03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Metin Arditi’nin, JeanGiono Edebiyat Ödüllü romanı ‘Turquetto’ raflarda ‘Bu, dinler ve kimliklerarası yarı kaçak bir ressamın resmi’ Metin Arditi imzalı Turquetto, on altıncı yüzyıl İstanbul’unda (1519) Yahudi anne babadan doğan ve tek tutkusu resim yapmak olan bir çocuğun, Eli Soriano’nun hikâyesi. Turquetto, 1945’te Ankara’da doğan ve yedi yaşına dek İstanbul’da yaşayan yazarın yedinci romanı. 1996’dan bu yana İsviçre’de, Suisse Romande Orkestra’sının yöneticisi ve organizasyon sorumlusu olan Arditi, 1988’de kurduğu Arditi Vakfı dışında, yardım amaçlı kurulan birçok vakfın idaresinde de görev yapıyor. Romanın yanı sıra deneme türünde de eserler veren yazarın Turquetto‘yla JeanGiono Edebiyat Ödülü’nü aldığını da belirtelim. Arditi ile yeni romanı Turquetto‘yu konuştuk. ? Gamze AKDEMİR u resim üzerine dördüncü kitabınız… Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz ve neden başrolü, iç içe olduğunuz müzik değil de bir kez daha resim paylaşıyor? Öncelikle şunu söyleyeyim ki resim hakkında kitaplar yazana dek ki bu son on yılı buluyor resim hakkında hiç ama hiçbir şey bilmezdim. Bu son on yılda resim hakkında çokça araştırma yaptım, üç yüzün üzerinde kitap okudum, ressamlarla konuştum, söyleşiler dinledim, müzeleri gezdim. Derken Van Gogh üzerine bir deneme yazmaya başladım. Bu denemede, resim sanatına değil Van Gogh’un büyük yalnızlığına odaklandım. Fakat Van Gogh üzerine çalışmaya başlayınca onu sade vatandaş olarak isteseniz de ele alamıyorsunuz, kaçınılmaz olarak resimle olan çizgi dışı yakınlığına ve yapıtlarının yaşamındaki ifadesine kapılıyorsunuz. Bu benim için son derece yaratıcı bir dünyanın kapılarıydı, üstelik bana açılmıştı ve beni çok heyecanlandırmıştı. Sonrasında da tüm o araştırmalar, resimle mümkün olduğunca iç içelik başladı. Ve art arda resim üzerine kitaplar yazdım. Bu resim üzerine dördüncü kitabım. Beni müzik kadar sarıp sarmaladığını ve kendi kendini yazdırdığını söyleyebilirim. Kitabın hareme bakışı, kölelik kültürüne büyüteç tutuyor... başka çareleri yoktu. Ayrıca kızların hizmetçi olması köle tacirinin de istemediği bir durumdu, ne de olsa o zaman az para kazanacaklardı. O nedenle köle kızlara küçük çapta bir okul gibi eğitim veriliyordu. Romanımda köleler konusunda bu “tarihi iz”den hareketle ilerledim. Kitabımın kahramanı, babası bir köle taciri olan “Eli” de resme bu köleleri izleyerek başlıyor, onlardan ilham alıyor ilk. Bir köle tacirin ressam olmak isteyen oğlu ilk ne çizer? Tabii ki kölelerin dünyasını… Evet, romanda dönemin şartları görecesinde harem olgusunu perçinleyerek köle kızların iç dünyalarına, yaşadıkları travmalara da yer veriyorsunuz sıklıkla Eli’nin gözünden. Bunu denedim evet. Dışarıdan bakarak “kölelik kötüdür” deyip kestirip atılamayacak denli önemli bir tarihi gerçek, son derece dramatik bir konudur hele ki bir yazar için. Bu kızlar ilk travmayı tabii ailelerinden koparılıp, kaçırıldıklarında yaşıyorlar ve o panik duygusu hayli süre devam ediyor. Alışma süreci hiç kolay olmuyor? İkinci travmayı da köle tacirinin evinden, o okuldan satılıp gittiklerinde yaşıyorlar. Kimisi hiç atlatamıyor. Romanımdaki kızlardan biri yeni sahibine satılıp teslim edilmek üzereyken Boğazın sularına atılarak intihar ediyor. Belirsizliğe gittiğini düşünüyor, gururuna yediremiyor, benimseyemiyor, kabullenemiyor. Hiç söz hakları yok... Kimisi aylarca ağlıyor sonra da kaderine boyun eğerek belki başka bir romanın kahramanı haline dönüşüyor. Kimisi ise mutlu, zengin olacağını, hanım olacağını, renk renk kumaşları, mücevherleri, konakları düşlüyor. Kuşkusuz kölelik güllük gülistanlık değil ama bu noktada herhangi bir fiziki şiddet okumuyoruz romanda. Sadece kızlar yakalandıklarında yaşadıkları şiddete kısıtlı da olsa yer verdim. Aileleri katlediliyor, zorla kaçırılıyorlar. Ama sonrasında olayın insan iç dünyasına geçmeye çalıştım ki bence asıl şiddet de orada yaşanıyor. O dönüştürülme evresinde yaşanıyor. Dincisinden reformistine, sade vatandaştan sanatçısına insanların gerek korku, gerek koşullanma gerekse özümseme sonucu dinle haşır neşir oldukları bir dönem... Öte yandan cinsel serbestinin kapalı kapılar ardından alabildiğince yaşandığı da bir dönem... Kitabın bir B Harem hakkında bilgiler özellikle de köle ticareti anlamında çok kısıtlı. Burada benim yapmaya çalıştığım insan temeline odaklanmaktı, böyle başladım. Kendimi o genç yaşta kaçırılıp ailelerinden, ülkelerinden koparılıp alınan o kızların yerine koymaya çalıştım. Kendime ben olsam nasıl hissederdim, ne yapardım diye sordum. İnanılmaz bir panik duygusu yaşardım herhalde, korku, ümitsizlik hissederdim. Sırf bu noktada bile bir yazar olarak inanılmaz bir materyale sahip oluyorsunuz. İkincisi ise Türk tarihi üzerine okuduğum bir incelemedeki bir ayrıntı romanı geliştirmemi sağladı, o da ticari bir ayrıntıydı ki çok anlamlıydı bu yönüyle de... Şöyle ki; bazı köle tacirleri insanları sadece alıp satmıyorlardı, “ticari bir mala” indirgiyorlardı. O alınıp satılan insanları da dönüşüme uğratıyorlardı. Tıpkı bir restoran sahibinin et alıp onu marine etmesi, çeşitli soslarla daha lezzetli hale getirip müşterilerine sunması ve böylece daha tercih edilir olup daha fazla para kazanması gibi. Okuduğum incelemede, bazı köle tacirlerinin kızları alıp, onlara şarkı söylemek, dans etmek başta olmak üzere satılacakları sahiplerini her anlamda mutlu edecek pek çok eğitimden geçirdiklerini ve böylece piyasalarını artırdıkları irdeleniyordu. Sonuçta tacirler, kölelere epey bir yatırım yapıyorlardı, aylarca besliyor, eğitiyor, barındırıyordu. Dolayısıyla onlara yaptıkları masrafları sadece geri almakla kalamazdılar, üstüne kâr etmek de zorundaydılar. Bu onlar için sadece bir işti. “KÖLE TACİRİNİN RESSAM OĞLU İLK NE ÇİZER?” Başaramayan kızlar ise mutfaklarda çalışmaya mahkum oluyordu. Evet, bu köle kızların hiç istemediği bir şeydi tabii, çoğu bir evin hanımı olabilmek, rahat yaşam koşullarına ulaşabilmek, güzel kıyafetler giyip, mücevherler takmak ister hale geliyorlar, öyle koşullandırılıyorlardı. Hizmetçi olmaktansa hanım olmayı istemeleri doğaldı, 2012 diğer ana şehri Venedik’te de özellikle... O zamanın aşağı yukarı 1500 nüfuslu ve bu nüfusunun 1012 bininin hayat kadını olduğu Venedik’te cinsel serbesti İstanbul’un tam tersine kesinlikle kapalı kapılar ardında değil gayet serbestçe yaşanabiliyor. Sadece homoseksüellik kapalı kapılar ardında yaşanıyor çünkü cezası ölüm. Dine gelince, elbette genellenemez ama o zamanlar inancı demeyeyim ama Roma Katolik sistemi yoldan çıkmıştı. Kilise zevk mabedi haline gelmişti. Venedik bu anlamda İspanya ve İtalya’nın diğer kentlerine kıyasla daha serbestti, istisnaydı. Din, derin bocalamalarla sınıyor kitabın kahramanı Eli’yi ve uzaklaştırıyor kendinden... Evet, özellikle çocukken böyle bu. Kimi zaman dine yaklaşıyor kimi zaman uzaklaşıyor çocukken Eli. Yetişkinliğinde ve ilerleyen yaşlarında ise din onun için merkezde değil, merkezde sanatı var, resim var, bu yöndeki hayalleri, idealleri var. Resim onun tek sığınağı, tek kurtuluşu! Resim onun insanlarla iletişim kurma biçimi. İnsanları resimle tanıyor, analiz ediyor, gözlemliyor. Onu insan yapan, sosyal yapan tek şey resim. Aşk olsun, sevgi olsun, arkadaşlık olsun her duygusunu resimle ifade edebiliyor. Ama hayat bu noktada rahat vermiyor Eli’ye. Pek çok kez hem de. Hep arada kalıyor... Kaçmak zorunda kalıyor... Yahudi çocuk Eli olarak, Hıristiyan ressam Turquetto olarak, Müslüman hamal Ali olarak... Yaşamı, başına gelenler ve kişilik yapısı ve resmi yorumlayışındaki nüanslar dolayısıyla herkes ve her şey olmak zorunda kaldığı evet yarı kaçak bir yaşamı var. Turquetto’da budur aslında dinler ve kimliklerarası yarı kaçak bir ressamın resmidir. Hayat onu sertleştirmiyor ama… Asla. Zaman zaman yorulduğunu hissediyor sadece. İçindeki insan sevgisi hiç eksilmiyor. Köle kızların resmini yaparken mesela, onları kesinlikle mazlum çizmiyor, gururlu çiziyor, şefkatle çiziyor. Babasıyla ilişkisini de böyle yorumluyor mesela. Hep kaçtığı belki bazen köle taciri olduğu için utandığı babasını ne zaman ki kaybediyor, o acı babasına duyduğu sevgiyi yorgun kalbine geri boca ediyor. Sevgisi, vicdanı Eli’yi hiçbir zaman terk etmiyor, onu ayakta tutan ve resim yoluyla dışavuran da bu. “ELİ, İNANCINA İHANET ETMEDİ, DİNE KARŞI DEĞİL SADECE DİNİN İLERİSİNDE” Bu dinler ve kimliklerarası yaşamında tek değişmeyen sanatçı kimliği... Kanımca din insanların diğerlerini terbiye etmesine yardımcı olur. Yani insanlar arasında böylelikle bir uyum oluşturarak toplumu işlevsel hale sokar. Din diğerleriyle iletişime ? geçmek ve onlara saygı duymak ? içi Eli ma hali ve resm taya ko çok iler kez akl net etti “Kesinl sadece dinden İnsa rıksılığı mücad Eve sakin b bir kara mek zo savunu kontrol gıcı. Bu tırıyor. gılamak sın”. El Kad nia ile s kadar f Stef kendin mesind alan ins acımay Onunla Kilisesi fania’n adam v rumlar yor. Ar bir ress bul edi nüyor a koyuyo bile den Gan nın bir Eli’den karakte Çok se de d Kendi bir ada öyle, ço met Ze lın kara şünürü Rom ya da h köleler Eli’ni a Elb Eli’nin Engizis hayatla anne do nedik’t ler... D Metin Ar SAYFA 12 ? 20 EYLÜL CUMHURİYET KİTAP SAYI 1179 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle