Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ONUR YAZARI rensel bir yazım haline dönüşmekte nasıl gecikmemiştir? Batı’da romanın tarihini yazanlar çok daha eskilere, hatta Eski Yunan’a kadar uzanır ama roman aslında burjuvazinin gelişmesi ile temel bir yazın türü haline gelmiştir. Bizde geç kalması da Osmanlıların modern (sanayici) bir burjuvazi geliştirememiş olmasıyla yakından ilgili. Sanayi burjuvazisi on dokuzuncu yüzyılda devrimci bir rol oynayarak etnik ve dini grupları bir potada eritti ve çağdaş ulusları yarattı. Günümüzde din ve etnik temelli kavgalar daha çok bu aşamadan geçememiş ülkelerde yaşanıyorlar. Kuzey Amerikalılar bu uluslaşma sürecini “melting pot” kavramıyla anlatır. Romancılar da bu süreçte önemli bir rol oynadı. Burada kitabımda sözünü etmediğim bir romancıdan alıntı yapmak istiyorum. Çağdaş Amerikan romancılarından Philip Roth bir makalesinde nasıl New Jersey’li bir Yahudi ailesinin çocuğuyken, romancılar sayesinde bir “Amerikalı” haline geldiğini yazmıştı. Cemaat kültüründen ulusal kimliğe nasıl geçtiğini anlatmıştı!.. Roth “Benim ailemi gettodan ve dinî Ortodoksinin pençesinden 18801910 yıllarının kitlesel göçleri kurtarmadı” diyordu; “kâr arayışında her an giderek daha nüfuz edici olan bir iş dünyası uygarlığının, (burjuva uygarlığının) çiftçiliğe ve köylü değerlere son vermesi kurtardı.” Saydığı bir sürü romancı da “1870’lerde patlayan ve basit emekçiler sürüsüne iş sağlayarak onların özümlenmesini, çocuklarının da devlet okullarında ‘Amerikanlaşmalarını’ sağlayan sanayi devriminden” doğdu ve şehir proleteryasıyla sendikal hareketle birlikte kendilerini de yaratan bu süreci anlattı. Roth bu konuda bir kısmını bilmediğim bir sürü yazar sayıyor. “MARX VE ENGELS OSMANLI TOPLUMUNU SIKI SIKIYA İNCELEDİ” Marx ve Engels gazeteci olarak, Avrupa tarafından hiç sevilmeyen Osmanlı toplumuna nasıl bir bilgi birikimi içinde hangi açılardan baktı? Bu bakış Osmanlı dönüşümüne dair sanayileşme ve uluslaşma süreçlerini nasıl aydınlattı? Marx ve Engels çağlarının en bilgin kişileriydi, hele Marx büyük yokluklar pahasına, hayatının çok büyük kısmını kitaplıklarda özellikle de British Museum’da geçirdi. Osmanlı toplumu hakkında özel bir araştırma yapmadılar. Fakat Marx, Kırım Savaşı’nı Amerikan gazetesi New York Daily Tribune’un Avrupa temsilcisi olarak izlerken, Osmanlı toplumunu da inceledi. Yazışmalarından anlaşılıyor ki Osmanlılarla ilgili tüm yayınları (Hammer Tarihi de dahil) okuyor, ya da gözden geçiriyordu. Osmanlı iktisadi gelişimi konusunda İngiliz diplomatiktisatçı D. Urquhart ile Amerikalı iktisatçı H. Carey’in yazdıklarını eleştiren Kapital’deki alaylı dipnotu bile çok ufuk açıcı. Engels de öyle. Özellikle askeri konularda Marx’tan da yetkiliydi. Osmanlı Devleti’nde çalışmış Prusyalı subaylardan dahi bilgi alıyordu. S A Y F A 1 0 n 3 1 E K İ M 2 0 1 3 Marx ve Engels’in bu yöndeki analizleri ülkemizde neden yeterince tartışılmamıştır ve egemenlerin bundaki dahli ne? Marksizm bugün için nasıl ve neden bir anlam taşır? Marx ve Engels kapitalizmi eleştiren, Manifesto’yu kaleme alan devrimci düşünürlerdi. Tabii egemen sınıflar ve bunların ideolojik sözcüleri (ki üniversite de bunlar arasındaydı) bu eleştirileri çürütmek, çürütemeyince de yasaklamak için ellerinden geleni yaptılar. Yine de proletaryayı ayaklanmaya çağıran Manifesto bile Batılı ülkelerde yayımlandı, en çok basılan eserlerden biri oldu. 1960’larda bile bu eserin çevirisinin Türkiye’de yedi buçuk yıllık mahkumiyetlere yol açması, ülkemizin uygarlık savaşında nerede olduğunu gösteriyor. Marx, sanıldığı gibi sosyalizmin değil, kapitalizmin düşünürüydü. Çünkü ortada sosyalist bir toplum yoktu ve olmayan bir şeyin bilimi de olmaz. Hayatı kapitalizmi incelemek ve eleştirmekle geçti. Kapitalizm bugün de yaşayan bir sistem olduğuna göre, Marx çağdaş bir düşünürdür. Kapitalizm elbette niceliksel olarak gelişmiş, küresel boyutlar kazanmıştır, fakat temel yasaları, yani niteliği değişmemiştir. “MARX VE ENGELS HEP OSMANLILARIN YANINDA YER ALDI” “Doğu Sorunu” Marx ve Engels’in genel dünya görüşlerinin bir parçası olarak devrim sorunuyla nasıl örtüşüyordu? Ne tip devrimler söz konusuydu burada? Marx ve Engels’e göre Batı Avrupalılar devrime en büyük engel olarak Çarlık despotizmini görüyorlardı. Ona karşı da kontrollü bir şekilde reforme ettikleri Osmanlı İmparatorluğu’nu “tampon bölge” olarak kullanıyorlardı. Gerçekten de on dokuzuncu yüzyıl OsmanlıRus savaşları ile geçti. Marx ve Engels’in yorumlarına göre İngiltere ve Fransa bu savaşlarda Osmanlıların yanında yer alıyor, Rusya’nın yıpratılmasını istiyor, fakat yenilmemesi için de özen gösteriyor, kritik anlarda “hakem” olarak araya giriyorlardı. Çünkü yenilmiş ve küçük düşmüş bir Rusya bu ülkede ayaklanmaya ve demokratik devrime yol açacaktı; bu ise mutlaka Avrupa’ya sıçrayıp sosyalist devrimlere yol açacaktı. Marx ve Engels, Kırım Savaşı’ndan itibaren hep Osmanlıların yanında yer aldı ve bu oyunu sergilediler. Görüşleri de onlar öldükten sonra, 1917 Devrimi’yle doğrulandı. Marx ve Engels disiplinlerini ve bilimsel yöntemlerinin temelini nasıl ortaya koydu, açıklamışlardır? Kapitalizmikinci doğa ve esareti hattını da açar mısınız? Genellikle ve özel olarak da Lenin’in ünlü bir yazısında tarihi maddeciliğin Hegel diyalektiği, İngiliz klasik iktisadı, Fransız tarihçiliği ve sosyalizmi arasında gerçekleştirilen bir sentez olarak doğduğu söylenir. Elbette doğrudur, fakat bu öğelerden Hegel diyalektiğinin özel bir ağırlığı vardır. Hegel, Platon ve Aristoteles’ten Kant’a kadar donmuş gibi sunulan akıl kategorilerini harekete geçirmiş, her şeyin zamansal ve tarihsel olduğunu orK İ T A P S A Y I 1237 C U M H U R İ Y E T