04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Meriç Renkver’in öyküleri İlkgüz Ağrısı Meriç Renkver’in ilk kitabı İlkgüz Ağrısı yayımlandı. Daha çok sinemasenaryo hevesiyle geçirilmiş yılların sonunda, yazılması kaçınılmaz olan öykülerle çıktı karşımıza. ? Alihan IRMAKKESEN azmak bir tür kaçış sayılabilse de esasen, kaçışı olmayan bizzat yazmanın kendisidir. Meriç Renkver de yazmaktan (ve yayımlamaktan) kaçışını daha fazla sürdüremedi, çünkü yazmamak, bazan, yazmaktan daha ağır bir yüktür. “Yazmasam çıldıracaktım” böyle de okunabilir. İlk kitap tedirginliğinin hayli uzağında, hayatın akışının (ne yapsak ne etsek kaçınamadığımız) sıradan halleriyle sakince hesaplaşan öykülerden oluşuyor İlkgüz Ağrısı. Kitapta yer alan on iki öykü arasında bir “örgütsel bağ” olduğunu kanıtlamak zor olsa da, kitap boyunca kendini hissettiren “ilkgüz ağrısı”ndan hareketle, bir “suç ortaklığı” ileri sürülebilir. Başarılı (yükselmiş), sağlıklı (fit), sosyal (medyatik) vb. ölçütlerin önemli olduğu günümüzde, ‘ağrılı bir ilkgüz’ü değil ifade, imâ bile etmenin pek de masum olmadığı; hatta yazarın, bu önemli ölçütleri aşağılamaya kalkıştığı bile sanılabilir. Öykülerin böyle bir meramı yok oysa. Ne politik ne de edebi olmayı istiyor öykülerde geçen kişiler. Sadece “olmak”, böyle de olunabileceğini anlatmak istiyorlar. Tüm iddialardan uzak bir seçenek olarak, hayatın akışına böyle de bakmanın mümkün olduğunu düşünüyorlar. Başarılı olma ile başarısız olmayı (her ne anlama geliyorlarsa), aynı kefeye koyuyorlar, ortalamanın hiç alışık olmadığı bir ‘mutlak adalet’ talebiyle. Tuhaf bir talep sayılabilir mi? İlk öykünün ilk cümlesinde, öykülerin (ya da hayatın) nereden gelip nereye gittiğini sezdiriyor zaten Meriç Renkver: “Tünelin ucunda ışık olmadığı düşüncesi yolumu aydınlatıyor”. Bir prolog cümlesi olarak, üst perdeden bir hüküm ağırlığı taşısa da, öyküler boyunca hissedilen “ilkgüz ağrısı”na direnecek “kederli dalgacılığın” ilk işaret fişeği aslında. Kederle gülümsemek, diye bir şey varsa, bu öykülerde anlatılanlar biraz da öyle. Bu nedenle, bu ilk cümleyi kitabın en uzun cümlesi saymalı, kitabın sonuna gelindiğinde bile tınısı sürüyor çünkü. Tıpkı (ve kaçınılmaz olarak) ‘gerçek hayat’ta da olduğu gibi, öyküleri sürdürmenin de başka yolu yok: Kedere de yer var, gülümsemeye de. Olmalı... Olabilir mi..? Renkver’in öykülerindeki bu olabilirlik (umudu), olanları (ve olmayanları) kederle ama gülümseyerek anlatış, Sartre’ın ironik cümlesini de çoğaltıyor: “Umut içinde öleceğim”. Gülsek mi ağlasak mı, diye sormanın tam sırası. Yukarıda yapılan “öykülerde geçen kişiler” tanımı, kitabın kendi bağlamı içinde okunmalı. “Öykü kahramanları” diye de tanımlanabilirler(di), ama doğru olmaz(dı). Çünkü ve zaten kahraman ol Y madıkları için bu öykülerde geçiyorlar. Kişiler, kahraman olmayı elbette önemsiyor ve fakat kahramanlığı değerli saymıyor gibiler. Önemli olmaktan çok değerli olmaya heves ediyorlar, aradaki farkın yok sayıldığı bir dünyada üstelik. Akıntıya kürek mi..? Kahraman olup da hiçbir öyküde geçmemektense, kahraman olmayıp bu öykülerde geçmek de az şey değil. Belki de sahici kahramanlık böyle bir şey. Ortalama okur buna gülüp geçecektir; öykü kişileri de onlara gülümsemekte zaten. Öykülerin meramına uygun bir durum: Şu ya da bu nedenle, gülünesiyiz hepimiz..! Öykülere sinmiş olan ‘ağrı’, örneğin 1011 Eylül 1980 günlerinde geçen “Kaşarlı Tost”, aşk mevsiminde geçen “Ferhat ile Türkân” adlı öykülerde olduğu gibi, hep derindedir. Akıp gitmekte olan nehirlerin görünmeyen yanıdır, yeraltındaki su. Ama oradadır ve vardır ağrı. Yeraltı suyunun uğultusunu duymasak da, varlığını katlanılmaz bulsak da, akmaktadır. Duymazdan gelmeyi önerse de, yok saymayı marifet olarak belletmeye uğraşsa da çağcıl gurular, öykülerdeki kişiler, duymayı göze almışlar, biline. Yine de, okurun önünde iki okuma seçeneği var: Nesnel olarak var olan ağrıyı, öznel olarak yok saymak ya da saymamak. Her iki durumda da gülümsemek mümkün, elbette. İlkgüz Ağrısı hangi radyo istasyonunda karar kıldı, orası meçhul... Bilinen, istasyonda bekleyen iki trenin (hep) var olduğu. Çocuklar ile büyükler birbirine karışmış, bekleşiyorlar. Söylentilere bakılırsa, yol verilmesini bekleyen trenlerin biri aşka gidecek, diğeri aşktan gidecekmiş. Radyonun cızırtısı, yeraltı suyunun uğultusuna karışıyor. İstasyon şefi ortalarda yok, makinistler miskin, makasçı kararsız. Bencileyin sevdiğim nice kitap gibi İlkgüz Ağrısı’nı da “az satanlar” hanesine kaydediyorum, gülümsüyorum. İlkgüz Ağrısı/ Meriç Renkver/ TB Yayıncılık/ 128 s. 20 EYLÜL 2012 SAYFA 9 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1179 Meriç Renkver ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle