÜŞ KURMAK Denemelerinizde yazarlar, şairler, hoş ve ilginç alıntılarla, sözlerle karşılaşıyoruz. Onlar bizi ıssız sokaklara çekebilir ya da söyleyenlerle aynı masaya oturtabilir mi? Kurgusal denemelerin baş özelliği, düşlerle gerçekler, düşüncelerle duygular, benzerliklerle karşıtlıklar arasındaki gelgitlerle oluşturulan devingen dokulu metinler oluşlarıdır. Bunun için akışkanlıklarının ibresi sürekli devinim durumundadır. Okuru, kimileyin düş bulutlarının içinde dolaştırır, kimileyin de gerçekliklerin patikalarına tırmandırır. Bu yanıyla sorduğun iki yönü de içinde barındırır bu denemeler. Kuşkusuz, alımlama, algılama gücümüze göre değişir; bizi kendi iç dünyanızın dar yollarımda bir başımıza dolaştırıp iyice yorduğu, bunalttığı durumlar olur... Bunun gibi, sonra bizi bu durumdan kurtarmak, kendinizden uzaklaştırmak için bu denemelerdeki gezgin romancılardan, öykücü, şair ya da denemecilerinden biriyle tanıştırıp masasına oturtur... Diyelim bir gün önce denemelerin birinde Jorge Luis Borges’in masasına oturmuş, onun düş kurmanın önemi, “kitabın, insan belleğiyle düş gücünün uzantısı” olduğu üzerine söylediklerini dinlemişizdir. Düş kurmanın insan yaşamını güzelleştiren bir güç olduğu gerçeğine inandırmıştır bizi. Ama bir gün sonra bir başka denemede Fernando Pessoa’nın masasına oturmuş, Borges’in söyledikleriyle taban tabana zıt şu sözleriyle şaşırıp kalmışızdır: “Düş, uyuşturucuların en doğalı, bunun için de en kötüsüdür. En kolay alışkanlık yapan odur, farkında olmadan zehirli bir şeyi yutarcasına, nasıl başladığımızı bile anlamadan başlarız düşe. Can yakmaz, insanı sararıp doldurmaz, dermansız da bırakmaz; ama düşün tadını bir kere alan ruh, bir daha iflah olmaz çünkü zehirden vazgeçemez olur, ki zehir kendinden başka bir şey değildir.” Alıntılar, düşünceler, duygular arasında benzerlik ya da karşıtlıklar kuran köprüleri gibidir. O köprülerden geçerek duyguların, düşüncelerin kapısını daha kolay aralayabiliriz. Yerinde yapılan her alıntı denemenin soluğunu besler, duygu ve düşünce örüntüsünün renklenmesine katkıda bulunur; Sözcüklerin Vicdanı’nda alıntılara, tanıklama sözlerine çokça yer verişim bundan dır. Hüznün ığıltısı ile iyimserliğin fısıltısı çarpışıyor kitabınızda. Sizce kim kazanır? İnsanın doğasına yönelik, bu derinlikli, çokboyutlu soruyu yanıtlamak güç. İkisi de insanın varoluşsal hallerinden. Hüznü, iyimserliğin karşıtı “karamsarlık” bağlamında düşünürsek insandan kaynaklanan bu iki duygunun tarihin akışı içinde sürüp geldiğini söyleyebiliriz; kuşkusuz sürüp gideceğini de... Birinin ötekini yenip bir başına yaşama egemen olacağını düşünemiyorum. Albert Einstein’in bu konuda söylediği bir söz geliyor aklıma: “İyimser mi, yoksa karamsar mı olduğum sorusuna, bilgim karamsar, isteklerim ve umudum iyimser diye yanıt veririm...” Sorunun çatallaştığı yer burası. Öyleyse şöyle diyeyim: Ne bilgi tükenir, ne de istek ve umut. Hüznün ığıltısı da, iyimserliğin fısıltısı da ne denli çarpışırsa çarpışsın bir yengiden, bir yenilgiden de söz edemeyiz. Zaman olur, insanın yozlaşması, değerlerin altüst olması karşısında yoğun bir hüzün çöker içimize; zaman olur içimizdeki bir ses, “ yitirme umudunu, her şey güzelleşecek, değişecek, güneşli günler gelecek,” diye uyarır bizi. Yaşamın değişmeyen bir yasasıdır bu. ‘KİTAPSIZLARIN UÇURUMU’ Bu gidişle kitapsızların uçurumuna atılır mıyız, yoksa direnir miyiz? Bu sorun da bir önceki gibi iki uçlu. Ben karamsar olduğum için zaten “kitapsızların uçurumuna” yuvarlanmış durumdayız, diyeceğim. Bakmayın, binlerce yayınevinin, her yıl binlerce kitap bastığına. Bunların çoğu, tecimsel kaygılarla basılan, dilsel, duygusal, düşünsel değeri düşük yığınsal kitaplar. Beğenisi gelişmemiş yığınları oyalayıp eğlendiren türden. Nedeni büyük ölçüde okullarımızdaki dil ve yazın öğretimine dayanır. Bu öğretim okuma sevgisi, okuma alışkanlığı kazandırmıyor öğrencilere. Düşün ve beğeni dünyalarını kurup geliştirecek eleştirel okumayla tanıştırmıyor onları. Bu yüzden anaokulundan üniversiteye değin dil ve yazın eğitiminden geçmesine karşın okumayan okuryazarlar yetiştirdik. Bunlar, okuryazar ama okur değiller. Okur, okuma yazma becerilerini sürekli kullanan, dil, düşünce, yazınsal değer taşıyan kitapları okumadan edemeyendir.. Son bir soru. Bakıyorum, şu son yıllarda hızlı bir çalışma temposu içindesiniz. Bir yandan eski kitaplarınızı geliştirip güncelleştirilmiş bakılarını yaptırıyorsunuz, bir yandan da bunlara Yüzler ve Sözcükler, Kurmaca Kişiler Kenti, Sözcüklerin Vicdanı gibi yenilerini ekliyorsunuz. Nasıl yanıtlasam bu sorunu sevgili Işık? İstersen öğretmenlik tutkumun yaşlanmayışına bağla; istersen alışkanlık de, istersen günlerimin kısalmış olmasına... Tarancı’nın şu iki dizesi son zamanlarda sık sık gelip takılıyor dilime: “Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız / Bir at oldu nihayet... Beni, belki de her sabah bilgisayarın başına oturtan güç, bu dizelerdeki ruh halim... ? Sözcüklerin Vicdanı/ Emin Özdemir/ Bilgi Yayınevi/ 376 s. 25 NİSAN 2013 ? SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1210
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle