Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K il, gerek bireysel gerekse toplumsal yaşamdaki her köklü dönüşüm aşamasında bunun hem aracılığı hem de yansıtımı yönünde başı çekip önemli rol oynuyor. Ekinsel yaşam bütününün de göstereni olup çıkıyor böylece. Bu çerçevede anadilde bilim, düşünce, sanat alanlarındaki işleme, yansıtım ile toplumun, kişinin ekinsel konumu dilde kendini koyarken büyük örtüşme gösteriyor. Buna göre, biz kimsek, bilimde, düşüncede, sanatta hangi aşamaya varmışsak, nasıl bir ekinin insanı isek, bunu kendi açımızdan nasıl ekin içi kılmışsak, kullandığımız dil, bir çetele aracılığıyla dökülüyor ortaya. Dilekin ilişkisi yönünde kimi düşünsel dayanaklar için Doğan Aksan’ın (19292010), Türkçeye Yansıyan Türk Kültürü (Bilgi, 2008) adlı yapıtından yararlanmak olası. Ayrıca kitap, makale vb. daha pek çok yayından söz edilebilir bu alanda. Doğan Kuban’ın, bir bilgi verisinden kalkarak Cumhuriyet Bilim Teknik’teki denemesinde söyledikleri de bu konuda ufuk açıcı yaklaşım getiriyor: itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Bilim, düşün, sanat dili Türkçe... D “Amerika’da bir çocuğun on yaşında on dört bin sözcük öğrendiğini saptamışlar. Kuşkusuz bu Türkiye’de 4.000–5.000’i geçmiyordur. Çünkü anne babanın ve çevrenin öyle bir sözcük dağarcığı yok.” “Diyelim İngiliz çocuk on yaşında on bin İngilizce sözcük biliyor. Liseyi bitirdiği zaman da yirmi bin. İngilizce sözcük dizimini dört yaşında, İngiliz edebiyatını da on yedi yaşında öğrenmiş oluyor. Bu çocuk üniversiteye 20–25.000 sözcük bilerek ya da onları bir şekilde duymuş ve bir bağlam içine koyabilecek şekilde donatılmış oluyor.” Kuban, “Kültürü inşa eden dildir” diye girdiği yazısında, “düşüncenin yoğunluğunun dile geçmesigeçememesi” sorunsalı bağlamında işliyor olguyu. (Cumhuriyet Bilim Teknik; 31.8.2012, s.1328) EKİNİMİZİN DİLDEKİ YANSIYIMI... Aydın Köksal, “…[D]iller ne denli değişik olursa olsun, ortak bir yeti’nin (deyi) biçimlenişi olarak insanın yapısında birleşirler” (Dil ile Ekin, TDK yayını, 1980, 16) saptamasını yaparken dilbilimci Aksan dil, ekin kavramları arasındaki ilişkiyi “bir bağlantı ya da bağıntı olarak değil, bir bağımlılık olarak kabul e(ttiğini)” (19) belirtiyor. Alanın öncüsü Wilhelm von Humboldt’tan, “ulusların dünyayı kavrayışları, sözcüklerin anlamlarında beliriyor, bunlar, başka dillerdekilerle hiçbir zaman eşanlamlı olmuyor” sözünü aktaran Doğan Aksan, onun anadile “Bir dil topluluğu eliyle dünyayı söze dönüştürme” olgusu olarak yaklaştığının altını çiziyor. Sonuçta değer yargıları da dile yansıyor. (34) Bir anadilin bilim, düşün, sanat dili olması ne demek? Başka başka alanların, ekinlerin verilerine, değerlerine değil, kendi yasasına bağlı yapılandırılması anlamına gelmiyor mu bu? O halde böylesi bir alanda üretim ancak anadilin bağımsızlığa kavuşabilmesiyle olanaklı… Kendini bağımsız olarak var edememiş bir anadille bilim, düşünce, sanat dili yaratabilmek olası mı? Her dil, kendi zorunluluk bağları içinde bütün oluşturmaz mı? Bu çerçevede sanattaki türler de kendi dilini gereksinecektir… Sözgelimi hukuk diliyle öykü, fizik diliyle şiir, kutsal kitap diliyle roman yazılabilir mi? Bu tür dillerin birbirinden katkılar alması ayrı, birbirinin yerine geçirilmesi çok ayrı. Kutsal kitap dillerinin, şiirden hiç mi hiç katkı almadığı nasıl düşünülemezse, bir şiirin deyiş özelliklerinin kimileyin herhangi kutsal kitap diline çalması da olağandır elbette. Bu alanlarda bir yapıt düşünüyor, böylesi bir yapıtla yaratıcılığınızı ortaya koymak istiyorsanız, en başta kendiniz yaratıcı olmak, bunu sağlayabilmek için de kendi şiiranlatı dilinizi bağımsız bir dile dönüştürmek zorundasınız… BİR GÖSTERGE OLARAK DİLİMİZ... Türkçenin yüzyıllara dayalı görece bağımsızlığı yanında, gerçek bağımsızlığını kazandığı seksen yıllık şu kısacık geçmiş, bu nedenle büyük önem taşıyor… Dil Devrimi çerçevesinde yapılanları özetleyerek bunları yoğunlukları, içkinlikleri yönünde ele alıp değerlendiren yapıt sayısı az değil. Sözgelimi Şerafettin TuranSevgi Özel ikilisinin 2007’de Dil Derneği yayını olarak hazırladıkları 75.Yılda Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü başlıklı yapıt, bu bağlamda dünden bugüne tarihçeli bir özet sunuyor. Buna Doğan Aksan imzalı, bir kitap daha eklenebilir: Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı / Son 75 Yılda Türkiye Türkçesi. (Bilgi, 2007) Dilimizin baş döndürücü hızla geliştiği bu seksen yılda kökenindeki doğal konumunu, kırsallık tabanını giderek değiştirmek gibi farklı bir evreye geçtiği öngörülebilir. Nitekim Dil Devriminin bu yöndeki gelişiminde bilgisayarın, yanı sıra sayısal işlenimle uygulayımın yaşamımıza katılışıyla yalnızca şu son yıllarda dolaşıma giren ya da başka anlam öbekleriyle buluşan yazılım, sürüm, çözünürlük, yedek bellek, aygıt sürücüsü vb. sözcükler bile erişilen soyutlayımcı düzeyi, ulaşılan nitel doluluğu, derinliği ele vermeye yetiyor. Bununla ilgili bir olgu da, karşısında ne denli insan varsa, hiçbirinin dilimizdeki çekimden, çevrintiden kendilerini kurtaramadığı, tümünün anadilin bağımsızlığına eklemlendiği gerçeği. Sonuçta nece çaba harcarlarsa harcasınlar, özellikle inançtapınım dilini egemen kılmaya çalışanların anadilin bağımsızlığı çığırını tersine çevirebilmesi olası değil! Doğan Aksan’ın vurguladığı üzere, “Bir toplumun geçirdiği bütün kültür değişimleri dilde yankısını bul(sa da)” bağımsızlığını kazanmış bir anadil, bütün bu değişimlerden süzülmeyi hakkıyla başarabiliyor. Sözgelimi “Türklerin Uygurlar döneminde Budizm ve Maniheizm dinlerini benimsemeleri, inançlarıyla birlikte bu dillerin kavramlarının, terimlerinin, birçok anlatım biçimlerinin Türkçeye girmesine yol aç(ıyor). İslam dininin X.yüzyılda Türklerce benimsenmesinden başlayarak bu yeni dinin kavramlarının, çoğunlukla Arapçalarıyla, kimi zaman Farsçalarıyla, kimi zaman da Türkçeden karşılanarak dile alındığı görül(üyor).” (22) “Bu yeni dinin getirdiği öğelerin yoğunluğu”, “İslamlığın benimsenmesinden sonra, daha çok yazın dilinde, Arapçanın güçlü etkisiyle, bu dilde kadın eş için kullanılan zevce, harem, ehl, seyyide, helâl gibi sözcüklerin… Türkçede yer alışı”na (33) karşın “fazilet”in, “erdem” sözcüğündeki soyutlayımı karşılayamayışı da (40) anadilin bağımsızlığına dönük önemli bir gösterge. Zaten “İslamlığın benimsenmesinin üzerinden 1000 yıl geçtiği halde, (.) eski dinin kimi kalıntıları(.) bugün de ülkemizde görül(ebiliyor).” (175) Demek ki Türkiye’de bilimi, düşünceyi, sanatı ortaya koymada artık öylesine yükselmiş bir anadile sahibiz ki, tapınım alanı dışında dilin yapısının tüm toplumsal yaşama üstelik kılcal damarlar ağıyla yayıldığı apaçık görülebiliyor. VERİMLEMEK ALIMLAMAK ÜZERİNE... Muammer Sayman’ın iletisinden söz açmıştım geçmiş bir yazımda. Sayman, yazınımızla, yazarlarımızla ilgili bir iki konuya değgin görüşlerini paylaştıktan sonra kullandığım bir sözcüğe dönük soru yöneltiyordu: “Sadık Bey size bir şey sormak istiyorum./ Yazılarınızda sık sık “verim” (verimlemek) sözcüğü geçmekte. Tek sözcükle nedir bu acaba?/ Ben “yaratı” olarak algılıyorum… Doğru mu bilmiyorum…/ O zaman verimlemek için yaratmak vs. demek mi gerek… bilmiyorum./ Aydınlatırsanız memnun olurum./ Saygılarla.” Konunun pek çok bilimcisi, uzmanı, ötesinde bu bağlamda okurla doğrudan bağlar kurarak yazılar kaleme alan Feyza Hepçilingirler, Sevgi Özel, Necmiye Alpay, Kemal Ateş, Yusuf Çotuksöken, Adil İzci gibi yazarlar varken bana söz düşeceğini pek sanmıyorum… Ancak kendi payıma bu konuda iki satır söz etmeyi de gerekli görüyorum dil anlayışım bağlamında… Dil Derneği Türkçe Sözlük, “verimleme” sözcüğüne yer açmış değil. Verim, verimkâr, verimkârlık, verimli, verimlileşmek, verimlilik, verimsiz, verimsizleşme, verimsizleşmek, verimsizlik var da verimlemek yok sözlükte… Verimleme/k sözcüğü ilk çıkışını “verim”den alıyor elbet. Ne ki farklı bir anlam öbeğiyle de buluşturuyor bizi. Ancak bundan önce “alım”, “alımlama/k” sözcüklerine değinmek gerekiyor. Andığım sözlükte alım var, ama alımlamak da yok yazık ki. Yalnız öykü, roman ya da oyunlarımda değil “Kitaplar Adası” yazılarıyla öteki türlerdeki yazılarımda da sözcük işçiliğini önemseyen, bir yazarın bu anlamda bir anadil işçisi, dönüştürücüsü olması gerektiğini düşünen, bunu karınca kararınca yerine getirmeye çabalayan biriyim. Verim / verimlemek, alım/ alımlamak sözcüklerini birer karşıt anlamlı söz öbeği olarak almaya girişmem bu kavrayıştan kaynaklanıyor. Yazarokur ilişkisi, yazılır metinokunur metin, yazıntıokuntu gibisinden deyişler önüne çıkarabilir bizi. Bunlar, iletişim dilindeki gündelik, kullanmalık yanla ilgili terimler olabilir ancak. Nitekim halk arasında kullanılan “okuntu” sözcüğü, anlamın böyle öngörülebileceğini gösteriyor. Öte yandan “kullanmalık dil” ile “tüketilir metin” arasında da ilişki kurulabilir. Ama bir verimleme söz konusu ise burada alımlamaya yataklık yapmaya dönük tohumlama olacağı da açık. O halde alımlama ancak verimlemeyle olanaklı. Verimlenmemiş, bu anlamda dönüşüp yetkinleşmemiş bir yapıtın alımlanma gereği kendiliğinden kalkacaktır ortadan. Bu, olsa olsa okuntu metnidir. Buna göre herkes, okuntu bağlamında kitap kaleme alabilir, ancak kitapların alımlanabilirliği, bunun okuntuluk ötesine geçirilip verimlenmişliğine bağlıdır bana göre. Bu, öteki sanat türleri için de geçerli kuşkusuz… Kavram çiftini bu anlamda alsam da yazılarımda zaman zaman bunun dışında doğrudan Sayman’ın sözünü ettiği yaratım, üretim vb. anlamında kullandığım da olmuyor değil. Yine de Sayman’a teşekkür etmeliyim, böyle bir yazıya aracılık yaptığı, düşünsel gevişe olanak sağladığı için… Peki nereden geliyor üretmenin kaynağı diyenler, dönüp Dirse Han oğluna ad koyan Dedem Korkut’un, boğayı öldürüşüne bakarak ona “Boğaç” demesine göz atsınlar… “Oğuz Kağan Destanının İslamdan önce(ki) versiyonunda, Oğuz’un, karlarla kaplı dağa kaçan atını dokuz günde bulup getiren askerine ‘Karluk’ adını vermesi”ne, “bir kağanın kardeşine, kenti iyi koruyup sakladığı için ‘Saklap’ adını koyması”na (43) baksınlar… Hafızın bilemediği işte bu. Çünkü artık bağımsızlığına kavuşan bir dil olarak Türkçe, aldığı o ilk ivmeyle gelişimini sürdürürken kimi karşı eylemlere karşın kendi gelişim, ilerleme mantığına dayalı biçimde varlığını koruyabiliyor kendi iç dinamikleri yönünde. 26 Eylül, sekseninci Dil Bayramınız kutlu olsun efendim…? SAYFA 14 ? 20 EYLÜL 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1179