Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D O kentte doğmasanız bile uzun yıllar orada yaşamanın tadını çıkarmışsınızdır. Benim gibi, 1952 yılından bu yana, 60 yıl Ankara’da yaşamak, bu kenti gizli özellikleriyle tanımak anlamına gelebilir. 60 yıl dile kolay. Bir sokağından geçerken tanıdık bir yüzle karşılaşırsınız. Yüzünüzde gülümseme hazırdır. Aynı kentte yaşamanın kazandırdığı yakınlıklardır bunlar. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN yatro vardı. O tiyatroları yaşatacak da tiyatro seyircisi.” Ankara’yı tanımak Askeri Tıbbiye Ankara’ya nakledilip de tıp fakültesinin son iki yılını Ankara’da okumasaydım bu kenti iyi tanımak olanağı bulabilir miydim? İlk işim Türk Dil Kurumu’na gitmek olmuştu. O zamanlar Türk Dil Kurumu Cihan Sokağı’ndaydı. Benim için Ankara demek Nurullah Ataç demekti. Ataç üst kattaki toplantı salonunda çalışırdı. Hem daktiloda yazısını takırdatır, hem de sizinle çene çalardı. Onunla konuşurken kendinizi rahat hissederdiniz, sıkılmazdınız. Kimi zaman Sıhhiye’den Kızılay’a yürüdüğümüz olurdu. Yol üstünde Özen Pastanesi’nde mola verilir, Ataç, paracıklarına kıyıp birer pasta ısmarlardı. Benim için Ankara’ya gelmek demek Ahmet Muhip Dıranas’ı görmek demekti. Dıranas, Anafartalar’da Çocuk Esirgeme Kurumu ikinci başkanıydı. Necatibey Caddesi’nden İzmir Caddesi’ne geçilen bir ara sokak vardı. Muhip Bey orada otururdu. O sokağın başındaki kahvede nargile tokurdatmayı severdi. Cahit Külebi, konservatuvarda baş muavindi. Ataç’la bir gün ona gitmiştik. Ataç, Külebi’yi Türk Dili dergisine Yazı Kurulu üyesi olarak davet etmişti. Külebi, Ataç’ın odasına gelişini abartılı bir saygıyla karşılamıştı. Ataç’ın son beş yılında oldukça yakınındaydım. Ankara’yı Ataçsız düşünmek olanaksızdır. Yalnız Ataçsız mı? Daha nice kültür insanı var ki adı Ankara’yla anılır. Ahmet Muhip Dranas Sevgi Soysal Nurullah Ataç MEKÂNZAMANİNSAN Bunları anımsayışımın nedeni Güven Tunç’un Ankara üzerine hazırladığı bir kitabı anlatmak istediğim içindir (Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir: Ankara’nın MekânlarıZamanlarıİnsanları, Dipnot Yayınları, 2011). Güven Tunç “Bu Kitabın Öyküsü” derken, böyle bir çalışmaya neden giriştiğini anlatmak gereksinimi duyuyor: “Çünkü kalbim kanıyor. Çünkü hayatın gelip tıkandığı noktayı çözemiyorum. Çünkü asi çocuklar gibi sokaklarında şarkılar söylediğimiz bu şehrin, insanlarının, yaşantıların, acısıyla tatlısıyla, bir zamanlar ne kadar sahici olduğunu anımsamaya ihtiyacım var.” Güven Tunç, Ankara’yı çok eskilerden biSAYFA 18 ? 25 NİSAN lenleri bulup onlardan öğrenmeye çalışıyor. Böylece Ankara’nın ünlü yerleri, oraların gerçek sahipleri tarafından anlatılıyor. Yazarın görevi onların ağzından bunları derlemek. Derlerken de onların anlatım biçimlerine özen göstermek. Yazar o dönemlerdeki sevi ilişkilerini de merak ediyormuş. Ama onlar “eski terbiye” insanları oldukları için, “biraz mesafeli” duruyorlar, açıkça yanıt veremiyorlarmış. Kentlerin de kendine göre bir yaşama serüveni var. O kente kişilik kazandıran insanların anılarımızda yaşadığını görüyoruz. Yazar bir köşeye çekilip uzaklardan dalgalanan bir sesi dinliyor, o sesi dinleyenleri anımsıyor: “Hamiyet’in Esenpark’taki mikrofonu bırakıp şarkıya asıldığında, sesinin Sıhhiye’den duyulmasını, insanların durup o sesi dinlemesini gözümün önüne getirebiliyorum.” Gerçek Ankara’yı anlatmak için kimleri bulmak gerekirdi? Nereleri dolaşmak, o yerlerin kimlerden sorulduğunu öğrenmek gerekirdi? Ankara derken yalnızca bazı mekânları değil, hangi zaman aralığında, kimleri de aramak gerektiğini saptamalıydı. Çünkü o mekânlar o insanlarla bütünleşiyordu. Gerçek Ankara’yı onlar öğretecekti bize. Kimler gelmiş geçmiş buralardan? İnsansız Ankara neye yarar! Ankara’yı yaşatan o insanlardı. O insanların gittiği meyhaneler, yeme içme yerleriydi. Oralarda çalışan insanların ilgisiyle bu ortamları daha kolay anlatmak olanağı var. BAZI MEKÂNLARDAN BAKINCA İnkılap Sokak’taki “Tavukçu Lokantası”nda garsonluk yapan İsmail Poyraz anlatıyor: “Bir zamanlar Ankara demek Ulus demekti. Karpiç bir numaralı lokantaydı. İçkisiz Cumhuriyet Yıldız Lokantası vardı. Bakanlar Kurulu dağılınca Cumhuriyet’e gider, yemeklerini orada yerlerdi.” Samet Ağaoğlu Posta Caddesi’nde Acemin Meyhanesi’ne gidermiş. Turan Güneş en çok “Tavukçu”da yemek yermiş. İsmail Poyraz yeniden dünyaya gelse gene garson olmak istermiş. Değişik insanlarla karşılaşıyor, kendini geliştiriyormuş. Ayhan Sümer, Adalet Ağaoğlu’nun kardeşidir. Ayhan Mağazası, Ziya Gökalp Caddesi’nde ünlü bir mağazadır. Onlar Hatay Sokak’ta otururlardı. Daha nice ünlülerin oturduğu bir sokakta Hatay: Fahir Aksoy, Ahmet Kutsi Tecer, Refik Ahmet Sevengil, Azra Çaplı, Fehmi Tokay, Sevgi Soysal o sokağın insanlarıydı. Flamingo Pastanesi’nin sahibi Dursun Ali Kuluhan ile Boğaziçi Lokantası’nın sahibi Halil İbrahim Boyacıoğlu kendi dönemlerinin Ankara’sını anlatıyorlar. Ankara’ya bir berber salonundan da bakılabilir. Mithatpaşa Berber Salonu sahibi Salih Atakan dönemin sinemalarını anlatıyor. Evlenmiş, üç çocuğu olmuş, oğlunu Amerika’ya göndermiş. Otuz yıldır tıraş olmaya gelen müşterileri var. Ankara kendi halinde bir yaşama serüveni sürdürürken unutulmaz olaylar oluyor. Bunlardan biri Ulus’a bir uçağın düşmesi. Kaldırımdaki ayakkabı boyacıları kömür kesilmiş. Ankara’nın sesini duyurur diye berberlere geniş yer ayrılmış. Ama sıradan insanların da kendine özgü bir sesi var. Örücü Arif (Arif Güngör) de bunlardan biri. Sokakların adı değişiyor, yapılar yeni bir biçim alıyor. Giderek Ankara kendini yenileştiriyor. Türk filmleri beğeni kazanıyor. Bir yandan yıllar geçiyor, yıllarla birlikte nice insanlar da gelip geçiyor. Herkesin kendince bildiği, kendince anlattığı bir Ankara var. Kamil Ateşoğulları diyor ki: “Ankara’ya geldiğim yıllarda, 1960’larda ve 1970’lerde, daha farklı bir Ankara vardı. Coğrafyası, binaları, mekânları ve kültürel yaşamıyla başka bir Ankara. O zamanlar Neşet Ertaş Kör İzzet’in kahvesinde dururdu ve arayanlar onu orada bulup düğünlere götürürlerdi.” Ankara’nın özel tarihinde kimlerin yeri yoktu ki: “Erdal Öz’ün Sergi Kitabevi bulvarda, Büyük Sinema’nın üst katındaydı.” “Mehmed Kemal, bulvar üzerinde Kalem adında bir restaurant açmıştı. Ruhi Su oraya gelirdi.” “O dönemde Ankara’da çok sayıda özel ti KENTİN KİŞİLİĞİ OLAN YERLER Zaman geçiyor. Ankara yeniden yapılanıyor. Bildiğimiz yerler yeni bir oluşum içinde değişiyor. Alıştığımız yerleri tanımaz oluyoruz. Herhangi bir Ankaralı bildiği yerlerin değiştiğini görünce şaşırabilir. Ama o değişikliğe de alışmaya çalıyor: “Radyoevi karşısında Toptancı Hali vardı. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın olduğu yerdeydi. Bugünkü Adliye’nin olduğu yer siloydu. İstasyonda tekerlekleri lastikli faytonlar vardı.” Kimi oluşumlar yavaşça değişiyor. İnsan önemli değişimlerin ayrımına bile varmıyor. Uzak illerden, ilçelerden Ankara’ya geliyor, yaşayan Ankara’ya kendinden de bir şeyler katıyor. Yusuf Yıldırım gibi bir sendikacı yargıyla uğraşmaktan bıkmıyor. Üstelik yaşlı annesi, “Deh Deh, karyağdı yazilere, çöl kaldı kirli tazilere, bunlar da benim oğluma ceza kesecekler” diyecek kadar yiğit bir davranış içinde, oğlunun yanında yer alıyordu. Ankara her insanın ayrı sorunuyla uğultulu bir kent. Yürüyenlerin durumundan içlerindeki değişimin ayrımına varabilir misiniz? O uğultudan bir başka Ankara çıkarabilir misiniz? Kimbilir hangi uzaklardan bir kente gelirsiniz. Orada yeni bir düzen kuracaksınız. O düzen kente de kişilik kazandıracaktır. “Akman Boza” Ankara’yla bütünleşen bir içecek. Ulus İşhanı’nda onu bilmeyen yok. Vahap Akman ile Muharrem Akman kardeşler Üsküp’ten gelmiş, Akman Boza ve Pasta Salonu’nu açmışlar. “Akman Boza” Ankara’ya ayrı bir kişilik kazandırmış. Orada boza içmeye gelen öyle ünlüler var ki, onların bozayla bütünleşen özellikleri Ankara’nın özelliği haline gelmiştir. Onlar “Arnavut mertlikleri sayesinde çok büyük bir çevre edinmişlerdir.” Demek bir “Akman Boza” Ankara’nın simgesi haline gelebiliyor. Numan Akman üşenmemiş oraya gelen ünlüleri sayıyor. Tiyatro sanatçıları, edebiyatçılar, siyasetçiler hep “Akman Boza”ya gelenler arasındadır. Yetmiş yılı aşkın yaşayan bir kurum artık o kentin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. BİR ZAMANLAR ANKARA “Bir Zamanlar Ankara” demek kolay. Kentin dokusuna girmesini bilen insan için nice bilinmeyeni öğrenmek gerekir. Ama çoğu zaman bir kentte yaşadığımızın ayrımında bile değiliz. Kendi serüvenimizi sürüklerken Ankara’yı içinden tanımıyoruz. Herkesin kendine göre bir Ankara’sı var. O Ankara’da tanıdığı insanlarla bütünleşen bir zamanı var. O kentte yaşadıkları sürece öyle yerler edinmişler ki onlarsız Ankara olmaz. Öyle insanlar tanımışlar ki onlarsız Ankara olmaz. Güven Tunç’un Ankara’sını okurken insan ister istemez kendi Ankara’sına dalıyor. Nasıl bir kentte yaşadığımızın bilincinde miyiz? O kentin bize neler kazandırdığının bilincinde miyiz? Bizden de o kente geçen bir şeyler yok mu? ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1210