23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ONUR YAZARI cemaatçi istibdadı son halkayı teşkil etti. 1908’e gelindiğinde iş işten geçmişti. İttihatçıların son yıllarına damgasını vuran küçük burjuva milliyetçiliği, ancak Alman milliyetçiliğinin taşeronu oldu ve ülkeyi felakete götürdü. Mustafa Kemal Paşa daha Milli Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren bu tarz milliyetçiliğe çok özlü eleştiriler yöneltmiştir. 1921’de söylediği şu sözler bugün de kulaklara küpe olmalıdır: “Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini, bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz panislamizm yapmadık. Belki, ‘yapmıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlar da ‘yaptırmamak için bir an evvel öldürelim’ dediler. Panturanizm yapmadık, ‘yaparız, yapıyoruz’ dedik, ‘yapacağız’ dedik ve yine ‘öldürelim’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir.” “MUSTAFA KEMAL, İSLAM TARİHİNİ İNCELEDİ VE DİNİ, DEVRİMCİ YÖNDE YORUMLADI” Mustafa Kemal Paşa dini devrimci yönde nasıl yorumlamıştır ve bu yolla dinbilim eksenine, o “hümanist Nirvana”ya nasıl ulaşılmıştır? Mustafa Kemal Paşa, ulusal kurtuluş savaşımızda halkın dini duygularını da devrim perspektifinde seferber etmiştir; buna mecburdu, çünkü İslamiyet, resmi ideoloji olarak, Hilafet makamı tarafından İngiliz emperyalizminin amaçları yönünde kullanılıyordu. Ayrıca müttefik ordularda yüz binlerce (Hintli, Kuzey Afrikalı) Müslüman cephelerde bize karşı savaşıyordu. Sömürge komutanları bu askerlerin disiplinini sık sık övmüşlerdir. Kemal Paşa, özellikle 1920 yazında İslam tarihini incelemiş, İslamiyetin, çıkış koşullarında laik ve demokratik açılım potansiyeli taşıyan öğelerini bularak ön plana çıkarmıştı. Türk Devrimi’nin moral arka planını, Kemalist kültün silinememesinin en temel sosyokültürel sebeplerini anlatır ve dünyadaki devrimlerle kıyaslar mısınız? Ayrıca Atatürk ilkelerinin bugün gelinen “noktada”, “son tahlilde”,“iklimde” konumu, statüsü ve mahiyetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumsal tarihte kült ve karizmaların oluşumu sık rastlanan bir olgudur. Weber, “geleneksel dönemlerde karizma büyük bir devrimci güç olur” demişti. Bizde de Mustafa Kemal karizması, Sultan’ın din temelli, yıpranmış karizmasına karşı devrimci bir güç işlevi gördü. Yine Weber, hangi sosyo kültürel koşullarda karizmaların ortadan kalkabileceklerini de incelemiş ve bunun farklı şekillerini göstermişti. Bunlardan “karizmaların rutinleşerek kaybolması” durumu bizde de gerçekleşebilirdi. Fakat bu da olmadı. Neden? Sanıyorum ki bu Türkiye ve çevresinde, İslamiyetin siyasal bir araç olarak, üstelik Ortaçağ esprisini aşamamış bir zihniyetle kullanılması ile ilgilidir. Yani tehlike devam ediyordu. Kutsallık dinin tekelinde değildir; seküler kutsallıklar da vardır. Aydınlanma çağında “akıl”, K İ T A P S A Y I 1237 taya koymuştur. Hegel’de felsefe tarihe, tarih de felsefeye dönüşmüş, fakat sistemin temeline konulan “İde”, sonunda, “Mutlak Espri” halinde tüm bilgilerin sentezi halinde donmuş ve gerçekleşmiştir. İşte Marx ve Engels bu “mistik” senteze son verdiler ve ömür boyu süren araştırmalarla, yaşadıkları dünyanın eleştirisini yaptılar. Bu aslında kapitalist üretim biçiminin analizi ve eleştirisi idi. Kapitalizm, Rönesanstan itibaren kutsal kitapları değil de “Doğa’nın büyük kitabı”nı okumaya dayanan bilim ve teknoloji sayesinde “ikinci bir doğa” yaratmıştı; Batı’da birinci doğayı yenen insanlar, artık bu “ikinci doğa” ile savaşmak durumundaydılar. Ekolojik duyarlılık böyle doğdu ve günümüzde “Yeşiller” hareketiyle siyasete de katkıda bulunuyor. Osmanlı toplumsal düzeninde ilk sınıflaşma süreci nasıl ve kimler arasında oluşmaya başlamıştır? Sonra sosyoekono mik açıdan, Osmanlı devleti, tıpkı Bizans gibi komünalpatriyarkal ilişkilere nasıl dayanıyordu? “OSMANLI MODERNLEŞMESİ BATI SERMAYESİNE DAYANDI!” Osmanlı toplumu, klasik çağında, köy cemaatleri tabanı üzerine oturtulmuş tımar sistemi ile ilkel bir feodalizm manzarası arz ediyordu. Devşirme sistemine dayanan yeniçerilik de merkezin feodal dağılmayı önlemesini sağlıyordu. Bu sistem on altıncı yüzyıl sonlarında köylü (Celali) ayaklanmaları ile çökme yoluna girince Anadolu’nun eski Türkmen aileleri de canlandı ve boşluğu doldurmaya başladılar. Böylece on dokuzuncu yüzyıla ve II. Mahmut’a kadar sürecek olan feodalizmde ikinci aşamaya geçiş süreci yaşandı. Bu süreçte merkez de güçlü ailelere (Çapanoğulları, Karaosmanoğulları) “ayanlık” hakları vererek durumu kontrol altına almaya çalışıyordu. II. Mahmut, Yeniçerilerin yanı sıra “ayan” egemenliğine de son vererek “modernleşme”yi başlattı. Fakat Osmanlı “modernleşme”si, Batı Avrupa modernleşmesinden farklı olarak, sermaye birikimine ve sanayi burjuvazisi öncülüğüne dayanmıyordu. II. Mahmut ve Tanzimatçılar, hatta Abdülhamit bunun yerine Avrupalı subayların (Baron de Tott, Moltke, Comte de Bonneval... Liste yüzyıl sonlarında Alman askeri heyeti ve Goltz Paşa’ya kadar uzuyor) kontrolünde kurdukları orduya ve yüksek faizlerle gelen Batı sermayesine dayandı. Bu yarı kolonyal sistem çökmeye mahkumdu ve sadece Düveli Muazzama (beş süper devlet) kendi aralarında anlaşamadığı için yarım yüzyıl uzatmaları oynadı. Devrimci bir sanayi burjuvazisi ve onun yaratacağı modern bir devlet aygıtı (rasyonelleşmiş bürokrasi, tüm vatandaşları kapsayan okullar ve ulusal ordu) kurulamadı. Abdülhamit’in “Tarihte ‘zor’ kullanımı her zaman gündemde olmuştur. Üstelik evrensel tarihe baktığımız zaman görüyoruz ki, bugüne kadar gerçekleştirilen olumlu şeylerin çoğu, genellikle ‘zor’w kullanılarak gerçekleşmiştir. Bugün demokratik çağda yaşıyoruz; elbette ki iktidarların seçimle gelip, seçimle gelmesi esas olmalıdır” diyor Taner Timur. S A Y F A 1 2 n 3 1 E K İ M 2 0 1 3 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle