24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Michael Hardt ve Antonio Negri’den ‘Duyuru’ Yeni bir dünya için öneriler Duyuru, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin ortak çalışması. Kitap, günümüz neoliberal dalgası altında demokrasi, halk hareketleri ve bunları meydana getiren süreçleri irdeliyor. Duyuru manifestolarla geleceğin öznesi ilan edilen bireyin bugünlerde sokağa indiğini ve rolünü gerçekleştirmeye başladığını belirtiyor. ? Ramazan KANDÖKEN ichael Hardt ve Antonio Negri, 2011’in eylemliliğinden hareketle bir dizi tespitte bulunmuşlar. Wall Street’i işgal et eylemcilerinden İspanya’ya, iflasına kesin gözüyle bakılan Yunanistan’dan, Arap Baharı olarak adlandırılan sürece kadar eylemcilerin durumlarını değerlendiriyorlar. Negri ve Hardt eseri birkaç bölüme ayırmış ve girişinde olduğu gibi açıklayıcı notlarla neyi ne kadar irdelediklerini, kapsamının ne olduğunu belirtiyor. Konuya hasıl insanların ilgileneceklerini düşünseler de ülkemizde oldukça geniş bir okur kitlesine hitap eden bir kitap. “GÜVENLİKLEŞTİRİLEN” OLAĞAN ŞÜPHELİLER Toplum, ülkemizden de anlayacağımız üzere bir açık hava hapishanesidir. Korku, toplumu bir formda tutmanın vazgeçilmez araçlarındandır. Neoliberal politikaların belirsizleştirdiği çalışma koşulları, iş gücündeki değişken hareketliliğin sonucunda kentlerde yığılan bu geleceği belirsiz kitlenin sistem için oluşturduğu tehlike, güvenlik kaygısı yaratmada kullanılan bir argüman olmakla birlikte diğer katmanların dikkatini de bu yöne çekerek oluşturulan bir ön güvenlik haline dönüştürülür. Güvenliğin nesnesi, güvenliğin öznesigüvenlik sağlayıcı olarak işlev görür. Gözlenen, gözleyen olur. Bu ikili işlevse, bilinmeyen başka korkuların üretimiyle hakim sınıfın bekçisine dönüştürülür. Olağan şüphelileri “güvenlikleştirilenler” olarak tanımlıyor yazarlar. Sistem, batan bir gemiden kurtuluşumuzun olmadığını, buna mahkum olduğumuzu ve tek yapılması gerekenin buna razı olarak hayatımızı biraz daha uzatabileceğimizi vaat eder. Finans kapitalin her şeyi ortak hale getirmesiyle hayatımızın kendisi bir üretim ve tüketim mekanizmasına dönüştürülüyor. Üretim ile sömürü arasındaki ilişkiyi kontrol etmenin bir silahı olarak borç devreye giriyor, toplumun %99’u borç temelinde itaat ettiriliyor. Marx’ın : “Birey sosyal gücünü ve aynı zamanda toplumla bağını da cebinde taşır.” tespitine SAYFA 8 ? 20 EYLÜL M atıfla; modern insanın kölelerin durumundan bile daha umutsuz olduğu belirtilmiş. Zira “borçlandırılan” insan; “kefaleti neyse ödeyerek kurtulmaz” ancak iğdiş edilebilir. “Güvenlikleştirilen” ve “borçlandırılan”ların yanı sıra iki önemli tanımlama daha var: Sürekli dikkat kesilmiş halde; istediğini piyasanın arz yasası çerçevesinde kusan, çok söylemek ve söyletilmekle içi boşaltılmış birey “medyalaştırılan.” Bir de 2011 hareketliliğinin ekseni çerçevesinde, demokratik devrimlerden bu yana sistemin yönetim modellerine figür olmuş “Temsil edilenler.” Finans çevreleri ulusdevletleri aşarak bir tür şantaj mekanizmasıyla sömürüyü dayatıyor. Ulusal pazarlar minimize edilerek ortaklaştırılan tüketim değerleri, mücadelenin öznelerini birbirine yaklaştırıyor. Avrupa banliyölerindeki isyan hareketleri, hortlatılan ırksal hiyerarşiye karşı duyulan öfkeydi. Kundaklama ve yağma girişimlerinin de, özlemi duyulan, sahip olunamayan metaya karşı bir sembolik tahrip hareketi olduğu söyleniyor. 2011 baharında ise inisiyatifi yerel muhafazakar seçkinlere kaptırmalarına rağmen, Arapların zalim iktidarlarını alaşağı ettikleri, (yaşanan süreci hala Arap Baharı olarak niteleyenlerin hezeyanına Antonio okkalı bir yanıtın yeri Negri burası değil) küresel eylemcilerin büyük zirvelerde boy göstermesinin esasında olumlanması gereken, ilerisi için bir model oluşturabilecek eylem biçimleri olduğu belirtilmiş. Tüm bu veriler ışığında temsili demokrasinin ve mevcut yönetim mekanizmalarının varlığı irdelenmiş. Yan yana gelemeyeceğimiz, bizi savaşlara götüren, açlığa ve sefalete mahkum eden temsilcilerimize karşı isyan bayrağı açmamız isteniyor. Üretici güçlerin üretim ilişkileriyle çelişmesi, malum olunduğu üzere devrimci bir süreci dayatır. Sistemin ideologları bu gerçekliği perdelemek üzere işlev görürler. Huzur öğütleriyle birlikte, meydana gelen değişikliklerinde sistemin kendine has özellikleri olduğu, esasa ilişkin bir dönüşümün olmadığı, “Oblamovka” da işlerin yolunda gittiği söylenir. Negri ve Hardt bu noktada bir işaret fişeği Michael Hardt işlevini oldukça önemsemişler. “HALK HAREKETİNİN GÜCÜNÜ GASP EDENLER” Temsili demokrasinin kofluğu, üretim ilişkileri değişir ve tüm hayatımızı bir üretim modeline dönüştürürken, neoliberalizmin ve onun uygulayıcılarının hâlâ, hayatı tanımlamada kullandıkları argümanların, bizim hayatımızla uzaktan yakından ilgisi olmadığı; dışsal, zorlama tabirlere başvurulduğu vurgulanıyor. Politik temsil ya da temsili demokrasi nüfusu iktidardan temsil edeni temsil edilenden ayıran bir mekanizmadır. Temsili demokrasi, servet sahiplerinin enformasyon üreticilerinin, korkunun avukatlarının iradesi tarafından desteklenir. Eserin bu kısımları okuyucu için yeni ufuklar açıyor. Sıra yeniyi yapmaya gelince izlenecek yöntemler konusunda daha yumuşak yollar öğütlenmiş. Bu da zaten belirtiliyor. Klasik sol partilerin bu süreçte nal topladıkları, hareketlerin gerisinde kaldıkları, bu tür geniş bir ağa yayılmış ve insanların sosyal medya üzerinden örgütledikleri eylemleri zaten becerme kapasitelerinin olmadığı söylenmiş. Şüphesiz yazarlar batıdaki sosyal demokrat partilerin hamle ve siyasetleri üzerinde duruyor. Ancak batıdaki sol partilerin iktidar ya da muhalefette olsunlar finans kapitalin tekerini çevirmede ne kadar özverili olduklarını konuya hasıl okuyucu biliyor! Politik eylemliliğin figürlerinin karar alma süreçlerinin uzun süreceği ve buralarda bir merkez komite aranmaması söylenmiş. Aksine hareketin kollarının federatif, yani kendi istek ve öncelikleri etrafında kümelenmiş, merkez politik yargı ve örgütlenmelerin kenarında duran, ayrı ayrı grupların karşılıklı etkileşim ve politik duygulanımla yaratacakları ortaklaştırılan bir dilin gerekliliği ve bu dilin ancak toplayıcı birleştirici değil özelliğinin olması durumunda ilerlenebileceği vurgulanmış. Ancak ilerleyen satırlarda İspanya ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde şiddetten kaçınan hareketleri, sık sık şiddete yönelten polis kışkırtmalarının görüldüğü belirtiliyor! Bu cümle yeterince kritik değil mi? Yeni bir dünya için yola çıkan onlarca küçük yapı, birbirine saygılı federal hareketler, yatay ve gayet demokratik, bir o kadar da hassas ve uzun bir erimde, bir araya gelip karar alıyorlar ki, bir polis provokasyonu her şeyin sonunu getiriyor. Yayılan frekansın, sadece hareketin içindekilerin duymasının normal karşılanması gerektiği, Kahire, Madrid ve Londra’da meydana gelen eylemlerin yatay örgütlenme ve demokratik karar alma pratikleri yarattığı belirtilmiş: “Zuccotti Park’ta birçok entelektüel ve şöhret boy göstermişti ancak kimse onları lider görmüyordu.” Demek ki batıda henüz tarihini rolünü oynayacak, Bolşevik zihniyetli örgüt ve liderler boy vermemiş ya da şöyle söyleyelim; tarih, Arap ülkelerinde olduğu gibi bütün bir halk ayağa kalktığında kendisini ilerletecek bir öncüyü batı toplumlarına layık bulmuyor. Onlar da Arap coğrafyasında olduğu gibi, meydanları gerçekten doldurduklarında kapitalizmin rötuşlanmış kurum ve yüzleriyle idare etmek zorunda kalacaklar. Öncünün tarih sahnesindeki yeri ancak verili şartlarla çakıştığında açılır. Yoksa devrimi gerçekleştirenleri, “halk hareketinin gücünü gasp edenler” olarak nitelersek, Rusya’dan Çin’e ve tüm ezilen coğrafyaların halklarının geleceğini komplo örgütlerinin çaldığını söylemiş olmaz mıyız? Yazarların ne yapmalı sorusuna verdiği yanıtlar için temkinli ve alçakgönüllü demek daha ölçülü olacaktır. Zira okura “bu işler o kadar da basit değil” derken önerilen model ve yöntemlerin sağlıklılığı oldukça tartışılır. En azından Bolşevik zihniyetin yüz yıl önce bu sorunlara yanıt bulabildiğini hatırlatalım. Yeni bir dünya için öneriler sıralanırken ısrarla eski deneyimlerle karıştırılmamalarını belirtmişler. Bu konudaki yergilerini de belli bir düzlemde tutarak, Sovyetler ve Devletçilik pratiklerini finans kapitalle eş tutmama, ‘hakkını verme’ olarak görebiliriz. Bankalar ve belirli kurumların gelecekte kullanılacak kurumlar olacağı belirtilmişken, planlamacılığa karşı bu denli kestirmeci bir karşı çıkış yersiz olmuyor mu? Sosyalizme giden yeni yol arayışlarında, insanlığın önünde aşılması güç engeller de bulunmuyor. Değinilen ancak yeterince irdelenmemiş Latin Amerika deneyimi okurun bu noktada daha doyurucu yanıtlar almasını sağlayabilirdi. ? Duyuru/ Michael Hardt, Antonio Negri/ Çeviren: Abdullah Yılmaz/ Ayrıntı Yayınları/ 128 s. 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1179
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle