24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bora Abdo’nun öyküleri Rüzgârı aramak Bugün en genç kuşağın yazdığı öyküde o yılların atak, öyküyü yenilemeye yönelik anlayışını rahatlıkla görebiliriz. Bora Abdo da bu yeni ve özgün öykücüler arasında anılmalı ve dikkatle okunmalı. ? Faruk DUMAN ykücülüğümüzün son yıllarda, özellikle genç yazarlar arasından önemli kazanımları oldu. Öykü söz konusu olunca, bu kuşkusuz mutluluk verici oluyor. Çünkü, öyküye de romana da bakış değişiyor artık. Eskisi gibi “kısa olursa öykü olur” denmiyor, denemiyor. Üstelik, öykücünün, iyi öykücünün buluşları bundan böyle yalnızca şiiri, romanı değil, sinemayı da besleyecek bana kalırsa. Öykücünün yarattığı zengin görsel imge sağlayacak bunu. Sözgelimi, Bora Abdo, başlıbaşına her biri aynı zamanda “kısa film buluşu” da sayılabilecek söz öbekleriyle, güçlü imgelerle yazıyor öykülerini. Öteki Kışın Kitabı’ndaki “Bela Evi” öyküsünden bir örnek: “Bir kar düşündüm hep. Camları kırık bir pencere kenarında. Mor. Siyah. Kermeslere katıldım. Kek, börek sattım. Makyaj yaptım. Saçlarıma röfle yaptırdım. Tarazlandım. Manikür, pedikür. Kitap okudum. Şiir ezberledim. Kimseye okumadım. Bir rüzgâr aradım. Üşümeye” (s.13). Kuşkusuz, Bora Abdo’nun salt kısa cümleler kurmak hevesi yok burada. Abdo, öykünün yalnızca yazılan bir şey değil ama aynı zamanda “aranan” bir şey olduğunun bilincinde. Evet, yazılırken de aranır öykü, biz onu okuduğumuzda da aranır. Elbette, bugün bundan eminiz; iyi bir öykü yalnızca anlattığı öykü kişilerinin peşinde değildir. Aynı zamanda, kendi dilinin de peşindedir. Bana kalırsa, hem de her öyküde yeniden yeniden kurulmalıdır bu dil. Abdo’nun görsel imgeleri, önümüzde yeni yeni sahneler açıyor okurken. “Bir kar düşündüm hep,” diyor, “mor, siyah.” Yine de, “bir rüzgâr aradım, üşümeye.” İfadeleri ben birleştiriyorum. Böylece anlamı daraltıyorum. “Karı düşünmek” ve “rüzgârı aramak” birbiriyle çelişen duygu durumlarını iletiyor. Pencere kenarında karı düşünmekle, üşümek arzusuyla rüzgârı aramak, anlatıcının ruh durumunu güçlü biçimde aktarıyor: Yerinde oturup kalmakla –çünkü içerisi güvenlik ve sadakat demektir, dışarısıysa arayış; yine de pencerede bir kere o gedik açılmıştır, bu nedenle zaten, “üşümek” istenmektedir dışarıda rüzgârın peşinde koşmak arasında bir çelişki, ama aynı zamanda ruhumuzun bitmek tükenmek bilmez ayrışma ve parçalanma çabası vardır. Yine de, “Bir rüzgâr aradım” ve “Üşümeye” somut bir biçimde, yazarı tarafından birbirinden ayrılmıştır. Arada, benim çok sevdiğim o “nokta” bulunur: Cümleyi –tabii aynı zamanda, o geleneksel cümleleri birbirinden ayıran, bunu yapabildiği için –ve bu cesaret nedeniyle yazarı tebrik etmek gerekir bize farklı okuma seçenekleri sunan o nokta. Ama öykü arayışı, bölünmüş, böylece anlamı çoğaltmış cümlelerle sınırlanmıyor tabii. Abdo, şiire, çeşitli şiir kapılarından yaklaşıyor. Şiirsel imgelerin yanında, (silme asit, muaf bir değerin izlerini bırakıyor) şiirin yöntemlerini de öyküye taşıyor: “Uzun uzun bakılan, incelenen, sonra göz bebelerinin tam içine dalmışken, yine gözün gördüğü en iri odak. Buğusu yitik, bulanık kurak. Her göz, dikine giriyor kaburgasından, çekiçle, örsle kırarak” (s. 33). Abdo, günlük hayatımızdan sahneler anlatıyor, öyküleri hemen her çevreden insana eğiliyor. Öğrenciler, şirket çalışanları, meyhane müdavimleri, mahalle aralarında ömür tüketen kadınlar, çocuklar, deliler, aydınlar, babalar, anneler... “Öteki Kış” büyük olasılıkla (zira tek bir anlama sığdırılamayacak ifadelerle yazılmış öyküler bunlar) üzerinde yazarı tarafından daha çok durulacak bir imge. Bana kalırsa, yeni ve verimli bi öykü madeni Bora Abdo için, “öteki kış.” Ancak hemen belirtmek gerekir: Abdo’nun, öykü arayışını hem dil hem içerik yönünden sürdürmesi ve zenginleştirmesi zorunlu. Abdo “devrimci” bir öykü anlayışı benimsediğine göre, böyle. Özellikle 1950 Kuşağı için bir öncü, bir öğretmenlik görevi üstlenen Ataç, bir kere yeni şeyler, yeni biçimler edinmeye kara verildiyse, eskiye olan bütün ilginin şıp diye kesilmesini, hatta bir daha da dönüp geriye bakılmamasını öğütlermiş. Bugün bizim için bu belki aşırı bir tutum gibi görünüyor olabilir. Özellikle eskiyle yeninin aslında bir zincir gibi bağlandığı edebiyat yapıtlarından söz ettiğimiz düşünülürse, eskinin içinde neler bulabileceğimiz açık. Yine de kanımca Ataç bunu söylemekle aslında edebiyatın, edebiyatçının o gün yaratmakta olduğu yeni dünyanın selametini düşünüyordu; yoksa kuşkusuz kendisi de alaturka musikiyle Fuzuli’yi seviyordu. Artık, herhalde, 1950 Kuşağı’nın öyküde yarattığı (ve bize önemli bir miras olarak bıraktığı) kırılmanın Ataç’ın haklılığının bir kanıtı olduğu söylenebilir. ? Öteki Kışın Kitabı/ Bora Abdo/ Alakarga Yayınları/ 128 s. 20 EYLÜL 2012 ? SAYFA 11 Ö CUMHURİYET KİTAP SAYI 1179 Bora Abdo
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle